Ünal SADE
Geleceği Merak-Geçmişe Özlem…
İster kehanet diyelim, ister öngörü geleceğe yönelik tahminler yapmak hep cazip olmuştur. İnsan yaşadığı dönemdeki teknoloji, bilim, sosyal ve dini hayattaki değişimlere bakıp hayretler içeresinde kalırken hep merak etmiştir. “Biz bunları yaşıyorsak 100 yıl sonra ne olacak?”
Bu konuda tarihe geçen tahminler yapılmış. Nostradamus’un kehanetleri gibi meşhur olanları da dahil bu kehanet ve öngörüler hakkında çok konuşulmuştur. Tabii ki konuşulmaya da devam edecektir.
İslam tarihinde de en güzel haber verici olan Hz. Peygamberin geleceğe yönelik sözleri her zaman “Dini Hayatımızda” önemli işaretler olarak dikkatle takip edilmiş ve “İstanbul’un Fethi” müjdesi gibi geleceğe yönelik müjdeleri Muaviye döneminden itibaren İstanbul’a yönelik “fetih” hareketlerine kaynak olmuştur. Bugün hala gizemini koruyan “kıyamet” hadisleri de bu bağlamda hep merak edilmeye ve tartışmalara konu olmaya devam edecektir.
2000’li Yılları yaşadığımız şu günlerde geçmişte bizim yaşadığımız bu yıllara ilişkinde pek çok tahmin/öngörü yapılmıştır.
Fransız sanatçı Jean-Marc Côte, “2000 Yılı Fransa” adıyla bir resim dizisi hazırlamış, 1899, 1900, 1901 ve 1910 yıllarında yapılan resim dizisinde, 2000’li yıllarda günlük hayatın nasıl olabileceğine dair tahmini tasvirler göz önüne serilmiştir.
Resim dizisinin bazıları, Paris’teki 1900 Dünya Sergisi sırasında puro kutuları ve kartpostalları da süslemişti.
2000’li yılların Fransa’sı için
Havada tenis oynama,
Görüntülü Konuşma,
Deniz altında Kriket oynama,
Hava Taksi,
Uçan Gemiler,
Sesli Gazete,
Hava Postacısı
Kimyasal Yiyecekler,
Uçan İtfaiyeciler,
Yürüyen ev,
Gibi pek çok tahmin ilginç çizimlerle hayal dünyasını süslemişti. Yukarıda iki örneğini vereceğim (Görüntülü konuşma ve Uçan Trafik Polisi) bu hayallerin bir kısmı gerçekleşirken bir kısmının hala “hayal olarak kalmaya devam etmiştir.
Yine Fransa Kongre Kütüphanesi'ndeki belgelere göre 1800’lü yılların sonunda Fransız illüstratör Albert Robida, 2000'li yılları resmetti.
19. yüzyılın sonlarında bir bilim kurgu üçlemesi yazan Robida aynı zamanda Jules Verne'nin kitaplarını resimleyen kişi olarak da biliniyor. Örneğin: Denizler Altında 20 bin Fersah.
Yine:
Havada giden gemilerin gökyüzünde kurulan limanlara yanaştığı,
24 Saat yayın yapan tv,
Eyfel kulesinin tepesindeki durağa yanaşan bir satı taksi,(Üstteki İlk Resim)
Hava Otobüsü,(Aşağıdaki Resim)
Müşterilerin hava taksileriyle geldikleri hava restoranları
Gibi pek çoğu hala hantalı olan tahminler yapmıştı. Bunların da bir kısmı hayal olarak kaldı…
Gelecek hep merak konusu olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Ancak bu yazının sonunda benim bir gelecek öngörüm olmayacak. Hatta daha farklı bir noktaya temas ederek yazımı noktalayacağım. Hep olacakları merak ederek yaşarken farkında olmadan elimizden kayıp giden şeylerden bahsedeceğim. Jean-Marc Côte ve Albert Robida’nın hayallerini kurdukları yılların çocuklarının, 80-90 lı yıllarda yaşayan çocukların ki bu dünya henüz “dijital” in ele geçirmediği bir dünyaydı. O çocukların dünyasını bugünün çocukları hiç bilmeyecek.
Sokakta rahatça korkmadan oynamayı, sekseki, ip atlamaya, saklambacı, yakan topu, mendil kapmacayı, sokak aralarında oynanan mahalle maçlarını, isim şehir oynamayı, uzun eşeği, kendisinin yaptığı uçurtmayı uçurmayı, bilyeli arabaları, gazoz kapaklarını velhasıl oyunu kendilerinin kurguladığı oyuncağı da kendilerinin yaptığı dünyayı,
Akrabalığın, komşuluğun çıkar ilişkilerine dayanmadığı ve iç içe olunduğu yılları,
Komşudan tuz, yumurta vs vs her şeyi istenebildiği, herkesin birbirini tanıdığı ve dayanışma içerisinde yaşadığı mahalle hayatını,
“Müsaitseniz annemler size oturmaya gelecek” cümlesinin anlamını,
Sobanın üzerinde kaynayan çayı, üzerinde pişen kestaneyi,
Sınırlı sayıda fotograf çekebildiğimiz ve baskıya verdiğimiz fotoğrafları fotoğrafçıdan alana kadar ne çektiğimizi, nasıl çektiğimizi bilmeden heyecanla beklemeyi (en kritik olanları yanmış olurdu)
Fotoğrafları atabileceğimizi sosyal medya ortamlarının olmadığı sadece fotoğraf albümünün olduğu ve birlikte albüm bakmanın özel ve güzel olduğunu,
Herkesi tanıyan ve para yoksa yazdırıp sonra ödeme yapılabilen bakkalları, horoz şekerini, elma şekerini, düdüklü şekeri, açık bisküvi kutularını, külahta çekirdeği,
Sahurda ışığı yanmayan komşuyu uyandırmayı,
Soğukta ve sıcakta Otogarlarda ne zaman gelecek o otobüsten mi inecek, bu otobüsten mi inecek diye yolcu beklemeyi,
Mektupları, kartpostalları ve posta pullarını, zarfları,
Bayramlarda kapı kapı bayramlaşıp şeker toplamayı,
Günlük gazeteleri ve onların verdikleri promosyonları ve ansiklopedileri,
Kışlık odun kömürü imece halinde eve, bodruma taşımayı,
Hatıra defterlerini,
Milli maç seyretmenin birleştiriciliğini,
Okul fişlerini, siyah önlükleri, bayram törenlerini,
Radyolu kasetçalarları, seyyar kasetçileri, kasetleri sarmak için köşeli kalem kullanmayı,
Tek kanallı dünyada seyretmeyi sevdiğiniz bir şey varken ödev yaptığınız için kaçırdığınızda tekrar seyretme diye bir şeyin imkânsız olduğunu,
Evlerin tepesindeki çubuk antenleri ve biri çatıda biri tv’nin başında ayar bulmanın (kanal demiyorum çünkü tek kanal vardı) heyecanını,
Gırgır süpürgenin sesini ve ve kullanmanın çocuklar için bir oyun olduğunu,
Daktilo makinasının tıkırtılarını,
Telefon kulübelerini ve sarı telefon rehberlerini, jetonu ve zaman zaman içinde oyun oynamanın ve yağmurlarda sığınmanın cazibesini,
Çevirmeli telefonları,
Sabit telefondan arkadaşınızla görüşürken büyüklerin paralel telefondan sizi dinlemesi ihtimal ve stresini,
Santrali arayarak yazdırmak suretiyle saatlerce bekleyip bir yakınımızla görüşmenin mucizevi keyfini,
Horoz resimli çalar saatleri, metal el fenerlerini, lüks lambasını,
Vs vs vs (Bunlara sizler ne ilaveler yaparsınız kimbilir)
Hiç bilmeyecekler. Hayatı cep telefonu, tablet, dijital dünya, sosyal medya, avm ve dışarda yenen yemeklerden ibaret yaşamaya devam edecekler… Bir gelecek tasavvurları olacak mı? Kültür-edebiyat ve sanatın çok da önemli olmadığı “tarihsiz talihsizlerin” hayalleri olsa da bizi nereye taşıyacak bu hayaller…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.