Fatma Ç. KABADAYI
Genç Yazar Yunus Karaçöl ile Kalemi Üzerine...
Okumayan bir toplum körelmeye mahkûmdur. Yunus KARAÇÖL
Bu hafta size aslen Ağrı Doğubayazıtlı fakat Iğdırlı sayılan genç ve verimli bir yazarımızı tanıtalım istedim. Sevgili Yunus Karaçöl’ü… Genç yazarımız kalemine sevdalı, yazdıkları kısa sürede yeni baskılara ulaşan bir kardeşimiz…
Doğu bölgelerinde yaşayanlar, görev yapanlar bilirler. Buralarda Türkçe bilmeyen birçok çocuk gelir okula. Okuma yazma öğrenmesi için önce Türkçe öğrenir ve bu da zaman kaybına neden olur. Arkadaşlarından geri kalırken okula hevesi olmaz, derdini anlatamaz, zorlanır. Fakat bir şey var ki o her şeyi başarması için yeter. O da azimdir. Belki o yaşta farkına varmaz ama vardığında da durdurabilene aşk olsun. İşte genç yazarımız da okuma yazmayı dil nedeniyle geç öğrenen ve sonradan tabiri caizse durdurulamayan… Kendisiyle her şeyi baştan konuşalım dilerseniz.
“Öncelikle teşekkür ediyorum. Vakit ayırdığınız için. Yunus Karaçöl için ilkokul ne ifade ederdi? Neler anımsıyorsunuz o günlere dair?”
Asıl ben size teşekkür ederim, genç kalemlere kendini ifade etmesine yardımcı olduğunuz için. İlkokul aslında benim yazı hayatımın bir dönüm noktasıdır. O zaman yazma yeteneğimin olduğunun farkına vardım. İlkokula giderken kısa, basit düzeyde şiirler karalıyordum. Bunun yanında ilkokulda sevdiğim bir kız vardı, platonik aşk yaşadığım biriydi, o beni hiç sevmedi ama ben onu çok seviyordum, mektuplar yazıp ona yolluyordum. Bir keresinde hiç unutmam beşinci sınıftayken ona yazdığım mektubu götürüp okul müdürüne vermişti, Müdür Bey beni yanına çağırmıştı, babacan bir tavırla bana bu işlerden uzak durmamı derslerime önem vermemi söylemişti.
Aşk, bende erken başlamıştı ama geç biteceğe benziyordu… Bunun dışında ilkokulda Iğdır’da ders çıkışları çarşıya gidip ayakkabı boyacılığı yapıyordum. Yani anlayacağınız benim için hayatla mücadelem o yıllarda başladı.
Henüz yedinci sınıftayken başladığınız gazete işinin heyecanını bilenlerdenim. Ben o kadar erken başlamadım ama gazete çıkarmanın tadı bambaşkadır. Çocukça ve mertçe yazabilmek, ilgiyle takip edilmek, favori olmak, yazılacağından korkanları sakinleştirmek… Ben de gazete çıkarmayı kız yurdundan kovulmak üzere olduğum zaman bırakmıştım. Sizin gazete çalışmalarınız neleri kapsardı? Onları saklıyor musunuz? İyi ki de yapmışım, yazmışım dediğiniz yazılarınız nelerdi?”
Kovulma ihtimalinizin gerçekleri yazmanızdan kaynaklandığını zannederim; üzüldüm, benim gazetemin adı Bilim Gazetesiydi, ama açıkçası pek bilim ile alakası yoktu. Gazetemin içeriğinde şiirler, aforizmalar, fıkralar ve her hafta ödüllü bilmeceler yer alırdı. Bilmeceyi bilen arkadaşlara çeşitli hediyeler veriyordum, bu da gazeteye olan ilgiyi daha çok arıtıyordu. Arkadaşlarım farkında olmadan araştırmanın derinliğine ulaşıyorlardı. Bunun yanında bazen faydalı bitkilerin nasıl kullanılacağıyla ilgili yazılar yazıyordum. Ne yazık ki o gazeteleri muhafıza edemedim, bu da beni çok üzdü. Ben yazları İstanbul’a çalışmaya gidiyordum, o gazetelerimi dolapta saklamıştım ama ailem Ağrı’daki evimize gidince ev temizliği yapmışlar, benim gazetelerde temizlik kurbanı olmuşlardı. Bunu sonradan onlardan öğrendim…
İyi ki yazdığım dediğim oluyor, eğer o zamanlar cahil cesareti ile yola çıkıp kendimce bir şeyler yapmasaydım, şu an hiçbir eserimi yazmamış olurdum. O zamanlar iyi ki yazdığım dediğim tek yazım soyadımı araştırıp bunu yazıya dökmem oldu diyebilirim.
“Şimdilerde Karabük’te Coğrafya Öğretmenliği bölümünde okuyorsunuz. Fakat biz sizin aslında tiyatroya ilginiz olduğunu öğrendik. Keşke konservatuvar olsaydı dediğiniz oluyor mu? Bir yazar olarak zaten tiyatro oyunları yazmaya devam edeceğinize inanarak soruyorum.”
Önceleri keşke dediğim çok oldu ama artık demiyorum. Lise yıllarında “Uyanıklar Dünyası” adlı tiyatro eserim üzerinde çalışıyordum. Hatta benim bir ekibim vardı, yazdığım oyunları okul okul gezip sergiliyorduk. Herkes bana ‘Oyunculuk yeteneğin var konservatuvar oku’ diyordu. Bende bunu çok istiyordum. O zamanlar ÖSS sınavı vardı, şimdi ismi YGS, LYS oldu. Sınava girdim, puanım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesine yetiyordu ama ben puan ile değil yetenek ile bir üniversiteye girmek istiyordum. Bundan dolayı İstanbul Üniversitesi yetenek sınavına girdim, ama ne yazık ki oraya gittiğimde acı gerçek ile karşılaştım. Dışarda görüştüğüm bir genç, yalnızca sekiz kişinin alınacağını, bunlarında torpil ile olacağını söyledi. Ben gene de moralimi bozmadan sahneye çıkıp yeteneğimi sergiledim ama sonuç hüsran, o genç haklı çıkmıştı…
O günden sonra tekrar Iğdır’a döndüm bir sene daha sınava hazırlandım, sonunda Coğrafya Bölümünü kazandım. Coğrafya okurken gene tiyatro ile ilgilendim, bir kitap çıkartım. Ama bu aralar farklı projeler üstünde çalışıyorum, ondan dolayı tiyatroya biraz uzak kaldım ama ilerde imkânım olursa bir dizi de ya da bir film veya tiyatroda yer almayı düşünüyorum.
“Yayınlanmış eserlerinizden konuşalım. Bir kadın kaç mezar? İlgi çekici bir isim. Kapaktaki nottan anladığımıza göre bir cinayetten sonra olayların çözülmesiyle ilgili. Aslında ben ismi ilk okuduğumda şöyle düşünmüştüm; bir kadının aşkından ya da azabından hayatı zehir olanları anlatıyor olmalı. Bu eserinizde neyi anlattınız? Kurgulamak kolay oldu mu? İzlediğiniz filmlerden ilham aldığınız mı?
Kitabın içinde yasak aşk var ama asıl konusu aşk değil cinayetler üstüne bir roman. Ankara-Karabük-İstanbul üçgeninde gelişen ve oradan da ABD’ye sıçrayan olaylar serisini kapsıyor. Kitabın içinde uluslararası çalışan büyük bir organ şebekesi var, bu organ şebekesinin en büyük kollarından bir tanesi de Türkiye’de kimsenin aklına gelmeyecek bir isimdedir. Bu organ şebekesinin hedefinde ailesinden kopmuş kadınları, kızları tuzağına düşürüp organlarını alıp satmak… Bunlarla mücadele etmek için dedektif Bay Girdap, okyanuslar ötesinden kalkıp Türkiye’ye olayları araştırmaya geliyor ve olaylarda böylelikle başlamış oluyor. Ama dedektifin Türkiye’ye gelme amacı; cinayetleri çözmeye çalışmasının yanı sıra asıl araştırdığı geçmişinde ailesini kimin katlettiği… İki sene ön araştırma yaptığım kurgu konusunda bir sıkıntı yaşamadım, sadece oturup kelimeleri sıraya koydum. İlham olarak filmlerin aksine yabancı polisiye romanları bana daha çok yol gösterdi, diyebilirim.
“İlk eseriniz Aşk ve Acı’yı lise yıllarında yayınladınız. Böyle bir kitabı yazabilmek için o yaşta ya hayal dünyanız çok geniş olmalı ya da bilgi birikiminizin çok iyi olması gerekir. Sizce yeterli miydi? Tabi ben şu anki gençlerle kıyaslıyorum. Sadece internete ve oyuna ilgisi olanları… Keşke bekleseydim dediğiniz oldu mu?”
O an için yeterli olduğumu söyleyemem şu an içinde yeterli olduğumu düşünmüyorum ama beni öyle bir yazma hevesi sarmıştı ki kendime engel olamadım, lise birde “Aşk Ve Acı” romanımı yazdım, lise iki de yayınlandı. Bu roman, bana ‘Başaramazsın, yapamazsın’ diyen herkese yapabileceğimi göstermemin en büyük kanıtı oldu. Bekleseydim, iyi olurdu diyemem. Çünkü o zaman bu kadar hevesle yazmaya odaklanmazdım… Bu romanımı şu an güncelliyorum, ekleme-çıkartma yapıyorum, yani bir nevi yeniden yazıyorum. Çünkü lisede okuyan bir öğrencinin bilgisi ne kadar olabilir ki? Ne yaparsa yapsın kitapta yazım ile ilgili çok hatası çıkar. Bende şimdi bu eserimin ikinci baskıya girmesi için yeniden düzeltiyorum. Ama çocuk ruhuyla yazılan bir eser her zaman bana daha çok ilgi çekici gelir.
“Uyanıkla Dünyası isimli eserinizin konusu nedir? Bilgi verebilir misiniz? İsim aşamasında neler yaşadığınızı anımsıyor musunuz?”
Konusu; toplumun iç yüzü. Bu eserimin içinde altı oyun yer almaktadır, beşi komedi biri dram. Komedi olan oyunlarımda, toplumda kendini akıllı kurnaz zanneden insanların aslında ne kadar zavallı olduklarını ve bu durum karşısında düştükleri gülünç durumu anlatmaya çalıştım.
Bu kitabımda yer alan oyunların isimleri; Hastane Manyağı, Uyanık Apti, Kızını İstiyorum, Mahpushane, Öğretmen Öğrenci İlişkisi, Rüşvet Kapısı. Oyunların isimlerinde de az da olsa içeriğiyle ilgili bilgiler veriyor. Bu oyunlar yazıldıktan hemen sonra yaklaşık bin seyirci karşısında sahnelenerek büyük beğeni topladı. İsim konusunda hiç sıkıntı yaşamadım, çünkü biz toplum olarak sahtekârız, ondan dolayı isim kendiliğinden ortaya çıktı…
“Yazmak diye bir kavram olmasaydı dünyanızda, neyi seçerdiniz?”
Daha önceleri çok uğraştığım tiyatroyu seçerdim. Eski zamanlarda yazılı metinlere bağlı kalmadan meddahlar sahneye çıkar yeteneklerini sergiler, halkı hem güldürüp hem de düşündürmeye iterlerdi. Bir nevi yazamadıklarımı düşünür, düşündüklerimi de böyle konuşarak ifade etmeye çalışırdım.
“Yunus Bey, sizden daha genç kalemlere yazma konusunda neler tavsiye edersiniz? Muhakkak okumalı diyebileceğiniz birkaç yazar ve/veya kitap ismi alabilir miyiz?”
Her yazarın söylediği ve artık klasik haline gelen çok kitap okumalarını öneriyorum, çünkü bir insan okumadan yazamaz demiyorum ama kaliteli eserler ortaya çıkaramaz, yazdıkları basit düzeyde kalır. Onun için çok okumaları gerekir, tabi bu benim içinde geçerlidir. Önerebileceğim yazar ve eserleri şöyle olur:
- Stieg LarssonMillennium Serisi (3 cilt)
- Jean-Christophe Grangé Siyah Kan
- Elif Şafak Aşk
- Gonca Çiftçioğulları Gece Gelen Ölüm
- Nejla Arslan Kurt Görücü usulü Aşk (2 cilt)
- Yaşar Kemal İnce Memet (4 cilt)
“Uğur Tuna Yayınları ile çalıştınız. Yayıneviniz hakkında bilgi verir misiniz? Ne gibi hizmetleri var, beklentilerinizi karşıladı mı? En önemlisi de sanıyorum dağıtım. Eseriniz her ile ulaştı mı?”
Yayınevimin ana merkezi Konya’dır. Öncelikle eserlerimi yayınladıkları için Uğur Tuna Yayınları ailesine teşekkür ederim. Kendileri çok iyi insanlar, fakat reklam konusunda zayıf kaldıklarını düşünüyorum. Çünkü çoğu okurum bana bulundukları şehirde ya da kasaba da kitabı bulamadıklarını ifade ediyorlar. Bu konuyla ilgili yayınevim harekete geçmeye başladı. Bundan sonra dağıtımın ve reklamın daha iyi olacağını umuyor ve kendi yazarlarına imza günü yapmalarını diliyorum.
“Bir Kadın Kaç Mezar? isimli kitabınızdan bir paragraf okumak istesek okurlarımızla paylaşır mısınız?
Gözleri bir bant ile bağlı, demir bir sandalyeye çırılçıplak bir şekilde zincirlenmiş olan kadın; çaresiz bir şekilde sesinin alabildiğince bağırıyordu. “Lütfen yardım edin!” kadının sesini duyan kimse yoktu. En son nerede olduğunu, buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı ama aklına bir şey gelmedi. Korkudan kusmaya başladı, kusmuğu vücudundan aşağı yer çekimine uyarak süzüldü. Bir yandan da ağlıyordu. Bulunduğu yerde kimse yok gibiydi...
“Şu sıralar son kitabınızın ikinci serisini yazdığınız duyumunu aldık. Nasıl gidiyor?”
Şu an için çok iyi gidiyor. Üçleme olacak polisiye kitabım “Bir Kadın Kaç Mezar’ın ikinci serisi de bitmek üzere. Çok yakında okurlarım heyecanla bekledikleri ikinci seriye de kavuşacaklar.
“Geleceğe dair hedef ve projeleriniz hakkında ipucu alabilir miyiz?”
Öncelikli hedefim bu sene bitecek olan üniversitemden sonra çok çalışıp atanmak. Ondan sonra üçlememin son serisini yazacağım. ‘Bir Kadın Kaç Mezar?’ adlı polisiye romanımın beyaz perdeye aktarılması da söz konusu. Böyle bir şey gerçekleşirse o zaman hayatın gidişatına göre farklı projeler yazıp bunları da hayata geçirebilirim.
“Okumak için kendinize bir günde ya da hafta da ne kadar zaman ayırırsınız?”
Günlerimin çoğunu yazarak ve okuyarak geçirdiğim için burada saatten veya zamandan söz etmem yanlış olur. Çünkü benim için okumak yaşamın kendisidir.
“Yazar/yayınevi/okur kelimeleriyle bir dilek dileseydiniz ne dilerdiniz?”
Çok param olsaydı, kendime bir yayınevi açıp eserlerimi okurlarıma kendim ulaştırmak isterdim.
“O sanırım bütün yazarların hayali... Peki Yunus Bey, okurlarımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?”
Yazarlara daha fazla sahip çıkmalarını ve onların eserlerini alıp yaygınlaştırmalarını istiyorum. Çünkü okumayan bir toplum körelmeye mahkûmdur.
“Çok teşekkür ediyoruz, nice yeni eser ve yeni baskılara diyoruz.”
Asıl ben size çok teşekkür ederim, bana kendimi ifade etmemi sağladığınız için, bu güzel röportajı gerçekleştirdiğiniz için ve en önemlisi de; yazan insanlara değer verdiğiniz için…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.