xxx09
Başına Stockholm kadar taş düşsün
70’li yıllarda Stockholm’de bir bankayı soymaya kalkışan soyguncular, polisin baskın girişimine karşı 4 kişiyi rehin aldılar.
Soyguncuların rehinelerle birlikte direnişi altı gün sürdü. Soyguncular ile rehinelerin birlikte geçirdiği 6 günün ardından rehineler, soygunculardan yana oldular. Polise karşı rehinelerle birlikte mücadele ettiler. Mahkemede soyguncular lehine ifade verdiler. Hatta aralarında para toplayıp soygunculara avukat bile tuttular.
Bu vakanın ardından da psikoloji bilimi, yepyeni bir kavram kazandı:
“Stockholm sendromu”.
O gün bugündür...
Nerede “baskı gören kişinin baskı uygulayana sempati geliştirmesi” türünden bir vakaya rastlansa hemen “Stockholm sendromu” hükmü veriliyor.
* * *
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu son verdiği demeçte...
AK Parti’nin yüzde 50 oy almasını “Stockholm sendromu” ile açıklıyor.
Yani demek istiyor ki:
“Bu işte bizim günahımız yok. Biz yapılması gerekeni yaptık. Ama gelin görün ki halkımız psikolojik bir rahatsızlığın pençesinde. AK Parti, halkımızı rehin aldı. Rehin alınan halkımız da bir süre sonra rehin alana bağlandı. İşkencesine âşık oldu, baskıcısına kendisini adadı, zalime sevdalandı. Ve böylece AK Parti yüzde 50’lik bir başarı kazandı”.
* * *
Unutmayalım:
Bir süre önce bazı muhafazakâr demokrat yazarlar, “Stockholm sendromu” kavramını Aleviler için kullanıyorlardı.
Dedikleri şuydu:
CHP tarafından dışlanmış, CHP tarafından şehirleri bombalanmış, CHP tarafından hakları gasp edilmiş Aleviler, oylarını ısrarla ve inatla CHP’ye veriyorlarsa...
Bunun adı “Stockholm sendromu”dur.
Bu bir tür “cellâdına âşık olma” durumudur.
* * *
Ey ahali!
Sakın “Stockholm sendromu”nun alengirli ve şık kaçan taraflarına aldanıp da yan gelip yatmayın.
Çünkü bu tabiri kullananlar...
Yüzde 50’yi de, Alevileri de bir türlü anlamak istemeyip “kaçış sendromu” yaşayan kişilerdir.
Fazlasıyla yüzeysel, fazlasıyla üstünkörü, fazlasıyla zorlama, fazlasıyla kestirme ve fazlasıyla yakışıksız bir nitelemeyle hakikatlerden kaçmaktadırlar.
Oysa hakikat, “Stockholm sendromu” denilerek geçiştirilemeyecek denli çok boyutlu ve karmaşıktır.
Hakikat, kavranması emek isteyen bir yerdedir.
Şu yıldızlar da geçit yapsın
AÇIKHAVA ’da hep Kenan Doğulu, hep Serdar Ortaç mı geçit yapacak?
Mesela...
Neşet Ertaş usta da şöyle bir geçit yapsın.
Mesela...
Erkan Oğur, yanına alsın İsmail Hakkı Demircioğlu’nu, kapatsın gözlerini konser sonuna kadar açmadan hem çalsın hem söylesin.
Mesela...
Yavuz Bingöl ile Özhan Eren, Aynur Doğan ile Kardeş Türküler, İnce Saz ile Baba Zula birlikte çıksın sahneye...
Mesela...
Yeni Türkü’nün tadı damağımızda kalan konseri tekrarlansın.
Çok şey mi istiyoruz?
Bahçeli’ye tavsiye: Kadınlarla çalış
YILLAR sonra ilk kez bir kadın MHP yönetimine gelmiş.
Sanırım “Yetmez ama evet” sloganının en yakıştığı gelişme budur.
Yetmez çünkü...
Kasetten yara alan bir partinin yönetiminde daha fazla kadına yer açması her açıdan yarar getirir.
Mesela şu türden yararlar:
- Yönetimdeki kadınlar, MHP’deki “erkek muhabbeti”nin alıp başını gitmesine engel olur.
- Yönetimdeki kadınlar, MHP açısından “aile vurgusu” yapmış olurlar, bu da kanayan yaranın iyileşmesine katkı sağlar.
- Yönetimdeki kadınlar, MHP’nin “erkeksi ve sert” görünümünü yumuşatır.
- Yönetimdeki kadınlar, lisanı hal ile hep bir sadakat vurgusu yaparlar.
Baykal-Sav ikilisine hayata dair tavsiyeler
- Bir kıyı kasabasına yerleşip birlikte balık tutmayı deneyin.
- Torun sevgisinin evlat sevgisinden bile daha tatlı olduğu söylenir. Kendinizi torunlarınıza verin.
- Halkın “Gelin ve bizi kurtarın” şeklinde bir talebi ortaya çıkmadıkça kafa çıkarmak artık fena halde demode.
- Perde arkasından hizip oyunları çevirmek de fena halde demode.
- Belki eski deneyimlerinizle kurultay kazanabilirsiniz ama eski deneyimlerinizle seçim kazanamadığınız artık tescillidir.
- Partinin “akil adamı olmak”, parti içi iktidarı ele geçirmiş olmaktan daha iyi bir konum olabilir. Buna bir şans verin.
- Kendinize politika dışında da heyecan duyacağınız yeni meşgaleler bulun.
Güzel yaşlanmak
HAYIR, hayır.
Fiziki açıdan güzel yaşlanmaktan söz etmiyorum.
Yaşlandıkça saygınlık kazanmaktan söz ediyorum.
Mesela Hülya Avşar...
Hiç de güzel yaşlanmıyor.
Biraz daha fazla reyting için yaptığı numaralar, gazetecilere açıklama yaparken ağzından çıkan kaba sözler, gündem olmak için çektiği artistiklikler falan...
Kötü bir yaşlanma bu... “Fiziki açıdan söz etmiyorum” demiştim ama sanırım bu tür bir yaşlanma hali fiziki güzelliği de yaralıyor.
Resmen çirkinleştiriyor yani.
Allah hepimize güzel yaşlanmak nasip etsin. Amin.
Oktay Ekşi’ye açık mektup
OKTAY Bey...
Milletvekili seçildiniz, hayırlı olsun.
Bir de yaş durumundan Meclis’in ilk oturumunu yöneteceksiniz, bu da hayırlı olsun.
Leyla Zana’lı, Altan Tan’lı, Mustafa Balbay’lı, Mehmet Metiner’li bir Meclis’te yemin töreni yönetmek, “başyazı” yazmaktan daha eğlenceli bir iştir, haberiniz olsun.
Bu “yumuşak” girişin ardından maruzatıma geçebilirim.
* * *
Oktay Bey, sizi severim. Gerçekten... Kibar bir insansınız. Nezaketinizi hep takdir etmişimdir.
Ama bizim gazetede yazdığınız bir yazıda nezaketinize hiç de yakışmayan bir ifade kullandınız.
Ben de tuttum, “Oktay Bey bizim gazetenin başyazarıdır, aman bu işe hiç bulaşmayayım” falan demeden sizi eleştirdim.
Dediğim şuydu: “Analarını da satarlar gibi bir ifade fena halde yakışıksız bir ifadedir”.
Ardından da sizin o ifadeyi gecenin bir vakti yazınıza koyduğunuzu, bunun da gazetenin denetim mekanizmasını atlatmak anlamına geldiğini yazdım.
Bunu yazdım diye bana gönül koydunuz.
Her çıktığınız televizyon programında bana kırgın olduğunuzu söylüyor ve ekliyorsunuz: “Benden hâlâ özür dilemedi”.
Oktay Bey...
Bu meslekte olumlu eleştirinin de, olumsuz eleştirinin de yerinin olduğunu en iyi bilen isimlerdensiniz.
Olumsuz bir eleştiri yaptım diye neden sizden özür dileyecekmişim ki?
“Analarını da satarlar” hoş bir ifade mi?
Bu ifadeyi gecenin bir vakti yazıya yerleştirmek takdir edilecek bir çaba mı?
* * *
Gazeteden ayrılmak mecburiyetinde kaldınız, buna çok üzüldüm.
O günden beri de hep sustum.
Ama siz bulduğunuz her platformda ısrarla ve inatla benden “özür beklediğinizi” söylemekten imtina etmediniz. En son yine bir TV programında aynı çağrıyı yinelediniz.
Size sadece şunu söylemek isterim:
Ben özür dilemekten tuhaf bir şekilde zevk alırım. Ama sadece özür dilemem gerektiğinde...