A.Kerim KARAAĞAÇ

A.Kerim KARAAĞAÇ

BİZİ GEÇİCİ DÜNYA MALINA DEĞİŞECEK MİYDİN OĞLUM?

Genellikle, anneler babalar çocuklarının dünyaya gelişinden, onların gözleri önünde hayata, bu dünyaya elveda edinceye kadar hep onların mutlu olmalarını, sıkıntı çekmemelerini düşünür ve bütün şartları onların lehine olacak şekilde hazırlama gayreti içinde olurlar.

Kimi anne babalar aldıkları bilgi ve kültür sayesinde bu zemini hazırlama şansını yakalasa da, kimileri bu şansa sahip olmaz ve de olamazlar. Ümitsizlik olsun istemem ama, bazen verilen bilgiler, hazırlanan şartlar, var olanların en iyisi, bildiklerimizin çok daha güzeli olmasına rağmen, istenilen kalitede çocuk (insan) yetişmeyebiliyor. Mutlaka bunda da bir hikmet aramalıyız. Çocuğumuzun kapasitesini, zeka seviyesini, aynı zamanda kendi kapasite ve örnekliğimizi, ayrıca hepsinden önemlisi Allah(c.c.)’ın bizi ve çocuğumuzu imtihan etmek için bu dünyaya gönderdiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Bize düşen, aklımızın erdiği tedbirleri eksiksiz almak ve gerisini Rabbimize bırakmaktır. Aşağıdaki ihtiyar amca, çocuğu bu yaşına gelinceye kadar tedbir olarak ne yaptı acaba?         

İhtiyar adamcağız tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi
kendine düşünüyordu; “Oh be ferahladım. Ölümlü dünya”.
Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti. Tapu
dairesinde çıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi,
vakit geçirmek için parkları dolaştı. Bir parkta Cem Karaca'nın
şarkısı çalınıyordu; 'Allah Yar! Allah Yar!'.
Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir sürü düşünceler
içindeydi;

“Biz öldükten sonra o kadar çok işlemle uğraşması lazım, ne
diye eziyet çeksin yavrum”.
Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi;
“Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar,
ziyarete gelmeye de önem verse ya.”
Bir an dalgınlaştı; “Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor
ama...” derin bir nefes aldı “Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın
annesi.”

Biraz da kendini teselli etmek için söylendi. ‘Eşine, çocuklarına iyi baksın da...'...biz bu gün varız, yarın yoğuz. '
Evine yaklaşınca yine durgunlaştı, '-Bakalım hanım ne diyecek?
Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama.... ' Düşünceler içinde
zili çalarken, güler yüzlü olmaya çalıştı; '-Yook, iyi oldu canım. Biz
ölünce oğlan rahat edecek, kötü mü?'
Hanımı kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;
-Nasılsın hanım bu gün bakalım?
Hanımı elindeki çiçek suladığı kabı gösterdi;
-Ne yapayım, bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.
Eve girerken devam etti;
-İnsan şehirde özlüyor çiçeği, yeşilliği.
-Eee. . köy gibi olmaz buralar tabii.
Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;
-Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.
İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;
-Sen köyü pek sevmezdin! Geçen sene bir ay kalalım demiştim de
'-Ben torunları özlerim. ' Diye tutturmuştun.
Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;
-Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda. İnsan
çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde
yürümeyi özlüyor.
-Allah Allah ! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele
havalar ısınsın biraz gideriz
-Havalar kim bilir ne zaman ısınır. Beklemek şart mı?
-Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hala seni tam anladım
diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun, bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.
Kadın endişeyle baktı kocasına;
-Noldu, oğlanı mı gördün?
-Yok canım, nerden göreyim !
Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.
-Bu nedir biliyor musun?
-Hayırdır?
-Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de ölürsek,
oğlumuz kapı kapı uğraşmasın, diye evin tapusunu onun üstüne yaptım. Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı. Hanımı fısıldar gibi söylendi;
-Oğlumuz da bu gün buraya gelmişti, öğleden önce.
-Öylemi, vay hayırsız. Demedin mi, 'uzun zamandır niye gelmiyon'
diye. Sen üzülmeyesin diye söylemiyordum ama 'bizi unuttu', diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?
-Murat'ı getirmiş. O da '-Sıkıldım, gidelim. ' Deyip durdu.
-Vay kerata vay. Akşam gelse de ben! de görseydim. Neyse,
hayırdır, gündüz vakti niye gelmiş ?
Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde, çiçekleri sular gibi
durarak masadaki kağıdı gösterdi;
-Şu kağıdı getirmiş.
İhtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin olamadı.
İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.
Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Yaşlı kadın kızaran gözlerini
kocasının görmemesine dikkat ederek, eşinin kolundan tuttu koltuğa
oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.

İhtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu.
“Yaşı ilerlediği ve aklı muhakemesi yerinde olmadığına ve ekonomik
varlığını idare ve idame edemeyeceği, ekteki doktor raporuyla da
tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz varlıklarının, resmi varisi
oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir”.

Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı. Başını yere
eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı. Hanımı, gözlerini sildikten
sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi. Eşinin titreyen !
ellerini tuttu. İhtiyar adam, oğlunun neden kendini doktora
götürdüğünü anlamıştı.Yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;
-Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?
-Canım ne olacak, bir gün de temizlerim ben.
-O evde, dizlerin üşürdü senin.
İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, 'Yüreğimin üşümesi
daha kötü diye düşündü'.
-Yarın mı gidelim diyordun?
-Sen bilirsin bey.
-Eşyaları bir taksiye atarsak, Son otobüse yetişiriz.
-Olur. . Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.
-Hazırlan. Şu kağıdı da tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan
gelince aramasın.
İhtiyar adam, içinden düşünüyordu, '-Dünya fani, Allah Yar'

İhtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla
hazırlanıyordu. Giysileri bir çantaya tıkıştırdı. Fotoğrafları
duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı ve düşünüp
çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak
bıraktı. En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük
torununa ördüğü ama küçük gelmeye başlayınca hâtıra olarak sakladığı mavi patiklerdi. Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiklerin üstüne düşen gözyaşlarını yavaşça sildi! .

Her zaman babalar ve anneler suçlu olmuyor. Çevrenin, kötü arkadaşların, ay sonunu maaş hasretiyle bekleyen kaygısız öğretmenlerin, resmi ellerle verilen yanlış eğitimin ve daha nelerin nelerin kurbanı oluyor pırlanta gibi çocuklar. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.