xxxx111
Fâili meçhullerin fâilleri ne kadar meçhul?
Dünya âlemin bildiği bir gerçeği televizyon ekranından söylediğinde kopan gürültüye herhalde Atilla Kıyat da şaşırıyordur...
Atilla Kıyat emekli bir subay... Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na gelmesine bir adım kala Koramirallikten emekli oldu; o gün bugündür hem ekonomik hayata katkıda bulunuyor, hem de uzun yıllar üniformasını taşıdığı ordu ve hizmetinde bulunduğu devlet ile ilgili konularda görüş açıklıyor. Geçen hafta bir televizyon programında dile getirdiği gerçekler üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak Atilla Kıyat'ın ifadesine başvurmaya karar vermiş...
Televizyonda dediği özetle şu: 1993'te başlayan ve 1997'ye (daha doğrusu 1996 kasım ayına, TK) uzanan süreçte işlenen fâili meçhul cinayetler aslında devlet politikasıydı. Cinayetler emir-komuta zinciri içerisinde işlendi. Listede adları yer alanları emirle görevlendirilen subaylar öldürüyordu. Ergenekon davasında yargılanan bazıları o dönemde küçük rütbeli subaylar olarak emirleri yerine getirmişlerdi.
Yalnızca askerler için yapmış bu tespiti Kıyat, bildiği alanla sınırlı kalarak; ancak cinayetlerde devletin başka örgütlerinin elemanlarının da kullanıldığı biliniyor.
"Nereden biliniyor?" diye sormayın sakın, darılırım.
Susurluk kazası sonrasında toplum konuyu önemseyip üzerine gidince Meclis fâili meçhul cinayetlerle ilgili iddiaları araştırmak üzere bir komisyon oluşturmuştu; Sadık Avundukluoğlu'nun başkanı olduğu sonradan bayağı kalın bir kitap haline getirilmiş komisyon raporunda yeterince malzeme var...
Meclis'in Susurluk kazasını aydınlatmak için oluşturduğu ve Mehmet Elkatmış'ın başkanlık ettiği ikinci bir komisyon daha vardı; raporunda, komisyon, fâili meçhullerin üzerine de gitmişti. O rapor da göz açıcı...
Daha da önemlisi, dönemin başbakanı Mesut Yılmaz, konuyu aydınlatması için Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun başkanı Kutlu Savaş'ı görevlendirmiş, o da sonradan bazı dergiler ve gazetelerin ek olarak verdiği ünlü raporunda sözünü hiç sakınmadan fâili meçhullerin birer devlet operasyonu olduğunu açıklamıştı.
Kutlu Savaş'ın raporunun tam 16 sayfası "Devlet sırrı niteliğinde olduğu" gerekçesiyle gün yüzü görmedi. Sansür uygulanan sayfalarda çok daha açık seçik olarak bazı tespitler yapıldığını varsaymamız gerekiyor. Raporun müellifi 'devlet adına' cinayet işlenmesine karşı çıkan biri değil; tam tersine raporun bir yerinde şu tespiti yer alıyor Kutlu Savaş'ın:
"Hukuk devletinde bu uygulamaların yeri olamaz' itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle sayın Başbakan'a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır."
Raporu başbakan adına hazırlayan, sorunu bu tür cinayetlerin ayağa düşürülmesinde görüyor. Okuyalım: "Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden haberdardır. Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının bardağı taşırmasıyla etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak konular gazete makalelelerinin ve haberlerinin ana konusu haline gelmiştir. / Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise devlet adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli göstergesidir."
Devam ediyor: "Şu husus bilinmektedir. OHAL bölgesinde bu karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına, çok daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı'nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi bu adam öldürmedeki keyfiliği de bir noktaya kadar önlemiştir. Çünkü mahkemelere kadar gitmiş bir konu nedeniyle elden ele teslim edilen kişilerin devlet elindeyken köprü altında ölü olarak bulunmasının fâili meçhul olamayacağı aşikârdır."
Nasıl, bir kanaate vardınız mı, yoksa diğer raporlardan da bazısı çok daha can yakıcı ve göz açıcı bölümler aktararak biraz daha takviye yapmam mı gerekiyor? Herhalde o kaynaklara isterseniz kendiniz de kolayca ulaşabilirsiniz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.