Naim ÖZGÜNER
KUTLU DOĞUM
Naim ÖZGÜNER 19.04.2016
Sahabelerden Ebu Cafer r.a. anlatıyor: “Allah resulü dünyaya gelmeden önce çok yaşlı bir insan olan Zeyd b. Amr beni yanına çağırdı: ‘Ben Hz. İsmailin neslinden bir peygamber bekliyorum. Ama onun zamanına kadar yaşayacağımı zannetmiyorum. Ben, geleceğinden emin olduğum o Peygambere inanıyor ve resul olduğuna şahadet ediyorum. Eğer ona yetişecek olursan benden selam söyle.’ dedi. Daha sonra da O Peygamberin özelliklerini anlatmaya başladı. Ben, Zeyd b. Amrın anlattıklarını yıllar sonra Allah Resulüne ilettim ve selamını söyledim. Allah Resulü tebessüm ederek: “Ben onu eteklerini sürüyerek cennette dolaşırken gördüm! buyurdu.”
Peygamberimiz sütannesi Hz. Halimenin yanında iki defa kaldı. İkinci kalışı ise gürbüzleştiği bir yaşta idi. Kaldığı yer Sa’d kabilesi idi. Onlardan çok memnundu. Halime Hatunun Abdullah, Şeyma ve Enise adlı çocukları vardı. Onlarla beraber otlaklarda kuzu otlatırlardı. Bir gün Peygamberimizle beraber biraz uzaklaşmış olacaklar ki: “Muhammedi bu sıcakta neye götürdünüz? dediğinde, Şeyma söze girip: ‘hava sıcak değildi, üstümüzdeki bulut bize gölge yapıyordu!..’ demişti. Yine böyle sıcak bir gündü. Hazreti Halimenin oğlu Abdullah koşarak annesine gelip: “Üzerinde beyaz elbiseler bulunan iki adam, Kureyşli kardeşimi tutup yere yatırdılar ve karnını yardılar. Şimdi onun içini karıştırıyorlar!..’ dedi. Eşimle birlikte oraya koştuk. Kendisi ayaktaydı ve yüzü sapsarı idi. Hemen onu kucaklayıp sakinleştirdik. ‘Beyaz elbiseli iki adam beni tutup yatırdılar, karnımı yardıktan sonra içinde bir şey aradılar!..’ dedi. Çok şaşırmıştık. Hemen çadıra döndük. Eşim Haris: “Ey halime. Bu çocuğun başına kötü bir şey gelmesinden korkuyorum. Onu hemen Mekke ye götür de teslim et!..’ dedi.
Peygamberimiz beş yaşında iken dedesi Abdulmuttalibin himayesindeydi. Korkusu oydu ki Yahudiler sevgili torununu öldürmesinler. Çünkü ahirzamanda gelecek olan son peygamberin çocukluk sıfatlarını onda görmüşlerdi. İşte bu sıralarda Mekke ye bir kahin geldi. Müşrikler görünmeyen ve ya bilinmeyen alemlerden haber verdiğini söyleyen bu kişinin etrafında toplanmışlardı. Abdulmuttalib bu kalabalıklılığı gördü ve merak ederek torunuyla beraber bakmaya gitti. Çünkü yanından hiç ayırmıyordu. Kalabalığın arasına sokuldu ve gelen yaşlı Yahudi kahini dinlemeye başladı. Kahin, çevresini saran yüzlerce insanı tek tek süzerken, bir anda durdu. Küçük çocuğu görmüştü. Ona baktıktan sonra müşriklere dönerek: “Ey Kureyşliler! Bu çocuğu öldürün. Çünkü o izi bölüp perişan edecektir!..” diye bağırdı. Abdulmuttalip torununu oradan başına bir şey gelmeden aceleyle kaçırdı. Onu çok daha iyi koruması gerektiğini bir kez daha anlamıştı. Bakara suresi ayet 146 da şöyle diyor Allah c.c. “Yahudi ve Hıristiyan alimleri peygamberimizi görmemiş olsalar bile onu öz oğulları gibi tanırlardı.” İslam dinini seçen meşhur Yahudi alimlerinden Abdullah b. Selam: “Ben Allah Resulünü (daha onu görmeden) kendi oğlumdan da iyi tanırdım. Çünkü onun bütün özelliklerini kitaplarda bulmuştum.” dedi.
Cabir b. Abdullah anlatıyor: “Peygamberimiz (küçük yaşlarda iken) diğer insanlarla birlikte Kabeyi tadilat yapmak için taş taşıyordu. Amcası Abbas, ona üstündeki gömleği çıkartmasını ve taşları içine koyup öyle taşımasını söyledi. Allah resulü öyle yapınca bir anda fenalaştı. Bu olaydan sonra kimse onu belde yukarısı çıplak iken görmedi.” Peygamberimiz, daha sonra ki yıllarda bu olayı sahabelere anlatırken: “Üstümdeki gömleği çıkartınca görmediğim bir kişi bana canımı yakan bir yumruk attı.” demişti.
Allah Resulü gençlik yıllarındayken Mekkenin dışındaki Ukaz Panayırına uğramıştı. Pazar yeri her zamanki gibi kalabalıktı. O sırada bir kaynaşma görüldü. İnsanlar, kızıl renkli bir deve üstünde bulunan çok yaşlı bir adamın etrafını sarmıştı. Bu kişi o devrin en büyük şairlerinden olan biri olan Kus bin Said’di. Yüz yaşını geçmişti. Şöyle diyordu: “Ey insanlar. Geliniz dinleyiniz, İbret alınız. Yaşayan her şey ölür, ölüler fena bulur, olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, yıldızlar yürür, denizler durur, gelen kalmaz, giden gelmez…yeminle söylüyorum!..Allahın indinde bir din vardır ki, şimdiki dininizden çok daha hayırlıdır. Allahın göndereceği bir peygamber vardır ki, gelmesi çok yakındır. Gölgesi üstüne düşmüştür. Ne mutlu o kimseye ki o peygamberin yanında yer alsın. Peygamber de ona hidayet etsin. O’na isyan edenlere yazıklar olsun!..” Kus b. Said, müjdelediği peygamberin kendisini dinlediğinden habersizdi. Peygamberimiz gençlik yıllarında dinlediği bu konuşmayı peygamberlik yıllarında anlatırken: “Kus bin Said’in: ‘Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur’ şeklindeki ifadeleri, hiç aklımdan çıkmıyordu.” demişti. Peygamberimiz bu sözleri söyledikten sonra onun için dualar etti. Ve onun konuşmasını hatırlayan başka bir kişinin daha olup olmadığını sordu. Hz. Ebu Bekir bu konuşmayı hatırladığını söyleyerek baştan sona okudu. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Umarım ki Cenab-ı Hak onu ayrı bir ümmet olarak diriltir” dedi.
Şamlı Yahudilerden İbn Heyyiban Peygamberimize vahiy gelmeden iki yıl kadar önce Medine ye yerleşmiş ve çok geçmeden hastalanıp yataklara düşmüştü. Vefat edeceğini anlayınca oradaki Yahudileri topladı. Onlara şunu söyledi: “Ey insanlar. Yiyecekleri ve içecekleri bol bir ülkeden neden geldiğimi biliyor musunuz?” diye sordu. Kimse bir şey diyemedi. “Yakında bir peygamber gelecektir. Onu görmek için buraya hicret ettim. Kendisine bağlanmayı umarım. Siz de ona bağlanmakta acele edin!..”dedi. İbn Heyyiban beklediği peygambere erişemedi. Fakat bir çok Yahudi bu sözü hatırlıyordu. Daha sonra ki yıllarda peygamberimizi gördüklerinde: “İbn Heyyibanın haber verdiği ve kendisine uymamızı emrettiği Peygamber budur!.” diyerek İslam dinini seçtiler.
Hz. Osman Müslümanlığı seçtiğinde Peygamberimizin yanına gelip: “Ya Resulallah!..Ticaret için gittiğimiz Şam dan dönerken Maan ile Zerka arasında konaklamıştık. Biraz uyuduk. Bu sırada bir ses, bize: ‘Ey insanlar uyanın!..Çünkü Ahmed Mekke de zuhur etti. (Peygamber olarak geldi!..) diye bağırdı. Mekkeye geldiğimizde senin Allah tarafından Resul seçildiğini öğrendik.” dedi.
Peygamberimiz her fırsatta Kabeye uğruyor ve Hacerü’l Esvedi ziyaret ediyor, sonra tavafa başlıyordu. Bir gün yine oraya geldiğinde müşriklerin bir araya toplandığını ve kendisine baktıklarını gördü. Onlara aldırmadan tavaf yaparken, yanarından geçmek zorunda kalıyordu. Bu sırada kendisiyle alay edip gülüyorlardı. Bir ara tavafta tam yanlarından geçerken onlara sokulup: “EyKureyşliler!..Allaha yemin ederim ki O nun sizin hakkınızda verdiği helak müjdesiyle geldim..” dedi. Bu ifade Peygamberimizin istemesiyle onların anında helak edileceğinin ifadesiydi. Müşriklerin bir çoğu Peygamberimizin Allahın Resulü olduğun biliyor, Peygamber olarak gönderildiğine inanıyorlardı. Fakat inat, gurur ya da Müslüman olmaları halinde nüfuzlarını ve menfaatlerini kaybedeceklerine inandıkları için kabul etmiyorlardı. Bu, aslında asırlar boyu devam edecek bir inancın başlangıcıydı. Bir kişinin ya da bir hususun doğru ve iyi olduğuna (içinden) inanılacak ve kabul edilecek, fakat nüfuz kaybı endişesi, menfaat kaybı korkusu, mevki-makam-rütbenin yok olacağı telaşından doğru ve hak olan mesele inkar edilecek, yok hükmünde konuşulabilecekti. Hatta adına zarar konusu bile gündemde oluşturulabilecekti. Çünkü müşriklerin Peygamber Efendimiz için yaptıkları da bundan başka bir şey değildi. Ama netice değişmeyecek, kader doğruların tarafında tecelli edecekti. İşte müşrikler Peygamberimizin bu helak haberi karşısında çok büyük bir korkuya kapıldılar. Başlarını öne eğip öyle kaldılar. Peygamberimizin kendisi için ‘bu ümmetin firavunudur’ dediği Ebu Cehil bile tutulup kaldı. Çünkü gizleseniz de saklasanız da içinizde bir eğrilik ve yamukluk varsa, doğruların karısında hem korkacaksınız, hem de lal, yani dilsiz olacaksınız. Nihayet Ebu Cehil şöyle konuşabildi: “Ey Kasımın babası! Senin yolun doğrudur, öylece git!..Vallahi sen bunlar gibi cahil değilsin’ havayı yumuşattı. e-mail:naimozguner81@gmail.com