Tahirhan GÜL
KAPİTALİST BATI ELİTİ VE İSLAM
Dostlar kapitalist batı eliti güçlü olan devletleri hiçbir zaman istememiştir. Çünkü güçlü devlet demek halkını düşünen ve onları düşündüğü içinde getirdiği kurallarla piyasayı düzenleyen, gümrük koyan ve iç vergilerle vergilendirme yaparak şirketlerin kar oranlarına daha fazla müdahaleci olan devlet demektir. Ayrıca kalite ve sağlık denetimi, iş güvenliği ve daha birçok müdahale ile şirketleri disipline de eder. Devletlerin güçlü olduğu ülkede üretim ve ticarette vatandaşın fayda oranı artar. Oysa gücün patronlarda olduğu dönemde yani güçsüz devlet yönetimlerinde ise patronlar kazançlı çıkar.
Batı eliti geçmiş yılarda doğudan Avrupa’ya göçmen gelmesine pek ses çıkarmadı. Çünkü bunlar ucuz iş gücü demekti. Aynı zamanda milli devletin zamanla zayıflaması kozmopolit bir yapı ve vatandaşlık bağı ile bağlanan insanların oluşturduğu düzen Kendilerine karşı milli bir güç haline gelinmesini de engelleyecekti. Bu yüzden uzun süre ses çıkarılmadı
Ama zamanla Avrupa için bu göçmen nüfusu özellikle Avrupa eliti için çok ciddi risk olmaya başladı. Bazı ülkelerde Müslüman göçmenlerin oranı yüzde onu aşmaya başladı. Buna ek olarak yerli halktan da göçmenlerle akrabalık bağı ya da sosyal ilişkiler sonucu Müslüman olanlar çok fazla olmaya başlayınca işi tehdit olarak görenler çoğaldı. Şunu düşünmeye başladı batı eliti; hem nüfus artış hızı göçmen Müslümanlarda çok fazla üstelik sürekli dışardan göç almaktalar ve Avrupalıların kendi içinde de Müslümanlığı kabul edenler ciddi oran da belki de yirmi ya da otuz yıla bazı Avrupa ülkelerinde nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil edecek. Bu batılı elit için felaket demektir. Merkeze parayı alan bir kapitalist düzen merkeze insanı alan bir dinin temsilcileriyle karşı karşıya kalacaktı.
İşte buz yüzden Avrupa’da Müslüman nüfusu düşman bilen bir yapı oluşturulmaya başlandı. Çünkü bu yapı hem yeni yetişen Müslüman gençliği kendisini ifade etmede başarısız kılacaktı. Hem de oluşan radikal Hristiyan din milliyetçiliğiyle Müslümanlara yaşama alanı tanınmayacaktı. Ve birçok Avrupalıya ön yargılar aşılanarak İslam diniyle de tanışması da önlenecekti. Bunun için önce Almanya’daki Türkler hedef seçildi. Evlerinde çıkan esrarengiz yangınlar ve küçük çaptaki mikro milliyetçi saldırılar oldu. Ama ne yaptıysalar olmadı. Netice de batı eliti vahşi kapitalizmi benimsemişken batının avam takımı romantik kapitalizmi seçmişti. Bunun en güzel örneği Suriyeli göçmenleri elitler Avrupa’dan uzak tutmaya çalışıp hatta akdenizde botlarını batırırken batının avam takımı göçmenleri koşulsuz kabul ediyordu.
Ve neticede son yirmi yılda batı eliti toplumu değiştirme ve radikalleştirmek için yeni bir yol buldu. Etki tepkiyi doğurur felsefesiyle şunu yapmaya çalışıyorlar; radikal sözde İslami olduğunu söyleyen marjinal oluşumları kendi elleriyle kurup bunlar vasıtasıyla batıyı tehdit ettirip hatta bazen terör olayları yaratarak batı toplumlarını otomatikman savunma pozisyona sokup radikalleştiriyorlar. Bunla da kalmıyor özelliklede Avrupa’da farklı radikal Hristiyan milliyetçisi topluluklar kurularak genç Avrupalılar fanatize ediliyor. En son 2014 kurulan Müslüman düşmanı pegida hareketi Lutz Bachmann denilen alman, adi suçlarla yargılanmış hapis cezası almış biri tarafında kurulmuştur. Ama ne hikmetse kurduğu hareket çok çabuk büyümüş tüm Avrupa’da taraftar bulmuştur. Nasıl olurda bu kadar çabuk büyür yorumunu size bırakıyorum.
Burada Avrupalı Müslümanlarda dikkat etmelidir. Çoluk çocuklarını terörize olmuş, İslam ismini kullanarak taraftar çekmeye çalışan sapkın bazı gruplara kaptırmasınlar. Yine Avrupa’daki düzgün İslami topluluklar yıllardır yaptıkları bir yanlış var ondan dönmeliler. yanlış şu, birçok bina varken gidip kiliseleri alıp cami yapmasınlar. Bu radikal Hristiyan gruplara propaganda malzemesi sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Biz nasıl ki bir caminin kiliseye çevrilmesini kabul etmezsek aynı şekilde Avrupa dada bu hareket toplumda ters tepki yapabilir.
HİKÂYE NAME
Hikâye bir arkadaştan. Arkadaş anlatıyor; okuldan arkadaşla çıktık eve doğru geliyorduk. Hava soğuktu akşam olmak üzereydi. Evimiz fatih çarşambada iki katlı bir İstanbul eviydi. Beş arkadaş kalıyorduk. Malum İstanbul üniversitesi ile Çarşamba arası baya mesafe hem soğuk hava hem de dersten çıkmış açıkmışız o yüzden hızlıca eve doğru gidiyorduk. Fatih camisi avlusunda bir simitçi ile karşılaştık adamın nerdeyse tüm simitleri duruyordu. Acıkmışız yanımdaki arkadaş hemen simitçinin yanına gitti. Ben içimden iyi olur diyorum neticede yemek yapma olmayacak evde çay simit zahmetsiz bir öğün demek. Arkadaş simit ne kadar dedi adam (şimdilerin) 75 kuruş dedi. Arkadaş 10 tane verir misin dedi Ben öğrenci refleksiyle 50 kuruş olmaz mı dedim adam titrek sesle olur dedi. Arkadaş hayır emek ediyor 75 kuruşsa 75 kuruştur dedi. Ben diyor arkadaşım dayanamadım simitçiye o zaman bir tane bedava olsun dedim diyor. Arkadaşı hemen benim arkadaşımı kolundan tutup kenara çekmiş ne yapıyorsun baksana adamın üstüne başına zaten gariban çoluk çocuğunun rızkı için bu soğuk havada simit satıyor. Simit var demekten bile çekinecek kadar sessiz gariban. Adamın kazanacağı birkaç lirayı da tekrar gerimi alacan deyince bizim arkadaş bir anda şok oldum diyor. Ben diyor öğrenci refleksi birazda hırstan diğer o boyutu kaçırmışım. Dünyaya iyilik güzellik gözlüğü ile bakmak lazımmış.
Selam ve dua ile
Dünyaya iyilik güzellik gözlüğü ile bakmak dileğiyle
not: sizin ’de kendi başınızdan geçen hikayeniz varsa yukardaki adresime gönderirseniz yayınlanabilir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.