HOCAEFENDİ VE SÜKUTUN ÇIĞLIKLARI

Çok sevdiği milletine ve insanlığa hizmetten başka hiçbir düşüncesi olmayan muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve kendisini her zaman içlerinden biri olarak gördüğü hizmetkar yol arkadaşlarına  karşı ortaya atılan son insafsız iftira, sadece kendi muhiplerince değil, tüm Türkiye’de büyük tepkilerle karşılandı. Bu iftiranın bir siyasi parti lideri tarafından dilllendirilmesi ise hiç de sürpriz olmadı.

Seçim arefesinde ilk zamanlar siyasilerin uslup problemlerinden yakınırken, ondan da öte akla hayale gelmeyecek ahlak dışı söz ve davranışların da sergilendiğini alenen görmekteyiz.  Herkes kendi karekterini sergilemede adeta yarış içerisinde.

Böyle bir atmosferde nedense başı derde giren, siyasi söylemlerinde tıkandığını gören, eksen kayması yaşayan kim varsa, faturayı “hizmet” e kesmekte , okyanus ötesiyle kavga etmeyi büyük rant olarak görmekteler. Fakat son olayda isnad edilen şey, Bülent Korucu’nun dediği gibi bırakın bir hocaefendiyi, düz vatandaşlara söylemeden önce kırk defa  düşünülmesi gereken bir suçlama niteliğinde. Hem de toplumun önünde atılan bir iftira, büyük bir ahlak ihlali. Bunu yapanlar, delillerini ortaya koymadıkları takdirde tarih ve Türk milleti önünde zor durumda  kalacaklardır. Her şeyden önemlisi hayat sonrası ötelerde büyük  bir günahın ağırlığıyla ezileceklerdir.

Hocaefendi, geçmiş ve günümüzde kendisine ve hizmete sırtını vermiş vefalı dostlarına yöneltilen tüm hakaret ve iftiralara  yıllarca kamil bir müminin ortaya koyacağı bir duruşla hiddet ve şiddetini hep içine atarak karşılık vermiştir.

Kendileri, yıllar önce yayınlanan “ Sükütun Çığlıkları” adlı bir makalesinde karşı karşı bırakılan benzer davranışlar sonrası ruh dünyasını dışa yansıtan düşüncelerini şöyle dile getiriyor:

“Yıllar var ki, sükûtun çığlıkları hep sesimin önünde uğulduyor; zulmü lânetlemek, zalimin yüzüne tükürmek, müfterîye ağzının payını vermek, mütecâvizin sesini kesmek, komplocuya "yeter artık" demek tâ dilimin ucuna kadar geliyor ve tabiatımın cidarlarını zorluyor; ama, kimseye bir şey diyemiyor/demiyor; Allah'ın görüp bildiğini düşünüyor, olup bitenleri kaderin mutlak adaletine bağlıyor, bir iki yutkunuyor; sonra da yeniden bütün hiddet ve şiddetimi her zaman muhabbetle çarpan kalbime emanet ediyor; karakter, düşünce ve üslûbumun hatırına herkesin yalan-doğru sesini yükselttiği durumlarda ben bir "Lâ Havle" çekip "Buna da eyvallah" demekle yetiniyorum.

Gerçi böyle davranmak çok defa zalimi cesaretlendiriyor, müfterîyi daha da küstahlaştırıyor, mütecâvizleri saldırganlığa sevk ediyor; ama, ben kendi kendime: "Ne de olsa bunlar da insan, bir gün insan olduklarını düşünür ve bu tür münasebetsizliklerden vazgeçerler." diyor -bu bir hüsnüzan belki de kuruntu- herkesin insafa geleceği bir eşref saat beklemeye koyuluyorum; koyuluyor ve içimde oluşan değişik dalga boyundaki hafakanları ve çok defa mülâyemet hislerimi zorlayan fırtınaları sebepler üstü nevzuhur beklentilerle yumuşatmaya, göğüslemeye çalışıyor; hatta yer yer derûnî bir sükût murâkabesine dalarak âdeta kendi his dünyamın dışına kaçıyorum. Zaman geliyor ki, içimi kanatan bir kısım şeyler karşısında kendime acıyor, bazen de âleme karşı saygılı olayım derken kendime saygısızlık yaptığım hissine kapılıyorum; kapılıyorum ama, yine de her zaman bir zıpkın gibi sineme saplanan onca yalan, onca tezvîr, onca şeytanî plan karşısında dönüp nefsime: "Tâ baştan derdi derman kabul ettiğine göre, bu şikayet tavrı da neyin nesi? Dişi olan elbette ki ısıracak, pençesi olan da parçalayacak; hakkı kuvvette görenler mevcut olduğu sürece bunu değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez; öyleyse herkesi hoş gör." deyip çığlıklarımı içime gömüyor ve duygularımı sükûtun çığlıklarıyla dillendiriyorum.

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, düşmanlığa kilitlenmiş kimselerin hadd ü hesabı yok, kinle-nefretle oturup kalkanlar, lânetle anılan cebbarlara rahmet okutturacak kadar insafsız, -benim olup bitenleri kalbimde yumuşatmam realiteleri değiştirmez- çokları ağızlarını her açışlarında firavunların gayzıyla köpürüyor; dinmiyor hiddetleri-şiddetleri ve doymuyorlar yakıp-yıkmaya, asıp-kesmeye, sorgusuz infaza; hemen her zaman bir "He-man" edasıyla kılıçlarını göklere doğru kaldırıyor ve "Güç bende!" diyorlar. Dünya bir baştan bir başa "hak, hürriyet, demokrasi, insan hakları.." gibi nakaratlarla inliyor; ama, hak kaba kuvvetin elinde zebûn, hürriyetin boynunda üst üste esaret tasmaları, demokrasi uygulayıcıların keyfine göre yorumlanan bir ucûbe..

……………………

Ben şimdilerde, olup biten bunca fezâyi ve fecâyii, o kendime has dar tarassut ufkumdan seyrediyor ve içimden "Ey Rab, ne kadar Halîm'sin! Bunca tagallüp, bunca tahakküm, bunca baskı ve bunca hakla, hürriyetle, demokrasiyle alaya rağmen Sen bütün bunları yapanlara mehil üstüne mehil veriyorsun." diye mırıldanıyor; bir kere daha, "Lâ Havle" çekiyor ve artık tabiatım hâline geldiğini zannettiğim o hayret ve dehşet televvünlü sessizliğime gömülüyorum.

Vakıa, haksızlık, zulüm ve tecavüz karşısında mutlak sükût şeytana mum yakma mânâsına gelir ve Nebî beyanıyla mezmumdur. Ne var ki, bir mü'min hiçbir zaman mutlak mânâda susmaz; eli-kolu bağlansa ağzını kullanır; ağzına fermuar vurulsa heyecanlarıyla duygularını seslendirir; bütün bütün tecrit edilip çevreyle alâkası kesilse içten içe hafakanlarla gürler ve sürekli mağmalar gibi köpürür durur.

Onun sessiz gibi duruşu, bir karıncayı bile incitmeyecek kadar incelik ve şefkatinden, emniyet ve güven felsefesinden, insanî değerlere saygısından, herkese merhametinden ve her işini Allah'a havale etmesinden ileri gelmektedir. Her şeyden evvel o bir denge insanıdır.

Izdıraplarını sinesine gömer, hâlden anlamayanlara ızdıraptan söz etmez; içten içe fırınlar gibi yansa da yutkunur fakat asla ses çıkarmaz; ölür ölür dirilir ama bunu kat'iyen kimseye hissettirmez.

Bu itibarla da hiç kimse onun nasıl bir alev topu ve bir kor yığını olduğunu tamamıyla bilemez; onu da kendileri gibi görür, kendileri gibi sanırlar. Oysaki, eğer onun inancı, tabiatı ve yaşatmaya adanmış o hasbî ruhu müsaade etseydi de sinesinin heyecanlarıyla bir kere olsun gürleyiverseydi, bütün saksağanlar seslerini kesip kuytu bir yer aramaya duracak ve bütün yarasalar da karanlık inlerine çekilip sükût murâkabesine dalacaklardı. Ama o, tam bir güven ve emniyet insanıdır, karakterinin gereğini yerine getirmede de fevkalâde hassastır. İncinse de kimseyi incitmez, kendisine zulmedilse de o asla can yakmaz.

Aslında, onun ruh dünyasında her zaman birbirinden daha ürpertici hüzün resimleriyle, milletini içinde bulunduğu gâilelerden kurtarma humması iç içedir; hafakan ve ızdırapları dâim, beyin fırtınaları ve diriliş hamleleri de mütemâdîdir.

…………………………………

İşin aslına bakılacak olursa, heyecan ve ızdırap hem kaderimiz hem de talebimiz oldu. Şahsımız hesabına yaşamayı bir bencillik saydık ve çok defa böyle bir telakkîyi de tiksinti ile karşıladık. Başkalarını yaşatma ve ebedî saadete hazırlama âdeta tutkumuz oldu; hem öyle bir oldu ki, bu dünyadan göçtükten sonra eğer yeniden bir kere daha bu âleme dönme söz konusu olsaydı ve bu yeni hayatın seçeneği de bize bırakılsaydı, biz yine "yaşatma" diyecek ve gerçek insanî ufka kilitlenerek her yanda insanlığı "ba'sü ba'de'l-mevt"'e götürecek mülâhazalarla nefes alıp verecek.. horlanıp hakir görülmelere aldırmayacak.. irtica yaygaralarına pabuç bırakmayacak.. iftira, tezvîr ve çeşit çeşit isnatlarda bulunanlara küsmeyecek, gönül koymayacak.. en amansız ve imansız tecavüzleri, tasallutları dahi sinelerimizde yumuşatacak, içimiz ağlarken gülmesini bilecek ve kimse incinmesin, insanlar rahatsız olmasın diye hafakanlarımızı içimizde baskı altına alıp sustuğumuz aynı anda his dünyamızdaki mağmaların gürültüleriyle oturup kalkacak ve hemen her zaman insan olarak yaratılmış olma özel konumuna göre bir duruş içinde bulunmaya çalışacaktık...

Kim bilir, belki de işte o zaman, birkaç asırdan beri şefkat, merhamet, adalet.. gibi gerçek insanî değerleri unutmuş pek çok kaba ve haşin tabiat umulmadık şekilde yumuşayacak ve insan olarak yaratılmış olmanın gereklerine yönelecektir.

Gelecek adına görülen rüyaların gerçekleşmesi adına daha bir hayli sükuta ihtiyaç var ve ihtimal işte bu sükutun arkasında o beklenen bahar....( Örnekleri Kendinden  Bir Hareket, Çağ ve Nesil 8, s.214-221, İst 2004 )

Yorumunu sizlere bırakıyorum...

 ulvi_sevecen@hotmail.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum