Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

4 ŞUBAT ve HATIRLATTIKLARI

Geldik 2016 yılına. Seneler son hızla ilerliyor, dünyamız gittikçe yaşlanıyor. Geçici olan bu dünya hayatı yerini baki hayata terketmeye hazırlanıyor. Hesap günü yaklaşıyor. En küçük şeyin bile hesabının sorulacağı, zerre kadar kötülüğün karşılığını bulacağı ve zerre kadar iyiliğin de karşılığını bulacağı o büyük gün, yevmel ahire burnumuzun dibinde. O kadar yakın.

İnsanlığın babası Hz. Adem atamızdan bu güne trilyonlarca insanı, çeşit çeşit medeniyetleri, kanlı ölümlü savaşları, bununla birlikte bir köşecikte mutluluk sergileyen insancıkları barındıran bu cefakar dünya Allah'ın emrine teslim omuş bir vaziyette son bulacağı güne kadar devran edip duracak.

Bununla beraber Türkiyemizin son yüzyılını da gözden geçirirsek savaş, ve terörün ülkemizin en belirgin özelliği olduğu görünüyor. Kurtuluş savaşı diye tarihe geçen, ölümler, açlıklar ve kuşatmaların içinde can çekişen bir ülkeydik. Arada çok az bir nefes aldıysak da terör ve sıkıntıların   bizi bir türlü rahat bırakmadığını görüyoruz, görüyorsunuz.

Tabi ki terör hiç bir zaman bitmedi bu ülkede. Biteceğe de benzemiyor. İçimizdeki vatan hainleri temizlenmediği sürece de bitmeyecek. Vatan hainlerinin de bir yüzü değil bir kaç yüzü olduğu için tanınmıyorlar. Ülkemizdeki bu karışık ve kavgalı ortamın sebebini ve bu durumdan kurtulmanın yollarını bundan yirmi, yirmibeş yıl önce merhum M. Es'ad Coşan makalelerinde, konuşmalarında veciz bir şekilde belirtmiş. 4 Şubat 2001'de Avustralya'da bir cami açılışına giderken sebebi hala bilinmeyen ve araştırılmayan bir meçhul trafik kazasında alemi bekaya irtihal eyledi. Sade yaşadı, güzel yaşadı. Yazıları ve sözleriyle hakikatleri söyledi. Allah'tan başkasından korkmadı. Allah ve Rasulullah aşığıydı. Onun eserlerinden Kur'an ve sünnet ruhu fışkırıyor. Rahmetullahi aleyh M. Es'ad Coşan'ı bize hiç kimse anlatmasa bile onun sohbetleri, kitapları bize her şeyi apaçık anlatır. Onun sözlerinden, yazılarından gürül gürül iman fışkırıyor. Fakat Es'ad Coşan'ın aleyhine hala yazı yazanlar, söz söyleyenler var. Hala acımasızca iftiralar var. Bu da gösteriyor ki elhamdülillah hocamız söz ve vaaz kasetleri ve kitaplarıyla irşada devam etmekte, kafirin, münafıkın belini kırmakta.

Bakın merhum hocamız 1994 yılında Kadın ve Aile Dergisi  Başmakaleleri'nde neler yazmış:

''Gerçek mü’minlerin feraseti, yani derin ve doğru sezgisi ve kerâmeti vardır; karşısındakinin iç yüzünü, gizli maksadını anlar; yapılan hile ve oyunları sezer, gereken tedbirleri alır.

Bilen bilir ki bugün iman ile küfür arasında, mü’minler ile gayrimüslimler mabeyninde amansız ve acımasız bir mücadele sürüyor. Kâfirler zulüm ile çok çirkin ve iğrenç metotlarla, gayr-i insânî ve gayr-i medenî, hunhar ve gaddar usullerle çalışıyor; kendilerinin koyduğu değer hükümlerini bile çiğniyor, Allah’ın elîm ve müthiş azabına uğramalarına sebep olacak din ve iman, ahlâk ve insaf dışı işler yapıyor. Yani –onların din ve medeniyet anlayışlarına da aykırı şekilde– dünyayı fesada verip, milletleri birbirine kırdırıp, hukuku ve huzuru ihlal, sulh u sükûnu tarumar, masum insanları bizar ediyorlar.

Bu zalim kâfirlerin en başta gelen hedefleri müslümanlar. Biz Türkiyeliler de hem müslüman olduğumuz için hem de dünyanın her yerindeki mazlum ve masum müslümanları var gücümüzle korumaya çalıştığımızdan, onların en çok korktuğu, en büyük hasımlarıyız. Bizi alt etmek için asırlardır çalışıyorlar; gayelerine ermek için her türlü hile ve şeytanlığa başvuruyorlar.

İlk amaçları, bizi imandan ve İslâm’dan koparıp uyuşturmak; kendi batıl ve iğrenç, kalleş ve ikiyüzlü kültürlerine göre yetiştirip eritmek. Onun için hem kendileri hem de içimizdeki ajan ve uşakları daima dinimize saldırır dururlar.''

Buna karşı ne yapmalıyız, diye sormuş hocamız ve cevaplamış:

''Buna karşı biz ne yapmalıyız?

Yüce dinimizi çok iyi öğrenmeli, Kur’ân-ı Kerîm ahkâmına tam uymalı, Resûlullah’ın sünnetine sımsıkı sarılmalı, evlatlarımızı çok temiz müslümanlar olarak yetiştirmeli, onları kaptırmamalı, kendi dinî ve milli kültürümüzü hayatımıza, ülkemize ve tüm dünyaya hâkim kılmaya gayret etmeli; irşat, tebliğ ve cihada çok önem vermeliyiz.

İkinci amaçları; müslümanları tefrikaya düşürmek, birbirine kırdırmak... İşte, İran-Irak, Irak-Kuveyt, Kuzey Yemen-Güney Yemen harpleri, işte birbirine düşen Afgan mücahitleri(!), işte Doğu Anadolu’daki Türk-Kürt meselesi, işte matbuattaki ilerici-gerici, Sünnî-Alevî ayrımı...

Bu çirkin ve zalim metoda karşı biz, Kur’an’ın emrine dönmeli, tüm müslümanlar, kardeş olarak yaşamalı, birbirimize asla silah çekmemeli, kışkırtıcı ajanları susturup bertaraf etmeli, hem yurt içinde, hem yurt dışındaki dindaş, ırkdaş ve gönüldaşlarımızla birleşip bütünleşmeye, destekleşip yardımlaşmaya çok büyük önem vermeli, bu uğurda çok gayret gösterip çok para ve mesai harcamalıyız.

Onların üçüncü amaçları da bizi iktisaden fakir düşürmek ve çökertmektir. Çünkü her türlü hizmet ve hamle, çalışma ve ilerleme, yardım ve destek, hayır ve hasenât ve yükselme para ile oluyor; devletler malî ve iktisadî yönden kuvvetli olursa ayakta dik duruyor, halklar refaha eriyor, nesiller bilgili yetişiyor, gerekli yatırımlar yerinde ve zamanında yapılıyor, ülke ilerliyor ve yükseliyor. Aksine malî ve iktisadî yönden durumu bozulan devletler geriliyor, ülke çöküyor, hatta esarete düşüyor.

Onun için son günlerde ülkemizin ekonomisiyle oynanmaya başlanmıştır. Çok iyi biliniz ki bu bir savaş taktiğidir. Güçlü ve kuvvetli bir Türkiye istemeyenler bizi iktisadî yönden çökertmeye çalışıyor; bunun arkasından ülkenin bölünüp parçalanmasını getirmek istiyorlar. Yönetimde ve içimizde aç gözlülükleri ve maddî ihtirasları yüzünden bu işe doğrudan veya dolaylı yoldan bulaşanlar, ülkemize en büyük kötülüğü yapıyorlar. Bu dalavereleri planlayanlar gayrimüslimler ve vatan hainleridir; tarih onları lânetle anacak. Devletin ilgili bölümlerinin onları bu gözle, amansız bir takiple takip edip yakalaması, en şiddetli şekilde cezalandırması, haksız kazandıkları tüm maddî varlıklarına –hileli yollarla başkalarına satmış görünseler bile– hemen el konulması, zararın masum ve bîçare halktan değil, aç gözlü vurgunculardan çıkarılması mutlaka gereklidir.''

 Devlet bunları yaparsa, yapadursun; peki biz şahsen ne yapmalıyız? diye soruyor ve cevabını da veriyor hocamız:

''Suçluları dikkatle takip etmeli, iyi ve tam teşhis eylemeli, cezasının mutlaka verilmesini sağlamaya destek olmalı, isimlerini asla unutmamalı, yeri gelince onlardan nasıl hakkımızı alacağımızı iyi planlamalıyız.

Maddî varlık ve milli gelirlerimizin azaltılıp küçültülmesine, çarçur edilip yağmalanmasına asla müsaade etmemeli, bu yolda alınmak istenen sinsi kararlara şiddetle ve birlikte karşı çıkmalıyız.

Birikim ve tasarruflarımızı korkunç rakamlı enflasyon canavarından şahsî tedbirlerle korumak zor olacağından, birleştirmeli ve ekonomiyi çok iyi bilen ve takip eden idareci kardeşlere teslim etmeliyiz; yani, ya güzel kâr getirmekte olan mevcut şirketlerimize, ya da yeni şartlara göre kuracağımız müesseselerimize ortak olmalıyız.

Asla yabancı döviz kullanmamaya, bunun yerine ‘geçerli mal’ veya altın, gümüş almaya, yatırım yapmaya çalışmalıyız. Mesela; bugün tahminî hesaplara göre, sırf dolardan dolayı ABD’ye yılda iki milyar dolar (70 trilyon TL) menfaat sağlanmış oluyor. Görün ki ne müthiş bir aldanma ve sömürülme!

İhraca yönelik üretim ve imalat yapmaya, ithalatımızı mümkün olduğu kadar kısmaya, yabancı mal (hele düşman milletin malını) kullanmamaya âzamî dikkat ve gayret göstermeliyiz. Düşmandan asla mal almamak, ona verebileceğimiz en büyük cezadır, bunu hiç unutmayalım.

Satışa çıkarılan devlet malı fabrika, tesis, teşekkül ve mallarını asla yabancılara sattırmamaya, olanca gücümüzle bu durumu engellemeye ve mümkünse birleşerek onları kendimiz almaya çalışmalıyız. (Son devalüasyonlarla o malların fiyatı yabancılara üçte bir fiyatına indirilmiş yani onlara % 65 tenzilat yapılmış oldu, belki bu da bir oyun ve hainliktir. Ayrıca şimdiye kadar satılanlardan devlet fevkalade az menfaat sağlamış, gelen paranın % 90-95’i aracı firmaların cebine girmiş de deniliyor.)

Gözünüzü dört açın, Allah cümlemizi her türlü hayırlara muvaffak eylesin!''

4 Şubat Es'ad Coşan hocamızın darübekaya irtihal ettiği gün. Aradan koca bir onbeş yıl geçti. Sohbet ve yazıları hala güncel. Hala istifade ediliyor. Allah ondan razı olsun.  İnşallahu Teala M. Es'ad Coşan şehadet mertebesine erişti. Ölmedi öldürüldü. Açık açık söylenen bilinen bir şey bu. Faili kim bilmiyoruz. Fakat o kişilerin hem bu dünyada hem ahirette cezalarını tam olarak çekeceklerinden şüphemiz yok. Bizim vazifemiz bizi yaratn Allaha kulluğumuzu iyi yapmak. Gücümüz yettiğince kalemimizle, silahımızla Allah yolunun bekası için cehd etmek. Kafir ve münafıklar hakkı batılla bulamaya çalışırken bari biz de böyle kıymetli alimlerimizin tavsiyelerini tutalım. Müslümanlığımızı iyi yapalım. Zamanın en uygun işi neyse onu yapalım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum