Demliyazılar
Dest-i Rezâlet
Uzun süredir İstanbul’un karşı yakası Anadolu’ya geçememiştim. Bir iş dolayısıyla geçenlerde oraya gitmem icap etti. Eminönü’nden Kadıköy vapuruna bindim ve havanın güzel olmasını fırsat bilerek üst güverteye çıktım.
Güvertenin orta kısmında ellerimi tahta korkuluklara dayayarak ayakta İstanbul’u seyre dalmıştım. Bir yandan martıların kanat çırpmalarını seyrederken bir taraftan da dalgaların bir nağme gibi şakırdaması insana ayrı bir haz veriyordu. Süleymaniye Camii’nin heybeti, Yeni Camii’nin efkârlı duruşu, Beyazıt Kulesi’nin kalem gibi sivrilmesi seyre doyum olmayacak güzellikteydi. Bu güzellikleri seyre dalmıştım. Otuz küsur yıllık ömrümün geçtiği güzelim İstanbul’da nelere şahit olmuştum. Hepsi birer birer gözlerimin önünden film şeridi gibi geçerken birden güvertedeki yolculara yüzümü döndüğümde İstanbul’un ne kadar tezatlar içinde olduğu gördüm.
Eski İstanbul’u ararken gözlerim yeni İstanbul’un gençlerine takıldı. Hepsi çeşit çeşit. Farklı paersingli gençleri mi ararsınız, yoksa tam tesettürlü genç kızları mı? Ne ararsan vardı güvertedeki gençlerde. Feci bir şekilde dejenerasyona uğramıştı gençlerimiz.
Sadece gençlerimiz mi? Orta yaşlılarımız olsun, ihtiyarlarımız olsun onlar da nasibini almıştı bu değişimden. Hep değişmiştik, çok değişmiştik.
O güvertede değişmeyen sadece o takla atan ve birbirleriyle cilveleşen martılar ile kıyıları birbiri ardına döven dalgalar. Bir de yıllara meydan okuyan ihtiyar vapur.
O duygular içerisinden sıyrılıp bir kenara oturmuştum.
Tam karşımda 60 yaşlarında bir kadın ile bir erkek oturuyordu. Kadın; olgun, vakarlı ve bakımlı, erkek ise; sırnaşık, sinekkaydı tıraşlı ve lafazan. Sanki karşımda liseli gençler vardı. Erkek, kadına iyice sokulmaya başlamıştı. Kurduğu tatlı tatlı cümleler kadına bir serenat hazzı veriyordu. O vakar görünüşlü kadın sohbet koyulaştıkça hafiften mayışmaya başlamıştı.
Onların hal ve hareketlerinden bu iki ihtiyar gencin bir izdivaç programında tanıştıkları anlaşılıyor. Artık erkek epeyce ileriye gitmeye başlamıştı. Kadının ellerini tutup öpmeler en hafif kalırdı. Sohbetin en koyu ve en tatlı anında birden erkeğin cep telefonu çaldı. Belli belirsiz bir öfkeyle telefonu açtı. Karşısındaki sesi duyunca yüz hatlarında hafif bir değişiklik oldu.
Kadına hava atarcasına biraz sesini yükselterek telefondaki kişiye “Ben hayatımın kadınını buldum. Artık onunla bir ömür geçireceğim. Beni arama bundan sonra. Seni istemiyorum.” Dedi. Telefonu kapattıktan sonra kadına dönerek bir savaş mağruru gibi “ Ya bunla daha önce bir programda tanışmıştık. Trakyalı bir kadın. Telefonumu bir yerden almıştı da. Beni durmadan rahatsız ediyordu. Artık sen varsın, etmez.” Diyerek kadının gönlünü alma çabasındaydı.
Ben fazla dayanamadım ve oradan kalktım. Zaten vapur da iskeleye epeyce yaklaşmıştı.
Ne kadar basite alınmaya başladı evlilik müessesesi. Herkesin gözü menfaatte. Çıkar uğruna yapılan evlilikler ne kadar başarılı olur? Cicim ayları geçtikten sonra sevgi denen duygu tazeliğini korur mu? Yoksa tekrar başka heyecanlar mı aranır? Ya da menfaat bitince yerini öfke ve kavga mı alır?
Bu programlarda dikkatimi çeken bir nokta da genelde sunucuların bekâr olmaları. Sunucuların kendileri bekârken başkalarını evlendirmek istemeleri programın ne kadar güvensiz olduklarını ortaya çıkarmıyor mu?
Bu saçmalıklar devam ederken hiçbir devlet kurumu bu konuya el atmaması da hakikaten düşündürücü bir durum.
Eğer bu programlar böyle devam ederse evlilik müessesesi ciddi bir erozyona uğrayabilir.
Sonra da pirincin taşını zor ayıklanır.
Bunu herkes böyle bilsin. En başta da yetkili kişiler ve kurumlar.
Öneri ve eleştiriler için;
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.