Melek MAKSUDOĞLU
Kendi Kendini Aşağılatmak
Londra’da bir sempozyumdaydım. Dört konuşmacı var, üçü erkek biri kadın. Moderatör de erkek. İki konuşmacı sunumlarını yaptılar, sıra kadın konuşmacıya geldi. Moderatöre döndü ve “eğer bu kravatını çıkartmazsan konuşma yapmayacağım ve salonu terk edeceğim!’ dedi. Kravatını çıkartmasını istemesine bir anlam verememiştim. İngiliz politik sisteminde yaşlıların konumları tartışılan bir sempozyumda kravatın ne alakası vardı? Bazıları destekleyerek kadın konuşmacıyı alkışlıyordu, ben ve benim gibi garipseyerek ne oldugunu anlamayanlar da vardı salonda. Moderatörün taktığı kravatta bir kadın yüzü varmış. Ve bu kadınalara büyük saygısızlıkmış, büyük küstahlıkmış. Kadınları küçük düşürüyormuş. ‘Kendimi tekrarla istemiyorum Mr Richardson’ dedi kadın konuşmacı. Moderatör ise şaşkınlığını üzerinden attı ve özür dileyerek kravatını çıkarttı. Kadın konuşmacının ne anlattığını hatırlamıyorum ama feminizm akımının nerelere geldiğine şahit oldum.
Yıllar sonra Londra’da bir iş yemeğindeyiz, bir restoranda oturuyoruz. Masada yedi kişiyiz ve üçü erkek. Biz hem yemeğimizin hem de toplantımızın ortasındayken restoranın kapısından bir genç kız girdi. Barbi bebeklerinin canlanmış haliydi sanki. Kızın güzelliğini burada uzun uzun tasvir etmeyeceğim ama bir kadın olarak ben bile gözlerimi alamadan o güzel kıza baktım. Çok ilginç bir şey oldu. Masamızdaki üç erkekte o kızı gördüler ve o tarafa bakacaklarına kafalarını ters istikamete çevirdiler. Hatta bir tanesi sandalyesinin yönünü değiştirerek kızın oturduğu masaya tam sırtını dönmüş oldu, halbuki yüzünü dönerek gözünü dikmesi gerekiyordu. Ben hayretler içinde müslüman olmayan belki hiç bir dini olmayan bu üç İngiliz adamın tuhaflıklarını anlamaya uğraşıyorum. Öyle ya alışmışız Müslüman erkeklerin yanlarında eşleri varken bile yanlarından geçen kadınlara hiç ömürlerinde bir kadın görmemiş gibi baktıklarına. Nereden bileyim iş arkadaşlarımızın bize saygısından dolayı çevreye bakınmadan saygınlıklarını koruduklarını. Hiç bulunmadığım için bilemeyeceğim ama gece klupleri gibi yerlerin sürekli dolup taştığını duyuyoruz ve bir gecelik ilişkilerin de oradan tanıştığı insanlarla yaşadıklarını da anlatırlar arkadaşlar. İlk isminden başka bir şey bilmene gerek yok derler. Bir komşum torunu olacağı için çok mutlu olduğunu söyledi. Kızı, erkek arkadaşından ayrıldığında da çok sevinmişti, “evrende yer kaplayan bir gereksiz” derdi onun için. Barıştılar mı yoksa dedim. Yok dedi, klupten bir gecelik, kızımda numarası dahi yok, adam görevini tamamladı da yazık baba olacağını bilmiyor, dedi.
Demek Müslüman olmayan bu insanlar ne dinini, ne ırkını, ne de mesleğini her an ön plana çıkartmadan zamanı ve yerinde yapıyorlar yapacakları ahlaksızlığı..
Ürdün’de, Ürdün Üniveristesinin Arapça hazırlık bölümünde ders alırken bizim sınıfta Arapça öğrenen bir Hristiyan misyoner vardı. Adam çok gayretliydi ve sınıfta hepimizden iyiydi. İngilizce konuşanlar az olduğundan sohbet ederdik ders araları. Bana Hristiyanlığı anlatacak olurdu ben ise İslam’ı anlatmaya hiç çabalamadım. Bir gün beni yemeğe ve kiliselerine davet etti. Önce evine gidip ailesiyle tanıştım. Amerikan filimlerinde gördüğümüz gibi ev hanımı çok tatlı bir eşi ve üç çocuğu vardı. En küçükleri çok sevimli bir kızdı ve evdeki köpeklerine bir rahat gün yüzü göstermediği belliydi. Ama köpek onun küçük bir çocuk olduğunu bildiğinden ve alıştığından olsa gerek sadece onun elini, yüzünü yalayarak tepki veriyordu. Yemekten sonra gittik ayinlerine. Kilise değildi, bir okulun büyükçe sınıfında toplanmışlardı. Bir İsa heykeli koymuşlar, onun onünde bir papaz anlattı bir şeyler. Bitince insanlar oturdukları sandalyelerden kalkıp sıraya girdi papaz efendinin önünde. Bir lokma ekmek ve bir yudum şarap içmeye. Hz İsa’nın kanı ve etinden nasiplenip feyz alacaklar. Yok dedim ben feyz almayayım. Bir kadın geldi yanıma beyaz Amerikalı. Arapça öğrenmiş, iki yıldır Ürdün’de yaşıyor eşiyle birlikte. Bana “ Arapça aslında çok yüce bir dil, çok kutsal. Mesela, Tanrı kendisi için rahim diyor. Rahim aynı zamanda kadınların çocuk yapabilmesi için bahşedilen bir organ. Kadına da verdiği büyüklüğü, yüceliği görebiliyor musun. Bizde sadece ‘womb’tur. Ama Allahın bağışlayıcı sıfatı kadına veriliyor. Araplar farkında değil!’ demişti. Bir müslüman olarak ben de hiç düşünmemiştim.
Yabancıları, Müslüman olmayanları överek Müslümanları aşağılamak değil amacım. Zaten çoğu Müslümanlar yaşayış tarzlarıyla fazlasıyla kendi kendilerini aşağılatıyor.
2004 yılında Fas’ta bulunduğumuzda nereli olduğumuzu merak ederlerdi. Türk olduğumuzu duyunca korkuyla kaçarlardı. Bir anlam verememiştik. Sorduğumuz insanlar ise cevap vermekten kaçınmıştı. 2016 yılında tekrar gittim Fas’a. Türk olduğumu duyunca yılışık bir gülümsemeyle ‘Aşk-ı Memnu ve Muhteşem Yüzyıl’ demeleri midemi bulandırıyordu ama ahlaksızlığı göklere çıkartan yasak aşk dizisiyle ve Osmanlı Devleti sadece Harem’den ibaret izlenimi veren serisiyle gözlerinin içi parıldayan Arapları suçlayamazdım.
Peter Pomerantsev’in ‘Nothing is True and Everything is Possible-Adventures in Modern Russia’ (Hiç bir şey doğru değil ve herşey mümkün-Modern Rusya’da maceralar) kitabında Sovyetler Birliğinin yıkılmasında oynayan en büyük faktörün televizyonları başı boş bırakıldığı ve Putin devletin başına geçer geçmez televizyon proğramlarını kendi ve Rus Devlet politikasına göre düzenlediği, Survivor türü ve canlı gündüz kuşağı proğramlar cinsi yapıtlarla insanların beynini kullanmaları gerekmeyen, akılları ve beyinleri uyuşturan, bol reytingli televizyon proğramları koyulduğunu anlatıyor. Silaha yatırım yaptığı kadar internet üzerinden yapılan saldırılara da bütçe ayıran Putin hükümeti, televizyonu boş bırakmamıştır.
Türkiye’de de çok sevilerek izlenen bu dizilerin gerçek hayatlara dokunmadığını düşünürken çok safmışım. İstanbul’da geçenlerde bindiğim taksi şöförü dertliymiş, konuşmaya başladı. ‘Yedi yıllık evliydim. Beş buçuk yaşında kendi kızım zannediyordum. Meğer başka adamdanmış. Yani evlenir evlenmez mi başka adamlara gitmeye başladı bu? Boşanma davası açtım ama abla söyle ben ne yapayım? Yüreğim yanıyor, kendimi köprüden mi atayım?’ derken öyle bir ağlıyordu ki. Koskoca bir adamın çaresizce ağlayışına ilk defa tanık olmuştum ve bir erkeğin ağlaması kadar korkunç bir ses yokmuş dünyada.
Batı’yı örnek alıyoruz diyeceğim fakat neyi örnek alıyorsak kesinlikle Batı değil. Rusların politikası gibi beyinleri uyuşturan proğramlardan bol bir şey yok, insanların da şikayeti yok. Gördüğüm kadarıyla feminizm akımına, feministlere de verip veriştiriliyor ama İngiltere’de ne bulaşık deterjanı reklamında ne de araba sileceği reklamında kullanılan bikinili barbie bebek şeklinde kadınlar var.
Gümbür gümbür bir nesil geldi, ne olduğunu anlayamadığım. Kendini geliştirip yükselmesini ve milletimizi dahi yükseltmesi beklenirken kendi kendini alçaltan, ahlaklı görünen ahlaksız. Sonumuz hayr olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.