Ayşe Nur MENEKŞE
BİZİ SÜREYYA’YA YAKLAŞTIRMADILAR
Ne çok kırılgandık, ne çok narin…
İnandığımız şeyler uğruna adanmışlığımızı da ekleyince bahar olurdu dört mevsim… İçimizden geçenleri söylemeye korktuğumuz vakitler olmadı mı sanırsın? Sanmak ve ummak arasında gidip gelirdik çoğu zaman… Kocaman bir düşün ortasında eğrelti otları gibi duran bizim dünümüz müydü? Oysa yaşanmışlıklar ne çok şey anlatırdı anlayana…
Ne çok yalnızdık, ne çok tenhalarda saklanmış…
Yakışıksız işlere talip olmadık hiç. “Bizi bilen bilir” deme cesaretinden geri durmadık. Hep bir şeylerin yarası içimizde kanar dururdu. Birileri çıkıp sarsın diye beklemedik mi sanırsın? Büyüyen bedenlerimizle birlikte acılarımızdı. İnanç ve kararlılığımız vardı. Gök gürültüsünden korkar sandılar. Oysa sağanaklar altında geceye şiirler yazardık. Kimse tanımadı bizi… Tartaklandık masalların büyüttüğü çocuklardan… İdeali olmayanların çıktığı yolculuklardan yol bulamadık kendimize…
Ne çok düştük, ne çok kalktık.
İmha edilmesi gereken yalanların üstüne basa basa yazdık yeniden hikayelerimizi… Davası olanın sevdası vardı. O sevda ki lüks etiketleri apolet sananlara yabancı, bize çok tanıdıktı. Onlar olmayı da ölmeyi de beceremeyenlerin başındaydı. Sana, bana ve ona dair bir şeyler söyleme vaadine tutundular. Ama kimsenin elini tutmadılar. Kimseyi kucaklamadılar. Samimiyet kaç karat ederdi?.. Tevazununbedeli neydi?
Huzur neredeydi?
Bir odun ateşinde közlenmiş kestaneleri yerken duyduğumuz hazzı nerede kaybettik? O ateşin karşısında ellerimizi değil en çok yüreğimizi ısıttığımızı nasıl da unuttuk? Gözlerde parlayan alevin aslında zihnimizde çakan şimşekler olduğunu kim inkar edebilir? Tatlı bir sohbete koyulmuşların bağını kim çözebilir? Her geçmiş kaybedilen anıların yığınağıdır. Her özleyiş hatıraların sığınağı…
Ne çok korktuk, ne çok korkuttuk ölümü…
Gitmenin erdem, kalmanın zulüm olduğunu öğretenlere bakınca onlara uymamayı gösterdi hayat bize… Onlar en güzel masallarda uyuyadursun, biz kendi cengnamemizinkahramanlarıydık. Kimse korkak demeyecekti bize… Ruhsuz alanları koruyan onlar, mekanlara ruh katan bizdik çünkü… Biz ateşe giderken kucağımızda güllerle, onlar engin denizlere ayaklarındaki dikenlerle giderdi. Dünyanın bütün kalelerini fethedecek kadar azimli olan bizdik. Dudağımızdan dökülen yeminler yeterdi yenilmemek için… Zamane çocukları değildik. Zamana meydan okuyan, yalanlardan kurulu oyunları bozan bizdik.
Gerçek neydi?
Kendine gök kubbede yer edinenler hangimizin güneşine erişebilir ki? Süreyya ışığından nasibini alamayan, kendini yıldız sanan çakıl taşlarına Süreyya ne yapsın? Oysa mazlumların acısına, yalnızların tenhasına, yüreklerin sancısına yetişir Süreyya…
Ne çok bildik, ne çok bilindik…
Cahil miydik, eksik mi? Bu gölgeler niye? Ruhumuzun derinliklerini göğe ulaşan mabetlerinde görmeyenler vardı. Ki onlar bizim yanımızda değil karşımızda duranlardı. Bizi rahat bırakmadılar. Bizi Süreyya’ya yaklaştırmadılar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.