Meltem KAVAK
Bu Yer Yarılsa da İçine Girsem
Kimsesiz derler kimsesi olmayana şöyle bir bakış atarlar, kimsen yok mu nidasıyla… Bakışlarla tüm sorulmayan soruları kendileri doldururlar adeta.
Okulda, sokakta, otobüste anlarsınız kişilerin durumlarını. Yüreği yorgun kimsesizi anlamaktan öte varlığını yitirmiş insanı çabuk kavrarsınız.
Komşumuz vardı ismini söyleyip onu rencide etmeyeceğim elbette. Yaptıklarını söyleyip varsa onun gibi zihniyetler yapmasın diyeceğim. Eşinin ilk eşinden olan kızıyla birlikte yaşıyorlardı. O kadar belliydi ki onun o kadının çocuğu olmadığı.
Benden büyüktü Ayşe(isimler bende kalsın). 4-5 yaş büyüktü galiba. Anneleri ayrı babaları bir olan kardeşlerinin küçük annesiydi diyebilirim. Ekmek alınacak Ayşe…
Çocuğun karnı acıktı yetiş Ayşe….
Su bitmiş evde al bidonları çeşmeye git su getir.
Ayşe… Ayşe…
Ayşe olmak o evde çok zordu. Minik bedeni taşıyamıyordu bazen üzerine yüklenen yükleri. Bazen gözünde morluklar görürdük.
“Kim yaptı bunu sana!”Demenin anlamı var mıydı?
Biz çocuklar bilirdik ki (üvey)annesi yapmıştı.
Tüm mahalle sessizliği oynardı. Kimse ses çıkaramazdı. “Ellerin kırılsın be kadın, yazıklar olsun sana!” Diyemezdi kimse.
Kimsesiz birini nasıl tanırsınız derseler size Ayşe’yi anlatayım derim.
- Saçları hiç uzamadı.
- Bakışları ürkek
- Ses tonu her zaman kısık
- Üstü başı karma karışık.
- Bedeni yorgun, yaşına göre kilosu düşük.
Bazen küçük bedenler büyük bedeller öder. İşte Ayşe’nin hikâyesiydi.
Ayşe gözündeki morluğu anneme anlattı bir gün.
“Şu yer yarılsada yerin içine girsem.” 12-13 yaşında bir çocuğun dudaklarından çıkan bir deyim aklımda kaldı. Herkesi düşünmeye davet ediyorum. O yaşlarda ölümü hiç düşündünüz mü? Yerin altına girmek bir kurtuluştu onun için. Dualarına şahit olmaktı yaşadıklarım.
Okullar kapalı, dışarı çıkmanın imkanı yok. Ama Ayşe her yere gider çünkü onun canı yok. Karlara bata çıka ekmek almaya gider, daha sonra ekmekten artan bozuk paraları karın üstüne düşürür ve bulamaz.
Ağlaya ağlaya eve gittiğini görmüştük, hava o kadar soğuktu ki annem üvey annesine içten içe kızmıştı.
Nasıl yürek dayanır demişti. Birkaç gün sonra Ayşe’yi görmüştük ama yüzüne bakamadım diyebilirim. Sağ yada sol gözü filmlerdeki kavga sahnelerinden daha beter şekilde mosmor olmuştu. Bozuk paraların hesabını ödemişti minik bedeni.
Bu Ayşe’nin babası yok mu? Dediğinizi duyar gibiyim. Sözde biyolojik bir babası vardı. Yurt dışında inşaat ustası olarak çalışıyordu. Para kazanmak evlattan daha önemliydi. Her geldiğinde Ayşe’nin kardeşi oluyor. Ayşe o çocuğun küçük annesi oluyordu. Doğurmadan çocukları olan küçük kız çocuk kim derlerse herkes onu gösterebilirdi.
Öyle fakir bir aile hayal etmeyin 3 kat üstüne evleri olan ve kiracıları olan bir aile. Bu evde nefes almak için yaşayan, ölümü iliklerine kadar arzulayan sarışın bir kız çocuğu hayal edin. Bazen kolu, bazen ayağı sakatlanır. Her zaman bu olay Ayşe’nin sakarlığına dem vurulur konu kapanır.
Konu komşu üvey anneye bir şey demiyor peki, okuldaki öğretmenler! Onlarında gözleri, dilleri mühürlenmişti. Herkes suspus olmuş, ölümü arzulayan yer yarılsada biran önce içine girsem diyen bu çocuğu kimse görmek istemiyordu.
Ayşe’nin annesi, kız kardeşini dünyaya getirirken vefat ediyor, kardeşi hayatta kalıyor. Ama Ayşe kardeşini 2-3 yaşlarından sonra göremiyor kader yollarını ayırır. Evlatlık olarak başka bir aileye verilir.
Kader insan hayatını ele geçirir. İhtiyari olmayan kader karşısında yapacak hiçbir şey yoktur. Minicik bedenlerin yorgun düştüğü bir dünyada nefes almak yaşamaktı bazen. Böyle bir ortamda çocuk olan bizler bugün ebeveyn olduk.
Bugün belki Ayşe’de anne oldu ama eminim üvey annesi gibi bir anne olmayacak ama korkuları ile yaşayan bir anne olarak kaldı.
Çocukluk travmasını ölene kadar yaşayacak. Sevgili anneler ve babalar!
Zeki, çalışkan bir çocuk yetiştirmeden önce yapmamız gereken tek şey <Vicdanlı ve merhametli> bir birey yetiştirmek olmalıdır.
Burnu sızlayan, kalbi pıt pıt atan merhametli çocuklar ilerde gerçek bir vatandaş olacaklardır.
Yukarda anlattığım hikâye eminim birçok insana uzak gelmemiştir. Herkesin kafasında birileri canlanmıştır.
Buda demek oluyor ki Elhamdulillah, müslümanım demekle Müslüman olunmadığı. Tek bildiğim gerçek; Türkiye’de milyon adet gizlenmiş gerçek kahramanların dramatik hayat hikayelerinin olduğu. Hollywood yönetmenleri gelse Türkiye’ye milyon tane senaryo çıkartır giderler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.