Feyza KAPLAN
ALTIN DİŞLİ İNSANLARIN ÜLKESİ
Selanik’de başlayan Özbekistan yolculuğumuz İstanbul – Taşkent uçuşuyla hareketlendi. İstanbul’dan Türk Hava Yolları’yla Taşkent 4.5 saatlik mesafedeydi. Nedense hiç heyecanlanmamıştım, zira uçak gece yarısı havalandığı için fazla meraklı gözükmüyordum. Ta ki Taşkent’e sabah namazı esnasında inene kadar! Yanımızdakiler ile birlikte Taşkent’i işgal etmişiz gibi hissettim. Hayat henüz Taşkentliler için başlamamıştı. Şehrin sükuneti, tertemiz havası, otelimize kadar olan mesafedeki sokakların temizliği ve de Selanik’in dar sokaklarından sonra gördüğüm genişlik bize yorgunluğumuzu unutturmuştu.
Taşkent Dedeman Otel’e yerleştiğimizde kendimizi evimizde gibi hissettik. Özbekistan turumuz Taşkent’ten başladı. İlk gördüğümüz yer ise ihtişamıyla hayretler içinde kaldığım Hazreti İmam Cami idi (Kasti Imam). 16. yüzyıldan kalan görkemi ile dimdik ayakta idi. İçeri girdiğimizde, 3000 kişinin aynı anda namaz kılabildiğini öğrendik, üstelik cami içinde hiç sütun yoktu. Alabildiğince uzanan geniş bir alanı kaplamaktaydı. Mihrab ve mimberi caminin içinde küçücük kalmıştı. Hanımlar bölümü ise oraya has oymacılıktan oluşan seyyar paravanla ayrılmıştı. Caminin muhteşem atmosferinden sonra etrafındaki medreseleri ve diğer yapıları incelemek için avluya çıktığımızda bizi ipek yolunun insanları dedirten Özbek halkı karşılıyordu. Türkmişizzz? Hoş kelibsizzzz, özimsizzz, yüreğimsizzz. ‘Polat Alemdar?’ diyen altın dişli insanlarla beraberdik. Barakhan Merdesesi ve meydanını incelerken rehberimizin aktardığı bilgiler eşliğinde sonsuzluğu yaşıyordum ve burada sonsuza dek kalabilirdim. Orada gerçekten ‘öze dönüş, içinize yürüyüş nedir’ hissediyorsunuz varlık ve yokluğu aynı karenin içinde birleştiriyorsunuz. Birbirlerine parallel olan medresenin yüksekliği de sonsuzluk ve yükseliş misali oradaydı.
Taşkent’teki gezimiz şehrin geniş caddelerinde devam ediyor, zira Asya Kalkınma Bankası’nın her yıl Mayıs ayında düzenlediği ve bu yılda 43.’sünün yapıldığı Genel Kurul toplantısının yoğun güvenliği şehrin her yerine hakimdi.
Özbekistan’ın ilk kez ADB’nin bu bölgede yapacağı Genel Kurul toplantısına ev sahipliği yapıyordu. Bu vesileyle de bölgedeki önemi çok büyüktü. Her gittiğim yerde, her gördüğüm sokakta “Taşkent gerçekten iyi bir seçim olmuş,” diyordum. Geçen yılki toplantı Endonezya’nın Bali adasında yapılmıştı. Taşkent 1966’ da yaşadığı büyük depremin ardından yeniden yapılanmaya başlamış ve şehre 1977’ de ilk metro açılımı yapılmış. Bugün Taşkent metrosu büyük bir üne sahip. Şehrin trafiğini azaltması bakımından da önemi oldukça büyük. Caddelerinin genişliği de trafiğin yoğunluğunu oldukça aza indirmiş.
Taskent yeni sehir eski sehir diye kocaman ve genis meydanlariyla ayrilmis, Emir Temur meydani ise en unlulerinden kocaman dev agaclarin golgesindeki insanlar yazin sicakligini burada gecirebiliyorlar,bu meydan eskiden askeri gecit torenlerinin yapildigi alanmis.
Eski Taskent ‘de oyle pek eskiye dair biseyler kalmamis eski evlerin tarihi yapilarin gorulebilecegi bir iki restrore edilebilmis sokakdan baska eski Taskent yok.Yeni Taskent ise gercekten yeni bir sehir olmus etrafin yesilligi hele birde Selanigin dar sokaklarindan gitmis biz ziyaretciler icin bambaska bir guzellikdeydi.
ADB nin yapilacagi Ozekspomerkez alani ise muhtesemdi hersey cok guzel organize edilmis .Bay ve bayan Kurodolarda (adb baskani ve esi) Ozbekisatan cumhur baskani Islam Kerimovla beraber yaptigi ev sahipligi nezdinde baslayip bitmis oldu.
Taşkent’e gidilir de çarşı-pazar gezilmez mi? Her yerde karşımıza çıkan beyaz altın dedikleri pamuk figürleriyle kaplı fincanlar (kupalar) ile yeşil çay içmek keyifliydi. Benim ve arkadaşımın yaşadığı ilk hayretler zinciri burada başladı. Sabah sabah şöyle bir TÜRK KAHVESİ keyfi yaparız diyordum. Ancak kahve adına var olan tek şey hazır üçlü paketteki nescafelerdi. Yeşil çayı pek içemeyen bense burada yeşil çaya tav olmuştum.
Herşey iyi güzelde ah bide su wc olayını çözebilselerdi, yemeklerinden vazgeçtik tuvalet ihtiyacınızı giderebilecek uygun bir yer bulmanız mümkün değil, yeşil çayı da bu durumda içmek hiç uygun değil!
Elinizde sum varsa (Özbekistan para birimi) işiniz biraz daha kolaylaşıyor. Alışverişlerde dolar da kullanabildiğiniz için iyi bir pazarlıkla güzel şeyler almanız mümkün. İpek yolu ülkesine gidilirde ipek alınmaz mı? Yerine göre değişen fiyatlarla dut kozasından yapılmış ipek şallar fularlar alabilirsiniz. Bu arada Taşkent’ten Semerkand’a kadar olan yolculuğumuz boyu gördüğüm dut ağaçları ise bir başka hayretler zinciriydi. Neden hayret etmiştim dut meyvesi pek rağbet görmüyor, hatta yenilmiyordu. Sadece dut ağacı kozası ipek yapımında kullanılıyordu.
Taşkent’i geride bıraktık. Semerkand’a doğru rehberimiz HASAN ESHANKULOV eşliğinde trenle yol alıyoruz. Kim çeker onca yolu şimdi trenle derken bir başka hayretle daha karşı karşıyayız. Tertemiz içinde televizyonu olan ortadaki masada temiz ve yeni örtülmüş örtüyle beraber çay bardakları su, kola servisleri hazırdı. Tren çok rahat ve temizdi. Çok uzun yıllardır trene binmediğim için biraz geri kalmıştım. Bu konuda Özbekistan denilince hep bildiğimiz gördüğümüz Registan meydanındayız, işte bu güzellik gerçekten değerdi. Registan meydanı (kum ülkesi yada kumlu yer) Semerkand’ın merkeziydi.
Registan meydanı
Uluğbey medresesi (15 YÜZYIL)
Sir –Dor medresesi (17 YÜZYIL)
TILLA KARI medresesi (17 yüzyıl) bu 3 medreseden oluşuyordu. Bayramların, konser ve gösterilerin yapıldığı yermiş.
İslamiyet içinde tarihi önemi olan bu medreselerin her birinin içi aynı şekilde yapılmıştır. İçinde bahçeye açılan avlu ve küçük odalardan ve bölümlerden oluşmakta, oda kapıları ise İslam dininin en önemli özelliklerinden saygı ve alçak gönüllülüğün temsili olarak - girerken ve çıkarken başınızı eğmeniz içindir- alçak yapılmıştır.
Uluğbey medresesinin her iki köşesindeki güneş, güç ve ışığı temsil ediyor. Medreselerin her birinde ayrı özellikler var. Registan meydanından ayrılıyoruz. Meydanda her karşılaştığımız kişi Türk olduğumuzu öğrendiği an ‘Polat Alemdar?’ diye söylüyordu. Şu sıralar her Yunanlı’nın beni gördüğü an ‘Onurrrrr Şehrazatttt?’ dediği gibi.
Semerkand’daki gezimizi tarihi yerleri gezerek devam ettirdik. Sıra yemek yemeğe geldiğinde biraz problem oluyordu. Yunanistan’ı aramamak mümkün değildi. Masaya gelen meze caciki, melicani (patlican salatasi), ısırgan otu salatası, kabaki (kızarmış kabak) hayallerimizi smoked horse (islenmiş at eti) yıkıyordu. Özbek pilavı ise Üsküdardaki Kanaat Lokantası’nda çok daha lezzetli idi. Doğrusu yemeklerle aramız iyi değildi. Özbek mantısı en yenilebilirlerindendi. Şaşlık kebabı ise, ‘Kebap Adana’da yenir,’ dedirtti doğrusu. Yol uzundu ve devam etmeliydik. Buharaya doğru yola koyulduk. Semerkand’ın yaklaşık 20 km uzaklığındaydı İMAMİ BUHARA’NIN kabri. Kabristana giden yolda karşılıklı beton duvarlar üzerine işlenen resimlerle süslenmişti. Her bir resim farklı idi. Üzerindeki figürler kuş tüyü kalem ve defter sembolliydi. Uzunca bir mesafe bir güzergahtan giderken ‘Hadis yolu olmalı burası,’ dedik. Sahihi Buhari, Sahihi Tirmizi Hadislerini okuyunca şimdi İmami Buhari ile karşılaşacakmışım gibi oldum. Kabristana giden yolda ısrarcı satıcıların arasından sıyrılarak içeri girdik. Her bir köşede bir gurup, başlarında rehberleri ama her birinde hikaye farklı yerden başlıyor. Hep aynı güzellikteki bilgilerdi. Öğrencilerini alıp ziyerete gelen Özbek öğretmenlerde çoğunluktaydı. Oradan ayrılmak zor olmuştu. Buhara şehrine doğru yola koyulduk. Rehberimiz Hasan, tarih profesörü gibiydi. Yolculuğumuz boyunca bize bilgilerini aktardı. Semerkand’dan sonra girdiğimiz her şehrin girişinde güvenlik kontrolü vardı başka bir eyalete girermiş gibi. Bu kontrolleri geçtikten sonra Navai şehrine yaklaştık. Yol boyunca devam eden dut ağaçlarıyla birlikte Buharadaydık. Buharada da her yerde olduğu gibi altın dişli Özbekler bizi karşılıyordu. Altın, güç ve zenginliği temsil ediyordu. Genç, orta yaşlı, kadın, erkek farketmeden herkeste altın dişler mevcuttu.
Buhara’nın ekmeğinin çok meşhur olduğunu öğrendik. Ekmeği gerçekten güzeldi. Medreselerin her biri sizi ayrı bir zamana götürüyordu. Buhara’nın manevi havasını daha çok hissetmeniz mümkün. Şehrin her yerinden geçen doğal gaz boruları bizim için ürkütücü olsa da Özbek halkı buna alışmış. Yazın 45 derecelere çıkan hava sıcaklığında dahi problem olmuyor. Altın, pamuk, ipek geçim kaynakları. Turistlerin en çok tercih ettiği zaman ise Nisan - Mayıs dönemi. Buhara’dan Taşkent’e uçakla dönüyoruz. Taşkent’teki gezimizi Taşkent İslam Enstitüsü ile devam ettiriyoruz. Kütüphanesi çok zengin bir okul. Hadis ve Fikih kitaplarının bir kısmının orjinallerini orada bulmak mümkün.
Özbek kültür yaşamının kısa bir özetiydi. Turumuzu tamamlayınca hediye edilen Özbek hatıralarıyla beraber, altın dişli, Sovyetlerin etkisinden kurtulmaya çalışan, gelişen, kendini yenileyen ipek yolunun güzel insanlarına veda ederek Taşkent’ten ayrıldık.
Taşkent - İstanbul arası uçuşumuz bizim için İstanbul’da son buldu. Ne yazık ki bitmek bilmeyen grev yüzünden Yunanlı arkadaşlarımızın uçagı iptal olmuş ertesi güne kadar beklemek zorundaydılar. Bizler de gezimizin geri kalan kısmını çok şükür arabayla tamamlayarak Selanik’e ulaştık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.