Recep KOÇAK
Bir Başka Açıdan Kırgızistan
2013 yılı kurban bayramını Kırgızistan’da karşılamak ve Deniz Feneri’ne emanet edilen kurbanların kesimine nezaret etme niyetim vardı. Hatta hazırlanan ilk listelerde adım Kırgızistan kurban görevlisi olarak yer almıştı. Ne var ki, o yıl Sri Lanka’ya gitmemiz mukaddermiş, Sri Lanka’ya gidecek gönüllülerimize refakat etme görevi bana verildiği için rotayı o tarafa çevirmiştik.
Nasipte bu yıl Kırgızistan’a gitmek varmış. Kurban gönüllüsü olarak Aydın Talay Bey ve Muhammed İkbal Albayrak’la birlikte Deniz Feneri Derneği’nin kurbanlarının kesimine nezaret ettik.
Bu yıl benden önce Kırgızistan’a Ramazan görevlisi olarak giden dostum Mehmet Kâmil Gelgör beye, izlenimlerini yazması halinde köşemde yer vereceğimi ve okuyucularımızla paylaşmak istediğimi söylemiştim. Ondan gelen aşağıdaki yazıyı, hayırlara vesile olması ümidiyle dikkatinize sunarken hem kendisini hem de Kırgızistan’ın güzel insanlarını selamlıyorum…
…
BİŞKEK'TEN SELAM VE RAHMAT
1438 Ramazanı...Her yıl bizi onarmak, açıklarımızı kapatmak, eksiklerimizi tamamlamak için gönderilen gök sofrası yine insanlığın önüne serildi. Davete icabet edene, ekmeği bölüşene ne mutlu. Haziranın 8'i bir gece vakti kendimizi Kırgızistan başkenti Bişkek'te bulduk. Deniz Feneri'nin mazlum coğrafyaları aydınlatan ışığı bu sefer Asya'nın kalbine ulaşıyordu. Bölgedeki partner kuruluşu ise hiç de yabancısı olmadığımız bizden bir isim : Hüdai Vakfı. Cemiyetin görevlisi Bakıt Bey bizi Uluslararası Manas Havalimanında karşıladı ve yaklaşık bir saati aşkın yolculuktan sonra, önce başkente ardından konaklayacağımız Araşan’a merhaba dedik. Düzgün ve geniş caddeleri, yüksek kamu binaları ve geniş meydanları ile Rus kültürüne ait bir ülkede olduğumuzu hemen hissediverdik.
Ufuklarda bize merhaba diyen Alatov/ Tanrı dağları ise gerçekten çok etkileyiciydi. Yılın sekiz ayı karlar altında kalan Asya'nın bu kadim kentinde kar, sokaklarda çoktan erimiş olsa da heybetli dağlarında yaz boyu kalmaya devam ediyormuş. Türkiye ile arasında 3 saatlik zaman dilimi bulunan Bişkek'te sabah olmak üzereydi. Geniş bir bahçe içinde kurulan Araşan yurdunda erkek öğrencilerin yoğun bir hafızlık programıyla Kur'anımız ile olan yolculuklarını görmek anlamlıydı. Kısa bir dinlenmeden sonra önce öğle namazını eda edip daha sonra kenti tanımaya karar vermiştik.
Yol arkadaşım Deniz Feneri Doğu Anadolu Temsilcisi Ömer Sait Aksoy ve mihmandarımız ile yola koyulduk. Türkiye'nin 1980'lerini hatırlatan bir ortamı teneffüs etmek bizim için güzel bir hafıza tazeleme oldu doğrusu. Bölgeyi size biraz teknik dille anlatmaya çalışalım:
Orta Asya'da bin yıl önce İslamiyeti kabul eden ilk Türk devleti Karahanlılar dönemine ait minare, kule ve türbeler dönemin kültürü ve mimarisine ışık tutuyor. Kırgızistan'ın kuzeyinde ve güneyinde 840-1212 tarihlerinde Türkistan ve Maveraünnehir'de hakimiyet kuran Karahanlılar döneminde inşa edilen eserler, kerpiçten tuğla mimarisine geçişin izlerini taşıyor ve ihtişamlarıyla göz boyuyor. Türk boyları Oğuz, Çigil, Yağma, Uz ve Azlardan oluşan Karahanlılara ait bu eserler, günümüzde yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı konumunda.
Kırgızistan'ın kuzeyinde Tokmok (Balasagun) ve güneyinde Özgen (Uzgen) şehirlerinde iki başkente sahip Karahanlıların buralarda asırlar önce inşa ettiği minare, gözetleme kulesi ve türbeler bulunuyor.
Burana Kulesi
Tokmok'ta tarihi ve kültürel yerleşkede 26 metre yüksekliğindeki Barana gözetleme kulesi, sıra dışı mimarisiyle dikkat çekiyor. Karlı Tanrı Dağı'nın ve Yeşil Çuy Vadisi'nin doğal güzelliğini adeta süsleyen Burana Kulesi'nin bulunduğu bölgede yapılan arkeolojik kazılarda taş değirmenleri, tarımda kullanılan taş aletlerin keşfedildiği biliniyor.
Özgen Minaresi ve Türbesi
Karahanlıların miras bıraktığı, Özgen kent merkezinde bulunan kırmızı tuğladan yapılmış Özgen Minaresi 27,4 metre yüksekliğinde. Fergana Vadisi'nin doğusunda Kara-Darya Nehri kıyısında Arkeolojik-Mimari Açık Müze Kompleks alanında yer alan minare, tarihi İpek Yolu'nun güzergahında bulunuyor. Minarenin yer aldığı bölgede, tuğladan yapılmış kapalı dev türbe göze çarpıyor. Bitişik üç bölmeli ve tek giriş kapısına sahip türbenin, Karahanlılar döneminde hükümdarlara, ailelerine ve ünlü kişilere ait olduğu sanılıyor. Burada yürütülen kazı çalışmalarında bin yıl öncesinden 60'a yakın insan kalıntısının bulunduğu kaydediliyor. Karahanlıların 932 yılında İslamiyeti kabul eden ilk Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han, Türk İslam tarihinin büyük şairi ve düşünürü Yusuf Has Hacib, Türkistan coğrafyasında İslam dininin yayılmasına büyük katkısı bulunan İmam Serahsi ve Türkç’nin ilk sözlüğü kabul edilen Divanü Lugati't-Türk'ü yazan Kaşgarlı Mahmut gibi ünlü kişileri yetiştirdiği biliniyor.
Akşam iftar için yurda döndüğümüzde vakıf hizmetlerini başarıyla icra eden Oktay Çetin Beyefendi ve Türkiye'den diyanet görevlisi olarak yıllarını bu ülkeye veren Durmuş ve Feyzullah Hocalar bizi "derya"nın başında karşıladılar. Gürül gürül çağlayan bir derenin başındaydık ve Kırgızlar onu derya diye isimlendiriyor... Yerelliğini koruyan gıdalarla hazırlanmış sofra ve modern gıda endüstrisinin henüz deforme etmediği nimetlerle yapılan iftara bir de deryanın çağıltısı eklenince bu harika Ramazan sofrasını hafızamızdaki yerini almaya başlamıştı bile. İlahiyat fakültesinin camiinde bölge halkının iştiraki ile eda edilen teravih sonrası odalarımıza çekilmiş olduk.
Vakfın sahada titiz çalışması ile ihtiyaç sahibi ailelere tek tek ulaşılmış ve acil gıda ihtiyaçları temin edilmişti. Gıda koli ve poşetleri itina ile hazırlanmıştı. Yurdun önünde cuma sonrası ikindi civarı Deniz Feneri pankart ve afişleri önünde dağıtımlar başladı. İsmi okunan aile gelip erzakını teslim alırken, birbirinden tatlı Kırgız çocuklarının balon ve şekerlemeleriyle mutlu olmaları ise buraları görmeye ve gelmeye cidden değmişti. Yetim İftarı ve sofrası başlığıyla hazırlanan sofrada geniş bir aile olarak yerimizi aldık. Fakülte Dekanı, hocaları, vakıf çalışanları, gönlü ve yüzü aydınlık insanlar ve güzel mi güzel Kırgız çocukları ile besmeleyi çektik. İlk yudum suyu ağzımıza aldıktan ve ilk çorbamızı kaşıklarken anladık ki Ramazan bizi de kendine benzetmiş. Bir kez daha gördük ki uzaklar aslında yakınmış. Bir kere daha fehm ettik ki biz büyük, çok büyük bir aileymişiz aslında. Aynı besmele ile iftar edip, aynı dua ile hamdeden bizleri neydi uzaklaştıran? Bizim üretmediğimiz gündemler ve sentetik problemler mi? İlahiyat dekanının anlamlı ve içten duası ile teravihimize yetişmek için bahçedeki uygulama camiine geçtik ve kitabımızın indirildiği doğum ayı olan Ramazan gecesinin şefkat ve merhametine kendimizi bıraktık.
Ertesi sabah artık kapı kapı dolaşma vakti idi. Önde minibüsümüz ve arkamızda erzak kamyonetimiz ile vurduk kendimizi Ortaasyanın kalbine, sokaklarına...Yol boyunca daha önce ziyaret ettiğimiz AtaBeyt'in önünden bir kez daha geçtik. Kırgızlar 1916 rus işgali sırasında şehit verdikleri babaları adına ve yaptıkları mücadelenin anısına yaptıkları bir anıt burası. Ve Kırgızların ünlü fikir adamı ve yazar Cengiz Aytmatov da burada medfun. Mezarında biribirinden taze çiçekler görünce şaşırarak sordum görevliye "burası hergün böyle midir?" diye. Meğer o gün Aytmatov’un vefat yıldönümü imiş. Bizim ziyaretimiz de o güne rastlamıştı işte. Adına yapılan müzeyi gezdik. O acı günlerin acı hatıralarını yaşatıyorlardı. Gezmek görmek gerek. Derken Ahıska Türklerinin ağırlıkta olduğu mahalleye gelmiş olduk. Bölgeyi ve insanını çok iyi bilen ve kendisi de bir Ahıskalı olan "Mehemmet" ağabey ile başladık sokakları arşınlamaya. Gayet titiz bir çalışma ile hazırlanmış listeyle kapıları çalıyor ve Ramazan erzaklarını tek tek elden teslim ediyorduk. Acılar çeken insanları dinlesek kimbilir bize ne sürgün öyküleri anlatırlardı, ama buna zamanımız yoktu. Her evden sokağa koşan üç beş çocuk ise içimizi aydınlatmaya yetmişti. Yine balonlar ve yine şekerler... Bir çocuk için daha iyi ne olabilirdi. Ülke yıkılmış kimin umurunda.. Çocuk olmak başka, bambaşka bir şey olsa gerek! Tüm adresler titizlikle ziyaret edilirken bir kapıdaki ablamızın buna ihtiyaçları olmadığını ve daha muhtaç aileler olduğunu söylemesi ise gerçek bir asalet ve diğergamlık karesi olarak hafızamızdaki yerini alıyordu.
Saatler secde zamanı olduğunu gösterince mahallenin camisi bizim yenilenme, rahatlama ve aynı rabbe kul olanlarla buluşma vaktinin geldiğini gösteriyordu. Namazı müteakip cami imam hatibinin Elazığ Palulu Mustafa Çakmak olduğunu öğreniyor ve Ömer Sait Beyin yüzündeki ifadeden farklı bir şey olduğunu hissediyordum. Meğer 2010 yılındaki Elazığ (asıl ve gerçek adı el-Aziz, hadi yazmışken tam adı ile ifade edelim Mamurat'ul-Aziz) depremi olduğu saatten tam 4, evet yanlış okumadınız dört saat sonra Deniz Feneri Doğu Anadolu Temsilciliğinin fedakar yönetici ve çalışanları bölgeye intikal etmişler. Nereden, elbette Erzurum'dan. Henüz hiçbir kamu veya sivil kuruluş gelmemişken/gelememişken! Tüm teknik ekib ve yardım levazımatı ile ilk müdahaleleri yapmışlar ve kışın halen hüküm sürdüğü mart ayında afet evlerini kurmuşlar. İşte Mustafa Hoca da o evlerde 6 ay kalmış. SübhanAllah. Dün Deniz Feneri’nden yardım alan imam dostumuz bugün Kırgızistan'da bir Deniz feneri gönüllüsü olarak muhtaç aileleri tesbit ediyor ve bu sefer veren el oluyordu. Hayat bazen de böyle bir şeydir işte...
Yorgun bir günün sonunda görev bitmiyor bu sefer Hüdai Vakfının Kız Yurduna doğru araçlarımızı sürüyorduk. Orada bizi dört gözle bekleyen ailelere yine liste sırasına göre erzaklarını teslim ederek yurdun ofisinde tüm çalışanlar ve gönüllülerle birlikte Bişkek için okunan akşam ezanını kulaklarımıza ve gönlümüze misafir ederek şu kelimeleri mırıldanıyorduk: Allahım senin için oruç tuttum, sana iman ettim ve sana tevekkül ederek verdiğin rızıkla iftarımı açtım! Amin...
Sahurumuzu yaptıktan sonra Bakıt kardeşimizle tekrar Manas havalimanına doğru yola koyulduk. Bu sefer vakitten kazanma sırası bizdeydi. Güneşin doğuşunu hep arkamızda tutarak uzuun bir sabahı temaşa ederek rabbimizin yer ve gök ayetlerini bir kez daha kalbimize nakşederek İstanbul toprağına ayak bastık. "Tarih kaderdir" derler. Bunu bir kez daha gördük, yaşadık. Bu coğrafyada olmanın bir bedeli olduğu bize hep hatırlatıldı. Bu sorumlulukları ifa etmek için çırpınan Deniz Feneri ve tüm gönüllü ve hizmetkarlarına çok "iyi bir şey" yaptıklarını bir kez de biz hatırlatarak teşekkür ve dualarımızı paylaşıyoruz. Ve Kırgızların bize emanet ettiği sözü Deniz Feneri’nin tüm değerli bağışçılarına hürmetle iletiyoruz: "RAHMAT RAHMAT"
Mehmet Kamil Gelgör
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.