Ufuk ÇOKSÜRER
İRAN’IN SÜNNİ VE TÜRK DÜŞMANLIĞI (1)
İran, asırlar boyunca genelde Sünni, özelde ise Türk düşmanı hüviyetiyle temerküz etmiş olan bir devlettir. Sünnilere ve Türklere olan bu husumet, bugün de teolojik bir zemin üzerinde kurulmuş olan totaliter molla rejiminin canhıraş gayretiyle son sürat devam etmektedir. Hem de eskiye nazaran çok daha aleni, çok daha kesif ve çok daha sistematik bir şekilde…
“Mezhepçilik hastalığı” İran’ın gözünü o kadar döndürmüştür ki, mevcudiyeti boyunca hemen hemen hiçbir gayr-i müslim devletle savaşmayıp müteaddit defalar dindaşı olan Osmanlı’ya karşı savaşma garabetinde bulunmuştur. Osmanlı’nın Avrupa’da yaptığı her savaşı fırsat olarak bilip, devamlı surette Osmanlı’ya arkadan hançeri saplamıştır. Günümüzde ise, bu durum İran’ın hem ulusal hem de uluslararası arenada Türkiye karşıtı siyasetiyle tek taraflı bir düşmanlık olarak devam etmektedir. İran, bu tutumunu asırlar boyunca İslam âleminin lideri olmuş olan ve günümüzde ise bu konumunu fiili anlamda olmazsa bile gönüllerde devam ettiren Türkiye’ye karşı olan bu kıskançlığını devlet siyaseti haline getirmek suretiyle devam ettirmektedir.
İran’ın, İslam âlemine fenalıkları saymakla bitmeyecek kadar fazladır. Bunlardan birisi, 1989’da Hint asıllı İngiliz vatandaşı olan Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabını yayınlaması sonrasında, İran’ın bu durumdan kendine vazife çıkartıp sırf İslam âleminin başı rolüne soyunmak adına Rüşdi hakkında ölüm fetvası vermesidir, İran’ın Rüşdi’yi öldürene 3 milyon ABD doları vereceğini söylemesiyle, bugünkü Batı’da var olan kötü İslam imajının temelleri atılmıştır. Hiç kuşkusuz 1979’da Tahran’daki ABD büyükelçiliğinin basılıp 71 ABD’linin 444 gün boyunca esir tutulması da Müslümanların Batı’daki olumsuz imajında etkili olmuştu.
İran’ın İslam âlemine yaptığı kötülük sadece imaj meselesiyle kısıtlı değildir. Aslında Sünni bir tarikat olan ”Bektaşilik”i Alevileştirerek bunu yeniçeriliğe bulaştıran da onlardır. Hatta Osmanlı fütuhatının(fetih) önünü kesmek üzere bu tarikatın merkezini Arnavutluk’ a taşımak da onların işidir. Anadolu’da kuş uçmaz, kervan geçmez köylerin saf halkını Alevileştirmek de onların melânetidir. 1992-95 yılları arasında Bosna’ya gönderdiği silahlarla kendisini Boşnaklara ve İslam âlemine şirin göstermeye çalışan İran, hemen akabinde cephelere ve kırsal kesimlere gönderdiği misyonerlerle Boşnakları, Şiilikle zehirlemeye çalışmıştır. Bugün ise, aynı şeyi Somali’de yapmaktadır. Somaliler kendilerine gelen yardımlardan sonra her defasında Şii misyonerlerin vaazlarını dinlemek zorunda kalmaktadırlar. Şii misyonerlerin yardımsever görünmek maksadıyla Somalili bir futbol takımına yaptığı yardım sonrasında çocuklara Humeyni’nin resimleri eşliğinde poz verdirmesi İran basınına geçen yıl yansımıştı.
İran Türkiye’de de mezhepçilik faaliyetlerini gizliden gizliye sürdürmektedir. İran’ın dini merkezi konumunda olan ve tüm İslam âlemi için bir fitne yuvası olan Kum vilayetinde yetiştirilen Şii din adamları, Türklerin bağlı olduğu Sünniliği ifsat etmek için Türkiye’ye gönderilmektedirler. Belli başlı yayınevlerinde basılan kitapların, halife ve sahabe düşmanlığı gibi konular muhteva etmesinin yanı sıra, okuyucunun kafasında daha evvel emin oldukları hususlarda bolca soru işareti bırakan minvalden kitaplardır. Son yirmi yıldır Türkiye’de TV ekranlarında yapılan peygamberimizin sünnetini aradan çıkartıp tek kaynak olarak Kur’an’ı kabul etmek türünden görüşlerin yüksek sesle yapılıyor oluşu buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Devam edecek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.