Geçen hafta Vatan gazetesinin ‘100 binden fazla satış yapan gazeteler ligi’nden aşağıya tepetaklak düştüğünü fark edince içim ‘cız’ etti. Bir gazetenin tirajı düşüşe başlamaya görsün, ne yaparsanız yapın durduramazsınız...
Vatan ve Milliyet gazeteleri yönetim zaafından kaynaklanan sorunlar yüzünden zor durumda. Yeni iki patronundan küçüğü büyüğünün hevesini kıracak biçimde davranıyor; iş gazetelerin yönetimini ‘kayyum’ denilen ‘sorumsuz sorumlu’ kişilerin eline bırakmaya kadar vardı. Biraz daha sürsün kayyum yönetimi, ortada üzerinde kavga etmeye değecek gazete filân kalmaz...
Çalışanlardan birine, “Sermayece zayıf olan patrona söyleyin, kendisine verilmiş hatır hisselerini sizlere devretsin” aklını verecek oldum geçen hafta, beni tersledi, görecektiniz... Oysa yarı hissesi çalışanlara ait bir gazete modeli hiç de fena olmazdı. Elini taşın altına koymuş çalışanlar grubu, hevesli ve paralı patronlarla birlikte, belki de önemli bir gazetecilik modeli geliştirebilirdi.
Ben terslendim, ama onunla da yetinmeyip vadesinde yatırması gereken meblâğı ödeme zorluğu içindeki küçük ortağı anlayışa davet eden bir de çıkış yaptılar. Önceki gün, Milliyet ve Vatan, Türk basın tarihinde bir ilki gerçekleştirdi: Her iki gazetenin hemen bütün yazarları, köşelerini, “Karacanlar siz çekilin, Demirören Ailesi gazetemizin tek sahibi olsun” diye özetlenebilecek bir görüşe ayırdı.
Evet, evet, Hasan Cemal de, Güneri Cıvaoğlu da, Derya Sazak da, Okay Gönensin de... Hepsi sözleşerek ve hep bir ağızdan, “Karacanlar sizi istemiyoruz” diye yazdılar.
Haksızlar mı? Her hafta tiraj raporlarına göz atıp kaçan okuyucu sayısını gördükçe içim ürperdiği için gönül rahatlığı içerisinde “Haksızlar” diyemiyorum. Her yazarın, yöneticinin, gazetesinin gücünü yitirmesi veya batışa geçmesi karşısında sorumluluğu vardır.
Toplu çıkışlarını okur beğenmemiş; ertesi gün çıkan devam yazılarından bu anlaşılıyor. “Aranızdaki sorunu bizimle paylaşmanız şart mı?” diye sormuş okur... Oysa gazetelerin esas sahipleri okurlardır; her gün harçlıklarının bir bölümünü ayırarak gazeteyi onlar yaşatır. Yazarları ayıplayacak yerde, “Demek böyle bir sorununuz varmış, bizimle paylaştığınız için sağolun; yapabileceğimiz bir şey var mı?” diye sormalıydı okur...
Her iki gazete de Doğan Grubu bünyesindeydi. Küçülme kararının ilk vukuatı, Aydın Doğan’ın Milliyet ve Vatan’ı fazla yüksek olmayan bir fiyatla elden çıkarması olmuştu. Ben hem bu karara, hem de yeni patronların Milliyet’in eski sahipleri oluşuna sevinmiştim.
Sevincimi saklamam ben, Kulis’te dile de getirmiştim.
Yeni sahiplerden Erdoğan Demirören gazetenin Aydın Doğan’a geçmesinden (1979) önce önemli bir sermayeyle Milliyet’e ortak olmuştu. Ali ve Ömer Karacan ise Milliyet’i ilk çıkaran Ali Naci Karacan’ın torunları... Aydın Doğan, yakınlarına, “Gazeteyi kendisinden devralırken Ercüment Karacan’a, ‘Eğer elimden çıkartacak olursam, ilk sizin ailenin kapısını çalacağım’ sözünü vermiştim” diye anlattı Demirören-Karacan ortaklığını zorlama sebebini...
Ortaklıklar zaten zordur, hele bir de ortaklar küçüklü-büyüklü veya ‘paralı-parasız’ diye ayrılabiliyorsa olağanüstü zordur. Anlaşılan küçük ve parasız ortak taahhütlerini yerine getiremeyince ‘kayyum’ yönetimine yol açan gelişmeler yaşanmış, ilânihaye ‘kayyum’ yönetimi endişesi tarafları farklı yönlere savurmuş...
Yazarlar “Karacanlar çekilsin” kampanyası başlatırken, Karacanlar da ‘TV-8’ kanalının da sahibi MNG Holding’le işbirliği yoluna gitmiş... Yazarların köşelerinin konuya tahsis edildiği gün, Karacan-MNG cephesi işbirliği kararlarını açıklayıverdi.
İki tarafla da konuştum, iki taraf da “İktidar bu işin neresinde?” sorusuna cevap arıyor...
Yanlış bir soru bu. Doğru soru, “Ben bu gazetelerin sahibi olmayı hak ediyor muyum?” olmalı.
2012 yılına girilirken iki gazeteye sahip olmak için verilen bu mücadeleye, ne yalan söyleyeyim, biraz da şaşkınlıkla bakıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.