xxx33
Bazı durumlara ya alıştık ya da alışmış gibi yapıyoruz
İki ihtimal var.
Ya her şeye alışıyoruz.
Ya da alışmış gibi yapıyoruz.
Herhalde farkındasınızdır.
Türkiye'de demokratik siyaset iki dava arasında sıkıştı.
Bunlardan biri "Kapatma Davası" diğeri de "Ergenekon Davası"...
Bu iki davanın buharlaştıklarını, hiç var olmadıklarını düşünün bir kez.
Siyasetin son döneminde söylenen sözlerin, polemiklerin, kavgaların, karalamaların ve suçlamaların büyük çoğunluğu havada kalırdı.
Hukuk ile siyasetin böylesine yüzgöz olmalarına ya alıştık ya da bu duruma alışmış gibi yapıyoruz.
"AK Parti kapatılacak mı yoksa kapatılmayacak mı" içerikli papatya falı açmanın siyasetin doğal bir uzantısı olduğuna da alıştık.
Türkiye'de Batı ile en büyük uyum paketini açan, alfabeyi bile değiştiren, Türkiye'yi Avrupa Konseyi'nin, OECD'nin kurucu üyesi yapan, AB ile Ankara Antlaşması'nı imzalayan CHP'nin 21'inci yüzyılda AB karşıtı ve 3'üncü Dünyacı olmasına da alışmadık mı?
Veya alışmış gibi yapıyoruz.
Nelere alıştık?
Aslında 1960'larda "komprador burjuvazinin montaj sanayii" diye küçümsediğimiz ve aşağıladığımız otomotiv endüstrisinin, şu anda ekonominin ve ihracatın itici gücü olmasına da alıştık.
Otoyollara da, Boğaz Köprüleri'ne de, 5 yıldızlı otellere de, gökdelenlere de, alışveriş merkezlerine de alıştık.
Rakının ve sigaranın yabancı sermaye tarafından üretilmesine, tasarruflarımızı yabancı sermayeli bankalara yatırmaya, döviz hesabına falan da alıştık. Tıpkı özel ve çok kanallı televizyonlara, radyolara alıştığımız gibi alıştık bunlara.
İnternete, ADSL'e, GSM'e, GPRS'e, GPS'e ve bilginin sınırsız global dolaşımına alıştık.
Yoksa alışmış gibi mi yapıyoruz?
Neden durmadan Youtube'u falan kapatıyoruz?
Kürt kökenli seçmenlerin kendi partilerinin olmasına alıştık mı, alışamadık mı?
Aslında medyadaki çok sesliliğe de alışıp alışmadığımız pek belli değil.
"Derin Medya"nın kalemleri kendileri gibi olmayanlara ya "Bölücü Medya" ya da "Dinci Medya" diye damga vururlardı.
Taraf faktörü
Şimdi pazara "Taraf" gazetesi de girdi ve derin medyacılar kime ne diyeceklerini şaşırdılar.
Kimin "Demokrat" kimin "Darbeci" olduğu yolunda tartışmalar başladı.
Neticede buna da alıştık artık.
Türkiye'de sanki hiç darbe olmamış, hiç faili meçhul cinayet işlenmemiş, hiç yasadışı örgütlenmeler ve eylemler yapılmamış gibi, "Bundan sonra böyle şeyler olmasın" diyenlere "İktidar yanlısı" denilmesine de alıştık bu arada.
Kapatma davasına rağmen AK Parti'nin hala bölünmüş olmamasına galiba alışamadık. Bu eskiden böyle olmazdı çünkü. Halktan oy alan partileri sonunda mutlaka birileri bölerdi.
Amerika'nın Güney komşumuz olmasına, Sovyetler'in çöküp dağılmasına, Çin'in serbest pazar ekonomisine geçmesine ve hatta Bulgaristan ile Romanya'nın bizden önce AB'ye girmesine de alıştık.
Vedat Durusel'in "Gerçekler ve Fıkralar" kitabındaki "Temel Fıkrası" gibi bir durum bu.
Temel bir hazine bulur. Hazineyi evine götürmek ister fakat hazine çok ağırdır. Ertesi gün bir katırla gelip almak üzere hazineyi gömer. Üstüne de "Temel buraya hazine gömmedi" diye bir tabela koyar. Ertesi gün hazineyi almak üzere gittiğine tabelada "Dursun buradan hazineyi almadı" yazısını görür.
Yani alışsak da alışmasak da, alıp veremediklerimiz hep aramızda gidip geliyor.
Neticede yarımız Temeliz, yarımız da Dursunuz.