Recep KOÇAK
Allah iyilik edenleri sever
Allah iyilik edenleri sever
Deniz Feneri şu günlerde hizmette 25.yıla kavuşmanın sevincini yaşıyor. 1996 yılında bir televizyon programıyla başlayan hareket devasa bir insani yardım organizasyonuna dönüştü. 2021 itibariyle yurt dışında hayırseverlerin emanetlerinin ulaştırıldığı 70 ülke ve Türkiye’nin neredeyse her karış toprağına iyilik ışığının ulaştırıldığı dolu dolu 25 yıl.
İdarecilerin, çalışanların, bağışçı ve gönüllülerin her birisinin yaşadığı bin bir iyilik hikâyesinden üçünü 25 yılı tefekkür ederken hatırlayalım istedim. Buyurun…
Hastanede üç gün
Deniz Feneri çağrı merkezini arayan bir teyze İstanbul’un Avrupa yakasında yaşlı, hasta ve tek başına yaşayan bir adamın bilgisini veriyordu. Arayan altmışlı yaşlardaki teyze, “Bu hasta, yaşlı ve kimsesiz komşumuz için biz elimizden geleni yaptık. Ama uzun süre yatmaktan vücudunda yaralar çıktı. Acı içinde kıvranıyor, inliyor. Alıp bir hastaneye yatırsanız” diyordu Deniz Feneri’ne.
Hasta amcamız belki de haftalarca, aylarca hastanede yatabilirdi. Büyük faturalar çıkabilirdi karşımıza. Ama tek başına kaldığı evinde, hasta yatağında acı çeken yaşlı bir insan söz konusu idi. Onu haber veren duyarlı komşusu annemizin de bir hatırı olmalıydı.
Özel ambulansımız amcayı evinden alıp anlaşmalı hastanemize götürdü. Üzerine temiz kıyafetler giydirildi. Temiz bir yatağa yatırıldı. Sıcak çorba ve yemekler ikram edildi. Serum takıldı. Ağrı kesici verilerek acıları dindirildi.
Üç gün sonra amca ruhunu huzur içinde teslim etti. Hastane yetkilileri derneğimizi arayıp. “Amca vefatından önce size çok dua etti. Haklarınızı helal etmenizi istedi” dediler.
Cenaze işlerini kim yapacaktı.
Amcanın İstanbul’da yaşayan ama babaları ile ilgilenmeyen, hastaneye götürdüğümüzde haber verdiğimiz halde babalarını görmeye gelmeyen çocukları vardı. Onlardan birisini arayıp haber verdik. “Babanız vefat etti. Cenazesini siz mi kaldırırsınız, yoksa biz mi ilgilenelim?” diye sorduk.
Çocukları lütfedip babalarının cenazesini kaldırdı!
Amcamız üç gün misafirimiz olmuştu. Karnı tok, temiz bir yatakta ve ağrıları dindirilmiş olarak son yolculuğuna uğurlanmıştı. Başta komşusu teyzemiz olmak üzere Deniz Feneri çalışanları, yöneticileri ve bütün hayırseverlerimiz amcamızın son dualarından nasiplenmişti.
Erkeğin de adı yok
Yusuf Atalay Beyin genel başkanlığı döneminde bir Pazar günü telefonum çaldı. Baktım, arayan Yusuf Beydi. Sarıyer’de bir hastanenin acil servisinde kimsesiz bir amcanın sedye üstünde bekletildiğini, kimsenin ilgilenmediğini söylüyordu. Amca hasta, zayıf ve adını bile söyleyebilecek durumda değildi. “Bu adamın yakını kim, kim getirmiş buraya, alıp götürsünler” diye çevredeki insanların homurdanmalarından rahatsız olan Yusuf Bey bana haber veriyor, “Bu amcayı anlaşmalı hastanemize nakledelim” diyordu.
Ambulansımız gitti. Kimsesiz, çaresiz ve isimsiz amcayı alıp özel bir hastaneye götürdü. Deniz Feneri’nin hastası olarak tedavisine başlandı.
Birkaç gün sonra hastaneden aradılar. “Bu amca için tıbben yapılacak bir şey kalmadı lütfen buradan alın” dediler. Amca tuvalet ihtiyacını kendisi karşılayamıyor, haber de veremiyormuş. Hastanenin çalışanları yorulmuşlar. Hastane yönetimi ise alacağı parayı unutmuş, amcadan kurtulmak istiyordu.
Amcayı alacaktık tamam. Ama nereye götürecektik? Amcanın bir evi, ailesi, hatta ismi bile yoktu.
Çaresizlikten tam anlamıyla kıvranmaya başladık. Paramızın problem çözmek için yetmediği bir durumdu bu.
Kalıcı bir çözüm arayışımız devam ederken zaman kazanmak için amcayı özel hastaneden aldık, bir gönüllümüzün yardımıyla bir devlet hastanesine yatırdık. Birkaç gün sonra orası da gönüllümüzü sıkıştırıyor, “Bu adamı buradan alın” diyorlardı.
Gönüllümüz de bizi arayıp, “Benim orada daha fazla tutmaya gücüm yok amcayı alın” diyordu.
Alalım peki, ama nereye koyalım?
Uçan kuştan medet umuyordum adeta. Farklı mesleklerden gönüllülerimizi, dostlarımı arıyor ve bize akıl vermelerini, yol göstermelerini rica ediyordum. Çözüm formülü bir türlü bulunamıyor, hastane tarafından ise ikaz gelmeye devam ediyordu: “Bu adamı buradan alın!”
Günler, saatler geçmek bilmiyordu. Gece gündüz amcanın durumuna kafa yoruyordum.
Sonunda bir çözüm yolu aklıma geldi: Amcayı darülacezeye yerleştirecektik. O yolun çok zorlu olduğunu biliyordum. Daha önce yerleştirdiğimiz kişiler vardı ama her birisi için aylarca uğraşmamız gerekmişti.
Bunda ise vaktimiz yoktu.
Deniz Feneri’nin Ramazan Ağabeyi İbrahim Uğurlu Beye, “Sizinle bir ziyarete gidelim mi?” dedim.
“Ne için diye sordu?”
Durumu kısaca özetledim.
Ramazan Ağabey, “Gidelim“ dedi.
Şuuru açılıp kapanan amca bir ara bir isim telaffuz etmişti. Aklımda kalan Cemil Yıldız gibi bir isimdi. Başka bir şey de olabilir. Çünkü aradan yaklaşık 16 -17 yıl geçti.
Kayışdağı Darülacezenin o günkü genel müdürünü aradım. Özel bir tanışıklığımız, hukukumuz yoktu. “Sizi ziyaret etmek istiyoruz” dedim.
Randevu verdi.
Ramazan Ağabey’le birlikte gittik. Müdür bey 45- 50 yaşlarında sempatik ve olumlu bir insandı. Deniz Feneri’nden arayan bir yetkili için randevu vermişti. Karşısında Ramazan Ağabey’i görünce şaşırdı, sevindi, “Ağabey sizi yıllardır severek izliyorum televizyonda” dedi.
Neden orada olduğumuzu hemen söylemedik. Güzel bir sohbet havası oluştu. Biz daha çok onun konuşmasına fırsat verdik. Müdür bey güzel sohbetin akışı içerisinde yaşadığı birkaç iyilik hikâyesini anlattı. Ramazan Ağabey duygulandı, “Yeter Ağabey, beni ağlatacaksın” dedi.
Müdür bey, “Ağabey siz bizi yıllardır ağlatıyordunuz. Biraz da biz sizi ağlatalım” dedi.
Sohbetin en tatlı yerinde ben araya girdim. “Müdür Bey, şu yaşadıklarınızın benzerlerini biz de sürekli yaşıyoruz. Bu işlerde istihdam edildiğimiz için her daim Rabbimize şükrediyoruz. Sizi de tebrik ediyoruz. Çok güzel işler yapıyorsunuz. Bizim bir derdimiz var. Biz elimizdeki imkânlarla çözüm bulamadık. Çaresiz kaldık. Sizin desteğimize ihtiyacımız var” dedim.
“Nedir? “dedi.
Kısaca amcanın hikâyesini anlattım. Onunla ilgili evrak temin etme imkânımızın olmadığını, adını bile tam olarak bilemediğimizi onun sürekli bakım görebileceği bir yere ihtiyacı olduğunu söyledim. Kayışdağı Darülaceze tam da amcanın ihtiyacı olan yerdi.
Müdür Bey, “Siz getirir misiniz, ben aldırayım mı amcayı?” diye sordu.
“Siz zahmet etmeyin biz getiririz” dedim.
Ramazan Ağabey’le birlikte amcayı her türlü bakımı göreceği ve tedavi hizmetlerini sürekli alabileceği güzel bir adrese teslim etmenin huzuruyla ve sevinçten adeta uçarcasına yolumuza devam ettik.
Aklıma yıllar önce yayınlanan bir kitap geldi; “Kadının adı yok.”
Bilakis, bazen “erkeğin de adı yok” dedim kendi kendime.
Medine’nin cennet köşkü
Kazakistan’dan bir süre önce İstanbul’ gelmiş genç anne dört çocuğuyla karşımdaydı. En küçük hariç hepsi hafızlık çalışıyordu. Onlardan Medine’nin bir sağlık problemi vardı. Medine, ikiz kız kardeşi ve ağabeyleri hafızlık çalışıyorlardı. Babaları İstanbul’da bir süre kalmış. Sonra Kazakistan’a dönmüş. Karısını ve çocuklarını arayıp sormuyordu. Otuzlu yaşların başındaki genç anne kendisini çocuklarına adamıştı. Onların yetişmesi için komşu ve tanıdık hayırseverlerin destekleriyle hayata tutunmaya çalışıyordu.
Deniz Feneri’ni ziraat sebebi Medine’nin sağlık problemi idi. Medine’nin bir gözü şaşı idi. Özel bir hastanede muayenesi yapılmış. Göz doktoru bir rakam söylemiş, “Bu parayı getirin hemen ameliyat yapalım. Çocuğunuz tam sağlığına kavuşur” demiş.
Rakam büyük değildi. Ama bir ekmeğe bile muhtaç bu aile için içinden çıkılamaz bir meblağdı talep edilen para.
Bir Hayat Kurtar projemize dâhil ettik Medine’nin hikâyesini. Kısa sürede lazım olan miktar toplandı. Para annenin hesabına gönderildi. Medine ameliyat oldu.
Kısa bir süre sonra anne yanında iki çocuğuyla ziyaretime geldi. Medine yoktu yanında. Annenin söylediğine göre geride hiç iz kalmayacak şekilde sağlığına kavuşmuştu Medine. Anne sevincinden ne diyeceğiniz bilemiyordu. Sürekli bağışçılarımıza dua ediyordu.
Genç anne ziyareti bitirmeden önce elindeki poşetten bir Kazak çadırı maketi çıkardı. “Bu size Medine’nin hediyesi” dedi. 2016 yılında Kazakistan’a gitmiştim. Ata yurdundan bir yadigâr sevindirmişti beni. Öyle de olsa bu hediyeyi Ramazan Ağabeyin İyilik Evi’ne koymamızın daha doğru olacağını söyledim. Anne boynunu büktü ve şöyle dedi; “Bu, Medine’nin size hediyesi, sizin odanızda dursa. Onun bir de duası var size ve bütün Deniz Feneri ailesine, bağışçılarınıza. Allah, hepinize cennette böyle köşkler versin.”
Amin. Amin. Amin.
…
Deniz Feneri’nin yıllar önce benimsediği bir vizyon cümlesi var; “Dünyadaki son yoksula ulaşıncaya kadar çalışacağız.”
Hayırlarla dolu nice 25 yıllara.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.