HUKUK ÖZGÜRLÜKTÜR

Bir yorumcunun veya daha üst düzeyde bilgi ve tecrübeye sahip olan mütefekkir diye tanımladığımız insanların yeri geldiğinde içinde yaşadığı toplumu bilgilendirme ve farkındalık kazandırma görevi olduğuna inanıyorum. Hele hele o toplum, çoğunluk gerçeği ile kendilerini yönetme görevini alan,  sandık sonrası her şeyi unutarak otoriterliğe ve keyfi bir idareye doğru giden siyasiler tarafından yönetiliyorsa bu daha da zorunlu hal alıyor.

Yakın zamandan beri ülkemizde yaşanan bir nevi geriye gidiş diyebileceğimiz hadiseler karşısında susmak veya düşünceleri saklamak, nötr olabilmek mümkün değil.

Olumsuz olarak niteleyebileceğimiz tüm bu yaşananların altında yatan şeyin “ Küresel vizyonsuzluk ve demokrasi tanımının diğer modern, gelişmiş ülkelerde pek de rağbet edilmeyen, en basit algısı olan “ her şey sandıkta çözülür” yaklaşımı olduğu görülmektedir. Maalesef bu yaklaşımın bir ötesi olan keyfi bir otorite ile ortaya konan pek çok hukuk dışı karar ve uygulamaların hesap verebilirliği bir sonraki seçimlere kadar ortadan kalkmakta,  yargıya yapılan müdahalelerle de hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilmektedir.

Şimdilerde ülkemiz Türkiye’mizde hukuka yukarıdaki açıklamalara örnek gösterilecek yeni bir dönem yaşıyoruz. Bir yandan hukuka saygı gösterilmesi gerekirken diğer taraftan mahkeme kararları uygulanmıyor. Savcıların tasfiyeleri dışında diğer alanlarda da iktidarın yargıya meydan okuduğu apaçık ortada.

Bu noktada söylenecek tek şey var;  yukarıda değindiğimiz çoğunluk gerçeği, hukukun ihlalini, rüşveti, baskıyı, yalanı, tezviri ve şantajları meşru kılamaz. Çoğunluğun böyle bir yetki kullanma hakkı yoktur, olmamalıdır.

Keyfi uygulamaların en tehlikeli yaklaşımı ise iktidarlarca kabul edilmeyen, kişisel veya kurumsal görüşlerin sahipleri hakkında  “milli olmayan” veya “meşru olmayan” yakıştırmaları olmaktadır.

AYM başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın kurumun 52. kuruluş yıldönümünde yapmış olduğu konuşmaya gecikmeden gelen tepkiler de bu refleksle olmuştur. Aslında normal demokratik bir ülkede hatta herhangi bir ülkede sıradan karşılanabilecek bu konuşma, ülkemizde hep “bize özgü şartlar” bağlamında yine abartılı tepkilere maruz bırakıldı.

Son derece iyi hazırlanmış, akıcı, anlaşılır bir metindi.

Sorunların kaynağının hukuksuzluk veya hukuka olan müdahaleler olduğunun altını çizen Sayın Kılıç, bunun yanında hukuka olan ihtiyacımızın da ne kadar çok olduğunu vurgulamıştır.

Konuşmasını ilk bölümlerinde kamu gücünü kullananların da vatandaşlar gibi hukuki ilkelerle kuşatılmış olduğunu, verilen kararlardan hukuk dışı sonuçlar çıkararak, mahkeme mensuplarını itibarsızlaştırma gayretlerinin iyi niyetle bağdaştırılamayacağını ifade eden Kılıç, sonraki bölümlerde ise AYM’nin siyasi amaçlar doğrultusunda hareket ettiği  ve “milli” olmamakla suçlanmasının içeriğinin ve derinliliğinin olmadığı sığ eleştiriler olduğunu vurgulaması belki de konuşmanın en can alıcı noktası olmuştur.

Ayrıca yargıda ortaya atılan “paralel” iddialarının kurum içinde neden olduğu travmaya da dikkat çekerek, eğer böyle bir yapı varsa bununla mücadelenin hukuk devletine yaraşır şekilde yöntemler uygulayarak gerçek olduğunun ispatına ve faillerine bir saniye bile beklemeden gerekli yaptırımların uygulanması gerektiğini açık ve net istemiştir.

Dün mağdurken sığındığı bir kuruma karşı güçlü olduğunda saygı duyması gerekli olan bir kesimin siyaset adına son derece acımasızca ve katı bir tarafgirlikle bu kurumun üzerine gitmesi anlaşılır gibi değil.

HOCAEFENDİNİN İADESİ VEYA SINIRDIŞI EDİLMESİ TALEBİ

Bu konuda merkezi hükümet tarafından ilk adımın Başbakan Erdoğan’ın  19 Şubat’ta ABD Başkanı Obama ile gerçekleştirdiği bir telefon konuşmasıyla atıldığını hatırlamaktayız.  Başbakan, Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili iade isteğini Obama’ya ulaştırdığını ve kendisine bu konuya olumlu bakıldığı cevabını aldığını ifade etmişti. Fakat daha sonra Beyaz Saray, bu diyaloğun çarpıtıldığı açıklayarak yalanlama getirdi.

ABD’deki uzmanlar son dönemlerde tekrar gündeme gelen iade konusundaki isteğin resmi olarak yapılması halinde talebin incelenebileceği fakat genel anlamda yasal temeli olmadığı için kabul edilemeyeceği yönünde düşüncelerini belirtmişlerdir. Buna dayanak olarak da ülkelerinde Hocaefendi hakkında bugüne kadar herhangi bir soruşturma veya dava açılmamasını göstermekteler. ABD hükümetinin bu isteği kabul edebilmesi için, yargı sisteminde suç olarak kabul edilecek bir durumun söz konusu olması ve mevzu edilen kişinin suç işlediğine dair kuvvetli bir kanaatin bulunması gerekmektedir.

Böyle bir durum söz konusu olmadığına göre…

ABD tarafından böyle bir istek New York Times’ın ifadesiyle “ gayet kaba bir girişim ve Türkiye- ABD ittifakını istismara yönelik” bir istek olarak kabul görmektedir.

Görüldüğü gibi yapılan açıklamalar hukuk kaynaklı, hukukun hakkı verilerek yapılan son derece adil, tarafsız, mantıklı ve şeffaf bir tarzda ortaya konmaktadır.

Her şey bu kadar net ve açıklayıcı olmasına rağmen bendeniz hukuk kaynaklı bu korumayı ülkemizde hala bazı kesimler tarafından şöyle karşılanacağını duyar gibiyim “ işte ne olacak ABD’nin adamı, o bu ülkenin siyasileri tarafından desteklenmekte, CIA onu hep koruyor…

Allah iz’an versin ne diyeyim…

ulvi_sevecen@hotmail.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum