Mehmet Şevket Eygi

Alev Alatlı, “Viva la Muerte” adlı romanında anlatıyordu, birçok büyüklüğün reklam eseri olduğunu. Hatta örnekler veriyordu. Bunlardan biri Nazım Hikmet`ti. Onun aile çevresinden onlarca meşhurdan bahsediyordu ve bunların birbirinin şöhretini beslediğini söylüyordu. Yanılmıyorsam yine o, söylüyordu; Yaşar Kemal için, “Linda’nın Kemal’i” diye. Ya da Mustafa Denizli’nin paylaşılamadığı dönemdeki şöhreti için “Julyet’in Mustafa’sı “ diyerek “Mustafa Denizli’yi paylaşılmaz kılan, iyi bir teknik adam olması değil “Julyet” isimli bayanın kocası olmasıdır” diyordu. Buradan ne Nazım Hikmet’in iyi şairliğine laf edilir; ne Yaşar Kemal’in güçlü romancılığı sorgulanır; ne de Mustafa Denizli’nin teknik adamlığının kalitesi üzerinden bir yargıya varılır. Burada vurgulanan, bu isimlerin paylaşılmazlıkları üzerindeki çevre/aile etkisidir. Aynı konuyu şimdinin terk edileni Yalçın Küçük de sıkça vurgulardı birçok isim üzerinden. En çok da Orhan Pamuk’un şöhretindeki aile gücü ve bu gücün reklama tahvili sorgulanır. İlk kitaplarında, şöhretine etki eden unsurun;  romancılığının gücünden çok aile bireylerinin devlet görevleri olduğunu söylerdi. Sonradan okuduğum Orhan Pamuk romanlarıyla Orhan Pamuk isminin şişirildiğine ben de kanaat getirmeye başladım. Bu şişirmenin niçin’i ve nasıl’ı üzerinde de çeşitli bilgilerim ve bu bilgilere bağlı kanaatlerim oluştu, ancak yazının konusu Orhan Pamuk olmadığı için bunlardan burada bahsetmeyeceğim.

İnsanlar, suni yollardan büyütülüp itibarlı kılındığı gibi; yine yalanlarla, iftiralarla itibarsızlaştırılıp gözlerden ırak hale getirilerek küçültülebiliyorlar. Yukarıdaki büyütülmelere çeşitli meslek guruplarından yüzlerce örnek sayılabileceği gibi; yaptığı işte en iyi olduğu halde, küçültülen hatta itibarsızlaştırılarak unutuluşa terk edilen yine yüzlerce ismi sıralamak mümkündür. Mesela Necip Fazıl Kısakürek, 1940’lardan sonra “Sabık Şair” diye nitelendirilerek 1940 sonrası şiirleriyle şairliği, küçük görülmeye çalışılmış; sadece “kaldırımlar” şairi olarak anılarak “Çile”si, “Sakarya Türküsü” gibi anıt eserleri görmezden gelinmiştir. Türk şiiri antolojilerine bile alınmamıştır. Aruzu Cumhuriyet döneminde hatasız kullanan Mehmet Akif Ersoy şair bile sayılmamıştır. Bu iki isim bütün yok sayılmalara rağmen varlıklarını ortaya koyup, bugün en büyük olarak bilinmektedirler. Zaten gerçek değerlerde yalın olarak zamanın süzgecinden geçerek ancak böylece ortaya çıkıyor. Fakat edebiyatçıların sahip olduğu bu şansa, diğer meslek gurupları sahip değildir. Hatta yazı yazmış olmalarına rağmen gazeteciler bile aynı şansı yakalayamaz. Çünkü onların meslekleri gereği, uğraş alanları daha güncel, daha kısa ömürlüdür. Gazetecilerin; bu küçültülmeye, itibarsızlaştırılmaya maruz kalanlarının en önemlisi Mehmet Şevket Eygi’dir. Onu, bugün genç neslin bir kısmı, sadece Milli Gazete’nin bir köşe yazarı olarak tanımakta, bir kısmı ise adını bile duymamıştır. Hâlbuki o mesleğinde bir efsanedir.

Mehmet Şevket Eygi yıllarca düşüncelerinden, yazdıklarından dolayı, itibarsızlaştırılma operasyonuna en şiddetli bir şekilde tabi tutulmuştur. İftiralarla, karalamalarla unutturulmaya çalışılmıştır. Uzun yıllar masonların, sabetaistlerin kışkırtması ve yönlendirmesiyle sol hareketlerin hedefinde olmuştur. Solcuların erdem mücadelesi verdiğine ve solcu yayınların mutlak doğruyu söylediğine inanan bazı İslamcıların haksız, mesnetsiz tarizlerine maruz kalmıştır. Yurt dışında olmasına rağmen uydurulan bir yalanla 6. Filo masalının ve Kanlı Pazar mitinin mahkûmu ilan edilmiştir.

Mehmet Şevket Eygi 1960’dan beri gazetecilik yapar. Çeşitli gazeteler çıkarmış ve bu gazeteleri döneminin en etkin yayınları haline getirmiştir. Mesleğini hiç satmamış, düşüncelerine asla ihanet etmemiştir.  Doğru bildiğini, her zaman doğru bildiği yollarla ifade etmiştir. Yazdıklarından, fikirlerinden dolayı hakkında en çok ceza istenen gazetecidir. Uzun süre çeşitli hapishanelerde kalmıştır. Gazetesinin yayın politikasını değiştirmesi için, gazete sermayesinin onlarca katı reklam/rüşvet teklif edilmiştir, elinin tersiyle itmiştir. Gazeteleri dağıtılmamış, envai çeşit engelle karşılaşmıştır. İflas ettirilmiştir. Uzun yıllar yurt dışında sürgün yaşamak zorunda kalmıştır. Yurda ancak 1974 Erbakan affıyla dönebilmiştir.  “Bu Pazar sabah namazını Beyazıt Camii’nde kılacağım” diye yazısının sonuna bir not eklediğinde; binlerce insan, o Pazar sabah namazında Beyazıt Camii’nde olmuş, “Bursa Ulu Camii’nde kılacağım” dediğinde on binler, yurdun her bir tarafından Bursa’ya akın etmiştir. Bu durum mutat hale getirilip uzun süre devam etmiştir. Sahi bugün ona laf edenler, acaba kaç okurunu bir dipnotla bir yere taşıyabilir. Gazeteleri kapatıldığında dergi, dergileri engellendiğinde haftalık gazeteler çıkarmıştır. Hiçbirisi olmadığında başkalarının gazetelerinde yazmıştır. Hiçbir köşe yazısı onun yazıları kadar etkili olamamış, hiç kimse onun gazetecilikteki gücüne ulaşamamıştır. O hep bir İstanbul beyefendisi olmuş; estetiği, sanatı hep ön planda tutmuş, mimari güzelliğe önem verip bunun taban bulmasının mücadelesini vermiştir.

Bu ülkede eğer gazetecilik üzerine bir efsane oluşturulacaksa o efsane Mehmet Şevket Eygi’dir. Eğer bu ülkede bir basın emekçisi efsaneleştirilecekse, o efsane Mehmet Şevket Eygi’dir.  Eğer bu ülkede bir basın hürriyeti mücadelecisinden bahsedilecekse o mücadeleci Mehmet Şevket Eygi’dir.

 

Erol Battal - Habername

erol@habername.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum