Bizden Birkaç Wikileaks Haberi

Yıl 2000. Mevsim yaz. Etiyopya’nın başkenti Addisababa’da bir akşamüstü, Türk yemekleri de yapan bir lokantadan ilahi sesleri yükseliyor.

Bir grup Türk, kendilerine tahsis edilen odada bir yandan yemeklerini yerken bir taraftan da “Sordum sarı çiçeğe annen baban var mıdır?” ilahisini mırıldanıyorlar. Mırıldanmayla başlayan ilahi faslı, ekip içerisindeki “coşkulu” bir Deniz Feneri gönüllüsü sayesinde çevre odalardan da duyulur hale geliyor.

Neyse ki, bu fasıl kısa sürüyor. Ekibin sorumlusu, ilahinin sözlerini çevreden kimsenin anlamayacağını, yan odalarda yemek yiyenlere verilen kısa süreli “rahatsızlığın” da memleket hasretine yorulabileceğini düşündüğü için konunun üzerinde durmuyor.

(Söz konusu lokantada Türk yemekleri de yapılmasının sebebi, lokanta sahiplerinin dedelerinin yıllar önce Adana’dan Etiyopya’ya göç etmiş kimseler olması. Türk ekibi lokanta sahipleriyle tanışmak, konuşmak istediğinde ise Türkçe bilmediklerini ifade ederek mesafeli davranıyorlar.)

Ekip Deniz Feneri personeli ve gönüllülerinden oluşuyor. O yılın ilkbahar döneminden itibaren Etiyopya’da kıtlık hüküm sürmekte idi. Kuraklığa bağlı kıtlık felaketine bağlı olarak her gün yüzlerce kişinin öldüğü Etiyopya’dan dünyaya “yardım çağrısı” yapılmış, Deniz Feneri Derneği de o ülkeye ilk koşan yardım kuruluşlarından birisi olmuştu.

Etiyopya’da söylenen ilahinin üzerinden aylar geçtikten sonra Ankara üzerinden bir haber ulaştı Deniz Feneri yönetimine. Haberde, yardım için Etiyopya’ya giden Deniz Feneri ekibinin zikir meclisi oluşturduğu ve “gece zikir çekildiği” iddia ediliyor.

Dernek yönetimi Etiyopya’ya gönderilen ekibin sorumlusuna soruyor bu konuyu. Ekip sorumlusu “Etiyopya’da, bir gece zikir meclisi oluşturulmuş!” cümlesine bir anlam veremiyor önce. Sonra düşününce lokantada yemek sırasında söylenen ilahiyi hatırlıyor.

Meğer o lokantada, o akşam yan odada başka bir Türk de yemek yiyormuş. Duyduğu seslerin kimlerden geldiğini lokanta sahiplerinden öğrenmiş. O Türk Addisababa’da İngiliz büyükelçiliğinde çalışan bir görevli imiş. Kendi ülkesinin kültürüne, Yunus Emre’ye o kadar “Fransız” kalmış ki, duyduğu ilahinin sözlerini doğrudan bir zikir meclisinden yükselen sesler olarak tanımlamış; yememiş, içmemiş kendince yakaladığı bu tabloyu, Türk Büyükelçiliğindeki bir arkadaşına haber vermiş.

Addisababa’da bulunan Türkiye Büyükelçiliği mensupları da -belki bir dost meclisinde- Türkiye’den Etiyopya’ya giden bir işadamına anlatmışlar duyduklarını.

Bu haber İstanbul’a aylar sonra da olsa, epeyce değişmiş olarak ulaştı.

O dönem, Etiyopya’nın başkenti Addisababa’da Türkiye Büyükelçisi Murat Bilhan Bey idi. O, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporlarda Deniz Feneri ekibinin çalışmalarından sitayişle bahsetmiş, yapılan yardım çalışmalarıyla ilgili takdirlerini ifade etmiş. Bu bilgiyi, Dışişlerine Bakanlığına bir konuyu danışmak üzere giden Deniz Feneri yönetimine Afrika’dan sorumlu bir diplomat aktarmış, “Büyükelçimiz ekibinizin çalışmalarından çok memnun” demiş.

O dönem, Büyükelçimiz ile doğru iletişim kurulamamış olsaydı belki de İngiliz büyükelçiliğinde çalışan bir Türk’ün verdiği yanlış ve çarpıtılmış bilgi sebebiyle derneğin Etiyopya’da yapacağı çalışmalar zorlaşacaktı.

Dünya günlerdir wikileaks belgelerini konuşuyor. Bazıları eli yüreğinde bekliyor olmalı, “Ya bizimle ilgili belgeler de ortaya çıkarsa halimiz nice olur “ diye.

“Bir gazeteci ile görüşüyorsanız, unutmayın ki, son sözü o söyler “ derler.

Bir diplomatla görüştüğünüzde de durum aynıdır. Çünkü o da bulunduğu memlekette, ülkesinin yönetimini bilgilendirmek gibi bir görev yapıyor.

“Gökkubbe’nin altında hiçbir şey gizli kalmaz” sözünün ne kadar önemli bir hakikati ifade ettiğini herkes kendi hayatından örneklerle gayet iyi bilir.

Başınızın ağrımaması için çare nedir?

Temsil ettiğiniz inanca, fikre, kuruma ve ülkeye zarar vermeyecek sağlam bir duruş sahibi olursunuz, çıkması muhtemel hiçbir belge uykularınızı kaçırmaz.

Aksi halde bir wikileaks ekibi ortaya çıkar ve sizinle ilgili belgeleri de sızdırır.

Namazınızdan şüphe etmemeniz abdestinizin sağlamlığına bağlıdır.

Ülkemizden de yerli bir wikileaks ekibi çıkıp kimlerin hangi işleri kimlerle hangi yöntemleri kullanarak kotardığının belgelerini sızdırmaya başlarsa birilerinin hali nice olur?

Ünlü bir köşe yazarını ziyaret ederek bilgilendiren ve “işin aslı budur, bizden duymuş olun” diyen Deniz Feneri yöneticilerine ilk görüşmede sayın yazar bir söyleyememiş.

Üç buçuk dört ay sonra yeniden ziyarete giden dernek idarecilerine yazarımız, “Önceki gelişinizde kafam karışıktı, itiraf edeyim. Geçen 3-4 ay içerinde anladım ki, Deniz Feneri meselesi ’siyasi bir mesele’. Size tavsiyem filan grupla iyi ilişkiler geliştirin. Bana anlattığınız gibi işin aslını onlara da anlatın. Onlar sizinle ilgili oluşturulan olumsuz algının değişmesi, olumlu hale getirilmesi için gerekirse ortaya ‘belge’ çıkarırlar!” demiş.

Ağlar mısınız, güler misiniz?

Merak edenler olacaktır. Ünlü yazarımız söz konusu iki görüşmenin ardından, artık anladığını söylediği meseleyi konu alan bir yazı yazmış mıdır? El cevap: Hayır!

Peki, o yazarımız kimdir?

Tabii ki adını açıklayarak size kötülük yapacak değiliz. Yazarımızın adını öğrenen Deniz Feneri gönüllü ve bağışçılarının şöhretli yazarımızı gönül defterlerinden silmelerine gönlümüz el vermez.

Belki de o da temin edilecek belgelerin ortaya çıkmasını bekliyor, “Belgeler çıksın da biz de rahat rahat Deniz Feneri konusuna girelim” diye bekliyordur.

Son birkaç not:

Deniz Feneri ekibi wikileaks belgeleri arasından şöyle esaslı birkaç belge de Deniz Feneri ile ilgili çıksa da, dünyanın 47 ülkesinde bayrağımızı dalgalandırmış, ülkemizin bütün bölgelerinde iyilik destanı yazmış bir yardım kuruluşunun nasıl bir komplo ile, kimlerle kimlerin işbirliği halinde yok edilmek istendiği anlaşılsa diye merakla bekliyor olmalılar.

Geçtiğimiz Perşembe gecesi yayınlanan ve Pazar günü de tekrarlanan 32. Gün programının son dakikalarında program sorumlularından Rıdvan Akar, Taraf Gazetesi’nden Mehmet Baransu’yu, “Her konuyu yazıyorsunuz da neden Deniz Feneri’ni de yazmıyorsunuz?” sorusuyla sıkıştırmaya çalıştı.

“Baransu, benim bir köşem bile yok. Türkiye’nin bütün konularını ele almaya yetişemiyorum” cevabını verdi önce. Fakat Rıdvan Akar, “Gazeteniz gerektiğinde size sayfalarca yer ayırıyor. Bu konuyu yazmanız gerekmez mi” diye soruyu tekrarlayınca, Baransu itiraf etti:”Belge temin etmeye çalıştım. Girişimlerde bulundum ama her hangi bir belgeye ulaşamadım. Elinde belge olanlar varsa, bana posta ile göndersinler haber yapayım” sözünü verdi. O da birilerinin belge temin edip ortaya çıkarmasını bekliyor yazık!

2008 yılı Eylül ayında Deniz Feneri’ne yoğun saldırılar yapılırken, Fatih Altaylı da coşmuş ve Habertürk isimli sitedeki köşesinde Deniz Feneri’ni yazmıştı. Daha doğrusu sadece saldırıları, suçlamaları tekrarlamış, “Ben bu konuyu takip edeceğim. Ben bir konuyu takip edeceğim dersem nasıl takip ettiğimi okuyucular bilir” notunu düşmeyi de ihmal etmemişti.

Fatih Altaylı o günden sonra Deniz Feneri’ni bir daha yazmadı nedense?

Deniz Feneri Derneği yetkilileri onun meydan okumasından cesaret alarak gidip bilgilendirmek istediler. Fakat Altaylı’nın sürekli meşgul ve şehir dışı gezilerinde olması sebebiyle bir türlü görüşemediler!

Kısacası, Altaylı köşesinde esmiş, gürlemiş ama bir türlü yağamamış! Kendisine bol malzeme verebilecek “abdestinden emin” yetkililerin karşısına çıkma cesaretini ise gösterememiş!

İşte size bizden birkaç wikileaks haberi!

İster inanın inanmayın.

gumuslale@gmail.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum