Demliyazılar
Düne Kadar Bir Dikili Ağacı Olmayanların Şimdi Dikili Binaları Var…
Düne Kadar Bir Dikili Ağacı Olmayanların Şimdi Dikili Binaları Var…
Cezmi KOÇ
Ben hayatta hiç siyasetten haz etmem. Siyaset benim karakterime ve ilkelerime tamamen ters. Genellemek istemiyorum ama çoğunlukla siyasetçi demek; sözünün eri dememek, siyasetçi demek; dürüst dememek, siyasetçi demek; hakka hukuka riayet etmemek demek, siyasetçi demek; koltuk sevdalısı demek, siyasetçi demek; hırs demek, siyasetçi demek; tul-i emel demek, siyasetçi demek; adam kayırmak demek, siyasetçi demek; devletin tüm imkânlarından fütursuzca faydalanmak demek, siyasetçi demek; dün dündür, bugün bugündür demek, siyasetçi demek; rantın sevdalısı demek…
Aslında bu cümleyi uzatabiliriz. Ama ben burada ana başlıklarla ifade ettim.
Yaşım 50 oldu, belli bir hayat tecrübem var. Ben kim siyasete atıldıysa ikbalinin de o kadar genişlediğini gördüm. Daha düne kadar meteliğe kurşun atanlar, şimdi kazandıkları paraların ve hırsların altında eziliyorlar.
Daha düne kadar dervişim diye geçinenler şimdi ne kadar da dünyalık olduğunu bu gözler gördü.
Daha düne kadar bir yerlere ben siyasete bulaşmayacağım diyenler, şimdi siyasetin göbeğinde yer alıyorlar.
Önemli olan bunu bir yerlere değil beyne ve gönle yazmak gerektir.
Günümüz Türkiye’sine bakıyorum da muhafazakâr kesimdeki siyasetçiler bile siyasetin özünden uzaklaşmışlar ve artık dava adamı değil para, pulun adamı olmuşlar.
Biraz geriye gidelim, doksanlı yıllara. O zaman tüm dindar olarak bilinen insanlar davasının adamıydılar. Bir oy fazla almak adına geceleri uykusuz geçirmişlerdi. Partisinin pankartlarını asmak için ne çileler çekmişlerdi.
Ama günümüz siyasetçileri ile doksanların siyasetçileri arasında tam yüzseksen derece fark var.
Çok acınacak duruma geldik. Eskiden derviş siyasetçiler vardı, şimdi ise sadece kimliği Müslüman olan siyasetçiler var.
Ayrıcı bu siyasetçilerin yanı sıra siyasetçilerin sırtından geçinenler de var. Nerede bir ihale varsa yalakalık müessesine harekete geçirerek pastadaki payın en büyüğünü almaya çalışıyorlar.
Alın teriyle kazanılmamış bir zenginler güruhu çıktı ortaya. Evet, bu zenginler ne zenginleri; inşaat zenginleri. Hiç fabrika yapan, üretim yapan, tarlada mahsul üreten zenginler var mı? Yok. Çünkü en rahat zengin olma yolu al arsayı, dik binayı, süsle püsle, biraz pohpohla ve rantın dibine vur. Ne ala memleket.
Düne kadar bir dikili ağacı olmayanların şimdi koca koca dikili apartmanları var.
Niçin böyle oldu?
Çünkü şu an iktidarda olan partide dava adamlarının sayısının tamamen az olmasından kaynaklanıyor. Doluşmuşlar partiye ve sağmal inek gibi sağmaya çalışıyorlar. Kimi? Devleti, vatandaşı.
Cumhur Reis metal yorgunluktan bahis ediyor. Bence metal yorgunluktan önce şunu araştırsın; siyasete ilk kez girenlerin, yıllar sonra bir baksın ne kadar mal, mülk sahibi olmuş. Bunları araştırsın ve siyasetten soyutlasın. Eğer bunları araştırmazsa Sayın Reis, gün gelir partisi ANAP gibi siyasi çöplüğe doğru gider. Zaten Allah geçinden versin o bu dünyadan gitse, partinin artık esamesi okunmaz.
Onun için Sayın Cumhur Reis aşağıdaki menkıbeyi okumalı ve okutmalı. Okurken de gönülden okumalı. Eğer aşağıdaki hikayenin sırrına erersek işte o zaman davasının adamı olan mükemmel siyasetçilerimiz olur.
İsterseniz can kulağıyla okuyalım bu hikayeyi;
Hazret-i Ömer (r.a.), Musul’a bir vali tayin eder. Bir süre sonra; Musul’daki bütün fakirlerin listesini bana gönder! diye haber gönderir.
Vali de, en başa kendi ismini yazıp listeyi gönderir. Hazret-i Ömer (r.a.) şaşırır. İki kişi görevlendirip; Valimin yaşayışını öğrenin! der.
Onlar gelip; Musul’u gezdik. Validen daha fakir kimseyi bulamadık. Ekmeği suya batırıp katıksız yiyor. derler. Hazret-i Ömer (r.a.), bütün fakir fukarayı doyurur, 1000 altın da valiye gönderir. Vali, altınları hanımının önüne döküp der ki:
– Hazret-i Ömer (r.a.) bunları gönderdi, ne yapacaksan yap!
– Şu on taneye, hemen pazardan şunları şunları al, gel!
– Kalan ne olacak?
– Lâzım oldukça kullanırız.
– İzin ver, bir iş ortağı bulayım, parayı işletsin. Hem altınlar kalır, hem kâr getirir.
Hanımı kabul eder. 10 altınla hanımın istediklerini alıp, kalanları, fakir fukaraya dağıtır. Eve gelince hanımı sorar:
– Ne yaptın?
– Altınları ortağa verdim.
– Çok iyi. Kâr ne zaman?
– Ayın başında.
Ayın başında, hanım sorar:
-Kâr nerede?
-Daha ölmedik, ölseydik Cenâb-ı Hak verecekti. Ben altınları fakirlere dağıttım; çünkü Rabbimden daha iyi ortak bulamadım. Hepsi beni kandırıyordu; ama Rabbim kandırmaz. Bire 700 verir, 7 000 verir; ama tam verir.
Epey kavga gürültüden sonra kadın; Bugüne kadar çektiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de altınları fakirlere vermişsin. Biraz yüzümüz gülecekti, yine fakir kaldık. diye kocasını evinden kovar. Vali, yatmak için bir arkadaşının evine gider. Birkaç gün geçtikten sonra, hanımlar valinin hanımına gelip; Sen yanlış yaptın. Adamcağız kendi evinden de oldu. derler. Kadını yumuşatırlar. Sonunda barışırlar. Vali eve gelir. Hanımı der ki:
– Halife bir daha gönderirse ne yaparsın?
– Aynısını yaparım. Eğer benim gördüklerimi görseydin, benden önce dağıtırdın.
– Ne görüyorsun?
– Sevindirdiğim her bir fakir için, Allah teâlâ gökten bir nur indiriyor, o nur güneşi karartıyor. O nurları gördükten sonra, mümkün olsa, daha fazlasını veririm.
Sağlıcakla kalın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.