Naim ÖZGÜNER
Ağustos Ayı Çanakkalenin Kara Zaferidir. Biliyor muydunuz?
Mart ayı Çanakkalenin deniz zaferidir. Ağustos ayı ise kara zaferidir. Biliyor muydunuz?
Şanlı bir geçmişe sahibiz.
Ecdadıyla iftihar eden tek milletiz.
“Şehitlik, şehadet, şehit, şehit kanı” gibi kavramlar bize has kavramdır.
Gözünü kırpmadan, hiç tereddüt etmeden, şehadeti savaşta yudumlamak isteyen tek milletiz.
Dünü olmayanın yarını olmaz.
Dünü unutanların yarını meçhuldür.
İstikbal köklerdedir.
Dalın ucunda ki meyve olgunsa, ağacın köküne bakmak gerekir.
Tarihini unutursan, tarih senden intikamını alır. Kendi çöplüğünde öğütüp yok ederek cezalandırır.
Millet, tarihinden ibarettir. Koparırsanız, geriye, idealsiz, hedefsiz, keyfe-ma yeşa’ bir millet kalır.
“Vatan”, uğruna kan şehit ve gazi kanı dökülen topraktır. “Millet” o toprağa ayaklarıyla şuurlu basan kalabalıklardır.
Çanakkale savaşı, bünyesinde müthiş hatıra hazineleri bırakan muhteşem Tarih hazinesidir.
Bize biçilen “kefen” elbisesini yırtmak için ölüme koşa koşa yürüyen, “Mehmedçik” diye sembolleştirdiğimiz gözü-pek yiğitlerin destanıdır Çanakkale.
Çanakkale’yi ‘modası geçmiş’ diyerek tarihin tozlu sayfalarına hapsedemeyiz.
Unutturulmak istenmesine rağmen, yeni nesillerimize anlatmak mecburiyetindeyiz. Yoksa hem onlara vefa borcumuzu ödememiş, hem de neslimiz aradıkları modelleri gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında, sahte kahramanlar arasında aramaya devam edecektir.
Çanakkale, insanlık tarihi boyunca gerçekleşen 14 bin savaştan en büyük ve en kanlı savaşlardan biridir.
Çanakkale, batının ‘hasta adam’ dediği Osmanlının son silkiniş hamlesidir.
Çanakkale, Osmanlıyı tarih sahnesinden silmek isteyen batının yüzünde patlayan ‘Osmanlı tokadı’dır.
Çanakkale, on binlerce Mehmetçiği bağrında barındıran destankaledir, sonkaledir.
Çanakkale, gerçekleşme ihtimali 160 milyonda bir olan kurşunların havada çarpıştığı ve yapıştığı bir ölüm-kalım mücadelesidir.
Çanakkale, sadece bir-iki devletin toprak parçası kavgası değil, Hilal ve haç’ın savaşıdır.
Çanakkale, sömürgeci, hain, kan emici, zalim, katil, barbar batının son ‘haçlı seferi’ hamlesidir.
Şimdi Çanakkale’yi anlamak için önce II. Sultan Abdülhamit dönemine gitmemiz gerekir.
Balkan savaşları, 1. Dünya savaşı, Kurtuluş savaşı, 31 Mart vak’ası, Çanakkale savaşı, II. Sultan Abdülhamit dönemi; bütün bular birbirine yakın dönemlerdir. Hepsi de batının Hasta adam dediği Osmanlının son dönemleridir. Sizce bütün bunlar tesadüfimidir…!!!
Siyonizmin fikir babası Budapeşteli Yahudi olan Theodore Herzl’dir 1896 da Yahudi devleti adlı eser yazmıştır. Bu eserde Yahudi devletini kurabilmek için üç şarttan bahsetmektedir. 1- Bin banka kurulması, 2-Yahudileri birbirine bağlayacak Dünya Siyonist Örgütünün kurulması, 3-Filistin’de toprak satın almak için Yahudi Milli Fonun kurulması. İsviçre’nin Basel şehrinde 17 ülkeden gelen Yahudi zenginleri seferber edilir ve üç şart oluşturulur.
1902 yılına kadar 5 kez İstanbul’a Padişahla ilişki kurmaya çalışırlar. Padişahın yanına gelen heyet dört kişi olup, başlarında da Emanuel Karasso bulunmaktadır. Tek gayeleri Filistin’den toprak satın almaktır.
Herzl’in teklifi hem cazip, hem ilginçtir. Toprak karşılığı 30 milyon sterlindir. Bu teklif Osmanlının bütün dış borçlarını karşılamaya yeter de artar bile. Ama koca sultan teklifi kabul etmez ve “o topraklar bana değil, milletime aittir, satmam” diye reddeder.
Emanuel Karasso“şimdi gidiyoruz, ama bir dahaki gelişimiz farklı olacak” diyecek kadar küstahlık gösterir.
Fakat bu reddin bedeli daha sonra ağır olacaktır.
Hal’den sonra selanike sürgün edilecektir koca sultan.
Biliyorsunuz bir daha ki gelişlerinde ellerinde Hal’ fetvasıyla gelirler.
Ne hüzündür ki 33 sene Padişahlık yapan Koca Sultanın hal’ edilişinde büyük Kur’an müfessirimizin imzası ve fetvası vardır. Zaten kendiside ölünceye kadar bu hüznünden dolayı evinden çıkamayacaktır. Ama hatayı telafi etmez.
Yahudiler, bu red’den sonra avrupa’daki Jön Türklerle temasa geçerler ve padişah aleyhine kampanya başlatırlar. Osmanlı devletini yıkmayı planlarına alırlar.
Yıl 1909 u gösterirken Sultan Abdulhamit tahttan indirilir. Yani Hal’ edilir. Tesbihin imamı yok olunca tesbihin dağılması gibi, Osmanlıya dolayısıyla padişaha ve Şeyhulislama bağlı olan dünya Müslümanları da yavaş yavaş çözülmeye başladılar.
Artık Kurtuluş savaşı, 1.Dünya savaşı ve Çanakkale savaşı kaçınılmaz olacaktır.
Osmanlıyı teslim alamayan Avrupa barbarları, bu savaşlarla başımıza gaileler açmışlardır.
İşte Çanakkale, avrupanın son barbarlığı olacaktır.
Hamilton’un kendi ifadesiyle “Çanakkale bizim için mezar olacak” dedi ve oldu.
Çanakkale durup dururken ortaya çıkmadı. Pusuya yatmış barbar avrupa’nın ve Yahudi zalimin son bir hücumu olarak pusudan çıkıp Osmanlıyı mağlup etme hamlesidir.
Onun için Çanakkale’yi anlamak, Sultan II. Abdülhamid’i bilmekle olur.
Bugün başta Filistin olmak üzere Ortadoğunun bütün ülkelerinde ki meydana gelen savaşların hangi biri Osmanlı zamanında vardı. Hepsi Osmanlıdan koparıldıktan sonra yağmalandı ve kanlar artık durmaz oldu. Bundan sonra da duracağını zannetmiyorum. Bu bir kehanet değildir.
Bu raya kadar sizlere bu bilgileri aktardıktan sonra Çanakkale’nin asıl ruh yapısına geçmek istiyorum.
57.ALAYIN ŞEHİTLERİ:Alay Kumandanı Yarbay Hüseyin Avni bey, sabah hücum düzeni alırken Bombasırtı eteklerinde aşağıya baktığında fundalıklara yayılmış küme küme beyazlıklar görür. Tabur kumandanına sorar: “Bunlar nedir?”
Kumandan cevap verir: “Kumandanım! Erler Şahadete hazırlanıyorlar. Allahın huzuruna temiz çıkmak için çamaşırlarını değiştiriyorlar.”
Hüseyin Avni Bey’ in gözleri dolar: “Ben de alay sancağı ile birlikte olacağım, şehit olursam şehit olduğum yere gömün.”
Adına “57.Şehitler Alayı” denen bu birlik, kumandanları ile birlikte 628 kişilik askerin tamamı 28 NİSAN 1915 günü mertebelerine ulaşırlar.
YALNIZ ŞEHİT:Bu yağız delikanlı (Şükrü Efendi), 1896 yılında (Irak Kerkük) Musul’ da doğdu. Kafkas cephesinde iki kurşunla yaralanır, tedavi için Erzurum hastanesine götürülür. İyileştikten sonra tebdil-i hava için Musul’a gönderilir.
Tebdil-i hava bitmeden Çanakkale savaşını başlar. Yerinde durur mu? Hemen gönüllü olarak Çanakkale yolunu tutar. Destanlar yazan nice meçhul şehitlerimiz gibi o isimsiz kahramanlarımızın arasında yerini alır, mertebesini bulur.
HİNTLİ HAFIZ:1.Dünya savaşı kapsamında Osmanlı, II. Abdulhamit’ ten sonra on cephede savaşıyordu. Bunlardan en müthişi de Çanakkale idi. Yeni Zelanda dan (Anzaklar) Senegale, Filistinli Yahudilerden Hindistanlı askerlere kadar yetmiş iki millet, ülkelerini hiç mi hiç ilgilendirmeyen kanlı savaşın içinde bulurla kendilerini…
Binlerce kilometre ötede Hint yarımadasından getirtilen Hintli askerlerin Çanakkale önlerine niye gelmişlerdi?
İngiliz, kurnazlığını yine oynadı, Hindistan da ki Müslümanlara Almanlar tarafından Halifenin esir alındığını, halifeyi kurtarmak için Almanlara karşı savaşmak mecburiyetinde olunduğuna inandırır. Hâlbuki o zamanlar da, Halife İngilizlere karşı Mukaddes Cihad fetvasını vermişti. Ona rağmen Hintli Müslümanlar ikna edilir ve kandırılır.
Başka cephelerden ve milletlerden asker toplamak kolaydı. Ama Hintli Müslümanlardan toplamak kolay değildi. Kendi dindaşlarına karşı savaştırılacaktı.
İngiliz bunun da çaresini bulmuştu. Hâlbuki 1914 yılında Bombay da toplanan askerler, Iraka gidip orada Müslümanlara karşı silah çekeceklerini öğrenince, gitmeyi reddettikleri için idam edilmişlerdi. Ana Ana-baba gününün yaşandığı, Bedir Savaşının bir benzeri olan Çanakkale de, o günler de Tayyar Paşa, askerlerin içinde sesi güzel ne kadar Mehmetçik varsa onlara sabah namazından önce sabah ezanını okumalarını söyler.
Onlarca asker toplanır ezanı okumak için…Hep birlikte başlarlar Ezan-ı Muhammedi’ yi okumaya…Gelibolu yarımadasının her tarafı inler Ezan sesinden.
Ezanlar biter. Çok geçmez düşman mevzilerinin birinden taşa sarılmış bir kağıt fırlatılır. Askerler açıp bakarlar ki farsça yazılı bir mektup.
“Bizler Hindistanlı Müslüman askerleriz. İngilizler bize Halifenin Almanlar tarafından esir alındığını, Almanla karşı Osmanlının yanında savaşarak halifenin kurtarılması gerektiğini, savaşılacağını söylediler. Biraz önce o tarafta ezan sesi duyduk, siz kimsiniz..?”
Mehmetçiğimiz şok olmuştu. Meğerki karşılarında ki Müslüman askerlerden başkası değildi. Hemen cevap verdiler:“Burası Osmanlı Payitahtının kapısı…Bizler de asakir-i Osmaniyiz (Osmanlı askerleriyiz.)” Hintli Müslüman kardeşlerimiz, HAİN İNGİLİZİ terk eder, derhal cephe, mevzi ve saf değiştirerek Osmanlı saflarına geçerler.
Saf değiştirenlerin içinde Pencap’ tan buralara kadar kandırılarak getirilen Hintli Hafız da vardı. Pakistan’dan devşirilmiş, İngiliz saflarına katılmıştı. Bilmeden, anlamadan, kandırılmış olarak günlerce Osmanlı siperlerine kurun sıkmıştı. Cephede “Allah-u Ekber” sadasını işitince Asakir-i Osmaniye’ ye ilhak olmuştu.
Savaş boyunca Osmanlı askerleriyle beraber eski efendilerine kurşun sıkmıştı.
Hintli dindaşlarımızdan bazıları şehit olur bazıları da gazi…! Hafızımız da gaziler arasındadır.
Savaş sonrası Hafızımız, o zaman bizim olan ege adasında Girit’e yerleşir. Yaşamaya başlar. Helal süt emmiş, Müslüman bir ailenin kızıyla evlenir. Bir çocukları olur, adını “Destegir” koyar.
Derken aradan yıllar geçer, 1923 yılına gelindiğinde Lozan antlaşması gereği Türk Yunan nüfus mübadelesi yapılır, Yunanistan da ki Türklerin Türkiye ye, Türkiye de ki Rumların Yunanistan’a gelmesi kararlaştırılır. Hintli Hafızın payına da Foça’ ya yerleşmek düşer, minik Destegir le beraber…
Hafız Türkçe bilmemektedir. Foça nın güzel bir camisinde müezzinlik yapmaya başlar. Foça halkı tarafından sevilir.
Aradan uzun bir yıllar geçer, tarih 1932 yi gösterdiğinde Kur’an’a, Camiye, Arapçaya, Tesettüre, Çarşafa düşmanlığının yanında ezanın Arapça okunması yasaklanır ve Türkçe “Tanrı Uludur” safsatası yeni yeni uygulanmaya başlanır. Yani ezan Türkçeleştirilecektir.
Hintli hafızımız Türkçe bilmemektedir. Haliyle Türkçe ezan okuyamaz. Arapça aslıyla ezanları okumaya devam eder.
Çanakkale gazisi Hintli müezzinimiz, neye uğradığını şaşırır, ezanı Arapça okuduğu gerekçesiyle “Şeraitçi müezzin” suçlamasıyla tutuklanır ve hapse atılır.
Hint yarımadasından başlayan yolculuk, böylece acı sonla sonlanır.
Çanakkale ye beraber geldiği arkadaşları cephede mertebelerine (Şehit) ulaşırken, Hintli Hafız da Foça da hapsin karanlık köşelerinde mertebesine ulaşır. 15-16 yaşına gelen Destegir, babasız kalmıştır.
Onu kandırıp Çanakkale cephesine getiren İngilize biz “hain” derken, “Arapça Ezan” bahanesiyle parmaklıklar ardında idamına kalem kıranlara ve kırdıranlara ne demeli?
Sahiden…Hinli hafız Hint yarımadasında Çanakkale ye, Gelibolu yarımadasına neden gelmişti..? Kime karşı kimin yanında kurşun atmıştı..? Ve onu Foça zindanlarında ölümüne fetva verenler kimlerdi? Hindistan dan kendisini kandırıp getirenlerle bir akrabalıkları var mıydı? Yoksa Çanakkale geçildi de bizim haberimiz mi yok?
BİZ ÇANAKKALEYİ HANGİ DÜŞMANIN İŞGALİNDEN KURTARMIŞTIK…???
KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM…