Ulvi SEVECEN
ÇANAKKALE
“Civanmertlerin Meydanı Sahebe Misali..”
Geçtiğimiz hafta tarihimizin şanlı zaferlerinden biri olan Çanakkale Zaferi’nin 95.yıldönümüydü.İlk günden itibaren ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde büyük bir heyecan ve coşku içerisinde gerçekleştirilen organizasyonlarla kutlamalar devam etmekte.Atalarımızın adeta ölüm kalım mücadelesi vererek bizlere kazandırdığı bu onurlu zafer için kendilerine müteşekkiriz Allah (c.c) şefaatlerine bizleri nail eylesin..
18 Mart 1915’de müttefik kuvvetlerin denizden taarruzuyla başlayıp, sonraki safhaları kara savaşları ağırlıklı olan ve 10 Ocak 1916’da düşman kuvvetlerinin geri çekilmesiyle sona eren bu büyük savaş toplamda 8 ay 14 gün sürmüştür. İki taraftan 700 bin kişiye varan insanın katıldığı, 500 bininin ölümüne, yaralanmasına veya kaybına sebep olan Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı bu coğrafya, dünyanın o dönem en büyük birleşik donanmasının, yenilmez denilen ordularının gelip de hüsranla gerisin geriye döndüğü esrarengiz bir coğrafyadır. Şehitlerimizin kanları ile yoğrulmuş bu toprakları görüp ibretle gezmek ve savaş anında yaşanan hadiseleri işitmek bu vatanın evlatları olarak bizler için pek kıymetli bir ders olacaktır.
Bizler her sene bir araya geldiğimizde yapmış olduğumuz organizasyonlarda Çanakkale’yi önemli kılan bir çok başlıkları masaya yatırır, düşüncelerimizi ortaya koyar insanımızla paylaşırız.”Neden Çanakkale, Çanakkale Savaşları’ndaki şartların bize bakan yönüyle ağırlığı, sonuçlarının hem dünya tarihi hem de Türk tarihi açısından önemi, savaş sonrası terse döndürülen Barbar Türk imajı v.b.” gibi.Fakat son dönemlerde savaşlar esnasında yaşanılan en can alıcı,olağanüstü hadiselerden bazılarını da açıktan açığa konuşur olduk.O muhteşem direniş tablosundan bizlere yansıyan en önemli görüntü hiç şüphesiz ”Siz onu geniş zamanınızda anarsanız, dar zamanınızda O da sizi anar” sözlerinde gizlenmiş olan ve zor günde (ki Çanakkale Savaşları tarihimizin en zor dönüm noktalarından biridir) Sani-i Mutlak ve O’nun rahmet ve merhamet peygamberi Hz. Muhammet (a.s) tarafından garip ve tek başına bırakılmayışımızdır.Ayrıca İslam’ın son karakolu da diyebileceğimiz bu coğrafyada kahramanlıklar gösteren Mehmetçiğimizin savaşın her anında ortaya koyduğu inanç ve onun kaynağı olan vatana bağlılıkta göstermiş olduğu olgunluk ve samimiyet ard arda gelen ilahi inayet ve sağnak sağnak yağan ekstra lütuflara da kapı açmıştır.Aylarca süren savaşlar ve o destansı yiğitler ciddi bir gözlemle ele alınacak olunursa ortaya çıkan hakikat şu olacaktır, savaş meydanlarında ortaya koydukları kahramanlıklarla Mehmetçikler,hal ve davranışlarıyla Sahabi Efendilerimizin neredeyse izdüşümü gibiydiler.
Çanakkale savaşları üzerine çalışmalarda bulunan araştırmacı yazar Talha Uğurluel bu konuyla alakalı “Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi” adlı kitabında “Çanakkale’de Sahabe Şuuru” bölümünde konuyla irtibatlı savaş esnasında yaşanılan şöyle bir örneğe yer verir:
“ 18 Mart kara harekatıyla istediğini elde edemeyen düşman,25 Nisan kara çıkarmasıyla adım adım ilerliyor, toprağın her santimetresini kana ve yasa boğuyorlardı. Mehmetçik ise kanının son damlasına kadar bulunduğu mevkii koruyordu.Nisan sonlarında başlayan düşman sevkiyatı tüm hızıyla devam ediyordu.Sırasıyla sol kanattan Fransızlar ardından da sağ kanattan İngilizler saldırıya başladılar.15 Haziran da ise büyük bir taarruz harekatına giriştiler ve başarılı da oldular.Durum bir hayli kritikti.Ya geri çekilenecek ya da her şey göze alınarak son nefese kadar düşmana direnilecekti.
Derviş Paşa’nın oğlu Kurmay Yüzbaşı Kemal Bey de o günlerde cepheler arasında koşuşturanlardan biriydi. Savaşın ölüm kalım anı denilebilecek 21 Haziran gününde Tümen komutanlığından gelen bir emir ile siperlerin durumunu incelenmeye yollandı.Kurşun yağmur gibi yağmaktaydı. O esnada elinden yaralandı fakat yarasına aldırmayarak işine devam etti. Tam tepelerinde top mermileri patlıyor,şerapnel parçaları dört bir yana dağılıyordu.İşte o an bir şerapnel parçası Yüzbaşı Kemal Bey’in kasığını parçalayıp geçti.Yara ağır idi.Derhal ameliyat edilmesi gerekiyordu.Askerlerin kollarında ameliyat mahalline götürülürken kendine geldi.
-Beni nereye götürüyorsunuz ?
-Sargı yerine Efendim, dediler.
- Beni hemen tümen karargahına götürünüz, diye üsteledi Yüzbaşı Kemal Bey.
Asker itaatsizlik edemezdi. Hemen tümen karargahına götürdüler.O sırada karargah çadırında şiddetli bir tartışma yaşanıyordu.Fransız ve İngilizlerin taarruzları neticesinde ön siperler perişan durumdaydı.
Yüzbaşı Kemal Bey çadıra getirildiğinde acısını unutmuş,tartışmanın neticesine kulak kesilmişti.Bir subayın ilk hattaki siperlerin boşaltılması teklifini duyunca yaralarından oluk gibi kan akan ve bunun tesiriyle yüzü gözü sararmış ve solmuş olan ve adım adım ölüme yaklaşan Kemal bey dirilir gibi oldu.Başı sedyeden yükseldi ve haykırarak:
-“Aman geri çekilmeyin,sakın cepheyi geriye almayın!” diye seslendi.
Tartışma devam ediyordu. Diğer bir subay Kereviztepe’nin kritik durumundan bahsederek askerin dayanamayacağını söyleyince sedyeden yine bir haykırış yükselmişti:
-Dayanır.
Daha sonra yanında bulunana askerlerden birine:
-Bir ezan okur musun? dedi Yüzbaşı Kemal Bey.
Asker yüksek sesle ezan okumaya başladı. Ezanın her namesinde çadırın içindeki hava daha bir ulvileşiyor, gözlerde damlacıklar birikiyordu.Çadırda ağlamayan göz kalmamıştı.O güzel baş sedyeden bir kez daha yükseldi ve arkadaşlarına döndü ve :
-Bu nidanın yok olmasını ister misiniz? Ey Aziz kardeşlerim diye sordu.
-Hayır! Elbette hayır! diye cevap verilince
- Öyleyse hazırlanın. Sakın cepheyi geri çekmeyin! dedi.
(…………………………….)
Kemal Yüzbaşı iyice ağırlaşmıştı.Bir yudum su istedi askerlerinden.Az önce ezan ve vatan sevgisiyle haykıran bu mübarek dudaklardan şimdi son cümleler dökülüyordu:
-“Ey Rabbim beni müslüman olarak öldür ve beni Salih insanlar arasına dahil et.”
Yüzbaşı Kemal Bey ve birkaç şehit dualarla defnedildiler.Onlar yıllardır hasretiyle yandıkları güzeller güzeline kavuşmuş olarak toprağın bağrında akşamlarken,siperleri bırakmayan Mehmetçikler destan yazmaktaydılar.Düşmana taarruzları kırılmış,birlikleri püskürtülmüştü.Türk askeri bir adım bile gerilememişti.
İnsan güzeli Kemal Bey’in davranışlarıyla bizlere hatırlattığı şanlı sahabeye gelince o Ebu Akil’in ta kendisidir. Talha bey devamında şunları yazmış:
“ O da bu güzel davaya gönül vermiş olarak Hz. Peygamber’in yanında yeri almıştı. Bedir,Uhud, Hendek derken bütün muharebelerde bulunmuş ve güzel dini adına şehadeti kollamıştı.Ama ne yazık ki hiçbir yerde bu maksuda erememişti.Nerede bir fedakarlık bekleniyorsa muhakkak o hep oradaydı.
Hz. Ebubekir döneminde yalancı peygambere karşı yapılan seferde de bulunacak, orada da her köşe başında Allah yolunda ölümü arayacaktı.Hz.Ömer’in oğlu Abdullah’ın anlattığına göre;savaşın en çetrefilli zamanında onu ağır bir şekilde çadıra getirmişlerdi.Üzerine bir örtü örtülmüştü.Adeta ölümü bekleniyordu.O sırada dışarıdan bir nida duyuldu.Bu ses düşmana karşı savaşan birlikleri toplamaya çalışıyor ve Ensar’a sesleniyordu.
-“Ey Ensar topluluğu, Huneyn’de olduğu gibi bir kere daha toplanın” diyordu. Bu sesi duyan Ebu Akil, yattığı yerde örtünün altından çıkmış, daha yandakiler müdahale bile edemeden O, çoktan çadırı terk etmiş düşman saflarına dalmıştı. Hz. Abdullah onu savaş sonunda buluyor ve diyor ki:
“O’nu buldum.Üstü başı yara bere içineydi.Adeta kütükteki et gibi doğranmıştı.Yanına yaklaştım hala yaşıyordu.Ama sadece bir soluk kalmıştı.Bir şey söylemek istiyordu.Kulağımı ağzına yaklaştırdım.Son soluklarının kullanarak şöyle dedi:
- “Kim galip, kim mağup?”
İşte onun derdi oydu. Son nefesinde bile kendi durumunu değil, davasının muzafferiyetini düşünüyordu.”
Çanakkale savaşlarının hangi sayfasını çevirsek karşımıza sayıları azımsanmayacak kadar sahabe misali mehmetçikleri görmekteyiz.Onları okurken onların temiz ,samimi davranışlarına imrenmekten de kendimizi alamamaktayız.
Çanakkale, inanmış gönüllerin adanmışlık destanıdır. Dünya döndükçe türkülerini söyleyeceğimiz milletimizin ortaya koyduğu asil bir ruhun tablosudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.