Sezai ÇİÇEK
Hakim Delirmiş Olmalı...
İş mahkemesinde açılan tazminat davasının 3.celsesine davalı vekili olarak katılmış, cevap dilekçesi ve tanık listesini de sunmuştuk. İlk duruşmaya, davalı tarafa tebligat yapılamamış, 2.celsede ise dava dilekçesiyle tensip zaptı işveren şirketin o tarih kapalı olan şubesine Tebligat Kanunu 35. Maddesi uyarınca tebliğ edilmişti. Müvekkil firma yetkilileri davadan, mahkemeden gelen, davacıya ait özlük dosyasının gönderilmesine dair yazısıyla haberdar olmuşlardı.
Şirket yetkilisinin anlatımına göre; “İşçi işyerinde yayvan metal saç paneli 4 kişi ile birlikte taşırken, parmağını vida yeri için açılan boşluğa geçirip, malzemenin kaide üzerine bırakılıp iteklendiği esnada kaza geçirmiş ve olayda çalışanın sağ elinin işaret parmağı birinci eklemden kopmuş.”
Davacı, avukatı aracılığıyla iş kazası nedeniyle uzuv kaybına dayalı olarak maddi ve manevi tazminat davası açmış ise de halen işyerinde çalışmasını sürdürüyordu.
Şirket müdürü davayı takip etmemizi isteyince, "usulü dairesince" cevap dilekçesini hazırlayıp, ilk katıldığımız duruşmada (ki bu celse davanın 3. oturumuydu) mahkemeye sunduk.
Hakim isim ve adreslerini bildirdiğimiz tanıkların bir sonraki duruşmada dinlenilmesi ve sair hususlara dair ara kararını zabıt katibine tane tane söyleyerek yazdırdı. Bizler yani davacı ve davalı vekilleri yeni duruşma gün ve saatının tespiti için beklerken ani bir gelişme oldu.
Mahkeme kürsüsündeki hakim, sol elinde tuttuğu, duruşmanın başlangıcında sunduğum davaya cevap dilekçesiyle ekindeki vekaleti, ani bir hareketle iki eliyle hışımla buruşturup adeta topaç haline getirdi.
O esnada duruşma salonunda davacı ve davalı vekili, zabıt katibesi, mübaşir Hasan ve hakim dışında başka hiç kimse yoktu. Hakimin elindeki evrakı topaç haline getirmesi üzerine, mübaşir Hasan’a doğru “ne oluyor böyle” der gibi baktım. Mübaşir “bizde olur böyle vakalar” şeklinde başıyla işarette bulundu. Daha saniyeler geçmesine rağmen sanki saatlardır bir şok yaşamış gibiydim. Duruşma salonunda sanki zaman durmuş ve adeta herşey taş kesilmişti.
Bu esnada, davacı vekili de hayret içerisinde kalmış ve bana bakarak, nasıl bir tepki vereceğimi takip ediyordu. İçimden kahkahayla gülmek yahut “ne oluyor burada” diye ortalığı birbirine katarak bağırmak geçti ama her ikisini yapmadım/yapamadım. Bu sırada salonda kimseden çıt bile çıkmadı. Sessizliği bozan yine ben oldum ve hakime:
“Hakime hanım, elinizdeki dilekçe galiba biraz buruştu. Biz orada şu taleplerde bulunmuştuk” diyerek, dosyamda örneği bulunan ve bir suretini hakime verdiğim dilekçemin ilk paragrafı okudum.
Hakim, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranarak, mahkeme kürsüsüne koyduğu dilekçeyi iki eliyle düzelttikten sonra, normal halinden de ciddi bir tavır takınarak “Avukat bey, dilekçenin okunmayan hiç bir yeri yok ki” diyerek az önce okuduğum paragrafı bu kez de kendisi tane tane tekrarladı ve böylece celse bitmiş oldu.
Duruşma salonundan koridora kendimi attığımda sanki peşimden kovalayan birisi varmış gibi koşarak, mahkemeyle aynı katta bulunan Adli Yargı Adalet Komisyonuna hakimi şikayete gittim. Telaşla geldiğimi gören sekretere komisyon başkanıyla görüşmek istediğimi söylediğimde, başsavcı ve ağır ceza mahkemesi başkanıyla komisyon toplantısında olduğu cevabını aldım. Bir iki dakika bekledikten sonra Adalet Komisyonu Başkanına daha sonra uğramak üzere oradan ayrıldım. Gün içerisinde olaya dair kızgınlığım geçince konuyla bir daha ilgilenmedim.
Bu şekilde davranmamın bir nedeni de salonda yaşanılanların aslında davalı vekili olarak şahsıma karşı yapılmamış olduğunu, hakimin bir anlık şok geçirdiği düşüncesiyle sonraki aşamada da olayın üzerine gitmedim.
Olayın yaşandığı haftadan sonra başka bir mahkemedeki iş için adliyeye gelip iş mahkemesinin duruşma salonunun bulunduğu koridora ulaştığımda, mübaşir Hasan: “Avukat Bey, haberiniz olsun sizin cevap dilekçeniz ve vekaletiniz bizdeki davanızın dosyasında yok. Benden duymuş olmayın” dedi.
Hemen mahkeme kalemine girip dosyayı incelemek için istedim. Dosyadaki duruşma zaptını kontrol ettiğimde, cevap dilekçesi ve ekinde davalı vekili olduğuma dair vekaletnameyi mahkemeye sunduğum yazılıydı. Lakin gerçekten de dosya içerisinde davaya cevap dilekçem ve avukatlık vekaletnamem yoktu. Bir sonraki duruşmada davacı vekiliyle celse öncesi koridorda karşılaştığımda kendisinde olan duruşma zabtıyla benim dosyamdakini karşılaştırdım, bendeki tutanakla aynıydı.
Davamızın 4. duruşmasında da evraklar dosyaya geri gelmemişti. Anladığım kadarıyla hakim kendisini şikayet edeceğim düşüncesiyle dosyadan cevap dilekçesi ve vekaletnameyi çıkartıp almıştı. Nitekim süreç içerisinde herhangi bir şikayet olmadığına kani olmalı ki ve olaydan yaklaşık 6 ay sonra dava dosyasına önce davalı şirket vekaletnamesi, bu tarihten iki ay kadar sonra da cevap dilekçesinin eklendiğini fark ettim.
Dilekçe buruşturulması hadisesi sonrasında dosyanın 3 duruşması daha yapıldı. Bu arada herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Sanırım dosyanın yedinci celsesiydi, 26 Haziran günü yapılacak olan. O sabah İstanbul’da adeta bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı için tüm yollarda trafik felç olmuştu. Güç bela adliyeye ulaştım. Duruşma salonunun önüne geldiğimde, bizim dosyanın duruşma listesinin 4.sırasında olduğunu gördüm. Mübaşir Hasan, beni fark edince “Avukat bey, davacı vekili, adliyeye gelmek üzereymiş. Kısa süre sonra burada olacağını ve kendisi gelinceye kadar dosyanın duruşmasını bekletmenizi rica etti” dedi.
Bir ya da iki dakika geçmeden, isimlerimiz okundu ve duruşmaya çağrıldık. Duruşma salonuna girdiğimde, hakim bizde önceki sırada olan dosyanın davalı vekiliyle tartışıyormuş. Konunun ne olduğunu anlayamadan, davalı tarafa ait yere doğru ilerledim.
Bu esnada mübaşir hakime:
“Efendim davacı vekili trafikteymiş, telefon etti, dosyanın bekletilmesini rica ediyor” dedi.
Ben hakimin cevap vermesini beklemeden “bekleyelim o zaman hakime hanım” dedim.
Hakim bana doğru gözlüklerinin üstünden dik dik bakarak:
“Bekleriz ama, davacı vekili buraya gelir gelmez, hemen dosyamızın duruşmasına başlayın demeyin, başlamam” dedi. Ben de Hakime, kendisinin konuşması gibi tane tane olarak:
“Davacı vekili buraya gelir gelmez hemen dosyamızın duruşmasını yapın demem. 10.30’da Beyoğlu Adliyesinde duruşmam var oraya yetişecek vakte kadar beklerim” diye cevap verip duruşma salonundan koridora çıktım.
Koridorda öğrendiğime göre benden önceki dosyanın da davacı vekili duruşmaya saatında yetişemediği için mahkeme kalemine telefon ederek celsesinin bekletilmesini rica ettiği için davalı tarafın avukatı hakime, “Biraz bekleyelim” demiş. Hakim de muhatabına, “Ya duruşmanızı şimdi yaparız ya da öğleden sonra saat 14.00’de” dediği için aralarında tartışma çıkmış.
Tabi ben bu tartışmadan habersiz duruşma salonuna girdiğimde, mübaşirin ilettiği davacı taraf vekilinin trafikte olması sebebiyle beklenmesi ricası üzerine hakimin, “Davacı vekili gelir gelmez, duruşmanın yapılmasını istemeyin” demesini anlayamamıştım. Kendimce meslektaş geldikten 5 ya da 10 dakika sonra bizim dosyanın duruşması yapılır diye düşünüyordum.
Bu arada zaman ilerledi, saat 09.40 olmasına rağmen davacı vekili mahkemeye gelemedi. 09.50 sularında davacı asil mahkemeye gelmiş oldu. Davalı avukatı Mustafa Beyi birkaç kez aramış olmama rağmen bulunduğu yeri söylemiyor ama trafik sıkışıklığı sebebiyle geciktiğini yoksa adliyeye yakın bir noktada olduğunu” söylüyordu.
Saat 10.00 olmuş ve listenin 9. Sırasındaki dosyanın duruşma bitmiş, sonraki davanın tarafları da henüz çağrılmamıştı. Hakime; "Davacı vekili gelmedi ama davacı şahıs burada. Bizim dosyamızın duruşmasına başlayabilir misiniz” diye rica ettiysem de hakim beni duymamış gibi yaparak hiçbir tepki vermedi. Yaklaşık 15 dakika içerisinde 4 ayrı dosyanın duruşması daha yapıldı. Bu süreçte bir dosyanın duruşması bitip, diğer dosyasının tarafları mübaşir tarafından çağrılırken, hakime ayrı ayrı iki kez daha dosyamızın duruşmasının yapılmasını talep ettiysem de bir netice alamadım.
Nihayet saat 10.20’gibi karşı taraf vekili Mustafa Bey’de duruşma salonuna geldi. O esnada bir dosyanın duruşması bitmiş, mübaşir bir sonrakinin taraflarını çağırmak üzereyken, davacı vekiliyle birlikte hakimden dosyamızın duruşmasının yapılmasını istedik. Lakin sayın hakim yine pek oralı olmadı.
Saat 10.25 sularında, Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesi yazı işleri müdürüne telefonla ulaşıp, mahkemelerinde saat 10.30’da yapılacak olan dosyamızın duruşmasının en son dosyanın duruşması sonrasına kadar beklenmesini rica ettim. Zira ticaret mahkemesindeki dosyamızın karşı tarafı davayı takip etmiyordu. Yazı İşleri Müdürüne, “Aslında tam vaktinde mahkemenizde hazır olurdum. Lakin iş mahkemesi hakimi bizi rehin aldı bu nedenle gecikeceğim” diye takıldım.
Bu arada saat 10.30’u gösterirken hakim iki dosyanın daha duruşması tamamlamış ve sıradaki davanın tarafları çağrılmış ve onlar da salondaki yerlerini yeni almışlardı.
Duruşma salonu dosyalarının sırasını bekleyen taraflarla vekillerinin hazır bulunması sebebiyle bir hayli kalabalıktı.
Bulunduğum yerden mahkeme kürsüsüne doğru 1-2 adım atarak:
“Hakime hanım eğer şimdi dosyamızın duruşmasını başlatmazsanız ben Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesindeki davamın celsesi için ayrılacağım” dedim.
Hakim bir an sessiz kaldıktan sonra, mübaşirin çağırdığı tarafların isimlerini henüz duruşma zaptına yazdırmaya başlamamıştık ki aniden zabit katibesine:
“Yaz kızım, mahkememizin 506 Esas sayılı dosyasının duruşması devam ederken, bu esnada başını bana doğru çevirerek “dosya numaranız neydi sizin” dedi. Ben ne olduğunu henüz anlayamadığım için cevap bile veremeden, ‘dosya numarasını ve ismini söylemeyen bir avukat, bu dosyanın duruşmasına ara verip bizim dosyamızın yargılamasını başlatın’ dedi.”, şeklinde konuşunca, kendimi tutamadım ve hakime çıkışırcasına:
“Hakime hanım, dosyamın numarasını ve ismimi vermiyor değilim. Dosya numaram 1125 Esas, adım da “Av. ... Zaten siz bu davanın bizim katıldığımız ilk duruşmasında da dilekçemizi buruşturup topaç yapmıştınız. Şimdi ben Beyoğlu Adliyesindeki davamın duruşma için buradan ayrılıyorum. Siz istediğiniz şekilde tutanak tutabilirsiniz”, deyip duruşma salonundan hızlıca çıktım.
Ertesi gün adliyeye gittiğimde, bari iş mahkemesinden de duruşma zaptını alayım diye kaleme uğradım. Mübaşir Hasan: “Avukat bey, sen dün duruşmadan ayrıldıktan sonra hakim, öğleye kadar baktığı tüm dosyaların duruşma zabıtlarına, ‘bu davanın duruşması devam ederken, ismini ve dosya numarasını vermeyen bir avukat mahkememize gelerek, bu dosyanın celsesine ara verip bizim dosyamızın duruşmasına başlayın dedi.’, şeklinde yazı yazdırdı, haberin olsun” dedi. Birkaç dosyaya baktığımda gerçekten de aşağıdakine benzer şekilde zabıt tutulduğunu gördüm.
Bizim dosyamızın duruşma zaptı ise aynen şu şekilde idi.
“….
...
Belirli gün ve saatte celse açıldı.
Davacı vekili Av. Mustafa ….hazır. Açık yargılamaya devam olundu.
Bu dosyanın duruşma saatinde mübaşir vasıtasıyla dosyanın tarafları seslenildi davacı vekili duruşma saatinde hazır olmadığından, davalı vekili de davacı vekilini beklemek istediğini beyan ettiğinden ve sırası gelen duruşmaların da yapılması gerektiğinden bu saate kadar beklenildi.
Mahkememizin 506 esas sayılı duruşması yapılırken, mahkememizin 1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bir vekilin, duruşma saatinde mahkememiz heyeti hazır olduğu ve bu vekil de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklediğinden duruşma yapılamadığından ve bu avukatın duruşmanın talep ettiği saat itibariyle duruşma yapılmasını istediği, ancak bu avukatın duruşmanın yapılmasını istediği anda mahkememizin duruşma listesindeki sırası ve saati gelen dosyasının duruşması yapılıyor olduğundan ve yapılmakta olan bir duruşmanın yarıda kesilip bir başka dosyanın duruşmasına geçilmesi kanunen mümkün olmadığından, mahkememizin 1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılması bu sebeplerle mümkün olmadığından bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılamadı.
Mahkememizin 506 esas sayılı duruşmasına başlanmadan önce, mahkememizin 1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan ve sorulduğunda adını söylemeyen bir avukatın, duruşma saatinde mahkememiz hazır olduğu ve kendisi de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklemek istediğinden duruşma tam saatinde yapılamadığı, ancak bu avukatın, kendi istediği saatte duruşma kendi istediği saatte bu avukatın duruşma yapılmasını talep ettiği saat itibariyle mahkememizin sırası gelen ve duruşma yapılacağı günler öncesinden kendilerine bildirilen bir dosyanın duruşmasının yapılıyor olması sebebiyle sözlü olarak serzenişte bulunduğu taraf vekillerine söylenerek bu dosyanın duruşmasından önce böyle bir talebi olan bu avukat beyin duruşmasının yapılmasına muvafakatları olup olmadığı soruldu.
Davalı vekilinin, bu avukatın işi acil ise sıramızı verebiliriz demesi üzerine mahkememizin 2008/1125 esas sayılı dosyasının taraf vekilleri seslenildi, duruşma saatinde mahkememiz hazır olduğu ve kendisi de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklemek istediğinden duruşma tam saatinde yapılamaması nedeniyle serzenişte bulunan avukatın hazır olmadığı diğer taraf vekilinin de, 506 esas sayılı dosyanın duruşması yapıldıktan sonra duruşmanın yapılmasını talep ettiği görüldü.
Davalı vekilinin rapora itiraz dilekçesi sunduğu görüldü. Örneği elden davacı vekiline verildi.
Davacı vekilinden soruldu: Bu celse aldığımız davalı vekilinin ek rapora karşı beyan dilekçesini kabul etmiyoruz, meslektaşımız nezaket gösterip beni beklemiş, mazeretli sayılmasını talep ediyorum, masrafını da ben vereceğim, yeni duruşma günü verilmesini talep ediyorum, ben kendisine telefonla da haber vereceğim dedi.”,
Her zamanki gibi durumdan mübaşirimizin işaretiyle haberdar olmuştuk. Sadece bu zabıtla yetinilse iyi. O gün öğleye kadar taraf olduğumuz dosyanın yukarıdaki şekilde düzenlenen celse zaptının giriş kısmındaki yazılı cümleler her bir dosyaya, ilgili davanın duruşmasına başlanıp, davanın taraflarının isimleri ve bir kısım bilgiler yazıldıktan sonra;
“Mahkememizin 2009/…. esas sayılı duruşması yapılırken, mahkememizin 1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bir vekilin, duruşma saatinde mahkememiz heyeti hazır olduğu ve bu vekil de hazır olduğu halde karşı taraf vekilini beklediğinden duruşma yapılamadığından ve bu avukatın duruşmanın talep ettiği saat itibariyle duruşma yapılmasını istediği, ancak bu avukatın duruşmanın yapılmasını istediği anda mahkememizin sırası gelen saati gelen duruşması yapılıyor olduğundan ve yapılmakta olan bir duruşmanın yarıda kesilip bir başka dosyanın duruşmasına geçilmesi kanunen mümkün olmadığından, mahkememizin 1125 esas sayılı dosyasının tarafı olan bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılması bu sebeplerle mümkün olmadığından bu avukatın talep ettiği anda duruşma yapılamadı.”, şeklinde eklenmiş.
Haliyle bana iletilen bu bilginin abartı olduğunu düşündüğüm için mübaşire “Hadi canım sende, hiç böyle zabıt düzenlenir mi” demem üzerine, “İsterseniz o gün saat 10.30’dan sonra duruşması yapılan dosyalara bir bakın” diyerek 25 Haziran tarihli duruşma listesini uzattı.
Gerçekten de dosyaların zabıtlarına baktığımda aynı cümlelerin yazılmış olduğunu gördüm. Hatta bizim sevgili hakimimiz aynı gün öğleden sonra yapılan dosyaların taraflarına da, sabahleyin bir avukat böyle böyle yaptı diye olayı ayrı ayrı anlatmış!
Olan olmuştu artık. Bu tutanakları gördükten sonra celse arasında ayrıntılı bir dilekçe ile hakim hakkında, “reddi hakim” talebinde bulundum. Bu tarihten sonraki ilk duruşmada, mahkeme hakimi konuyu zapta aşağıdaki şekilde geçti:
“… Davalı vekilinin hakim reddi talep dilekçesi örneği mübaşir vasıtasıyla davacı vekiline verildi.
Davacı vekilinden soruldu: Bu talebin reddine karar verilmesini istiyoruz, yargılamayı uzatmaya yöneliktir, bu aşamada bu talebin reddi ile davamızın kabulüne karar verilmesini talep ediyoruz” dedi.
G.D:
1-Davalı vekilinin hakim reddi talep dilekçesinin duruşma sırasında sunulmuş olması nedeniyle ve duruşmaya ara verilip incelenmesi yoluna gidildiği taktirde taraf vekillerinin de bekletilmesi durumu ortaya çıkabileceğinden bu talep hakkında önümüzdeki celse karar verilmesine,
2-Bu nedenlerle duruşmanın 24 Ağustos günü saat 10.31 bırakılmasına karar verildi.”
Sonraki günlerde uyaptan dosyanın içeriğindeki belgelere baktığımda, hakimin “reddi hakim” talebimizi reddettiğini öğrendim.
Tabi sayın hakimin psikolojik sorunlar yaşadığını, önceki yıllarda başka bir adliyede görevli iken uzun bir süre tedavi olduktan sonra mesleğe geri döndüğünü, Genelkurmay’da “dayısı” olduğu (annesinin kardeşi) için dokunulmadığını(!)da duymuştuk. Lakin bunlar abartı ya da yakıştırma da olabilir.
Sayın hakimin birkaç ay sonra iş mahkemesindeki görevinden alındığını duymuştum. Nihayet bir gün kendilerini aynı adliyedeki bir ağır ceza mahkemesinde üye olarak görev yaparken görmek şerefine nail olduk…
Hayat böyle işte, bir o mahkemedesiniz, bir bu mahkemede...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.