Said Nursi İslamcılardan farklı mı söylüyor?
Bulaç, 'Siz hiç ikinci nesil Nurcu gibi sözler duydunuz mu' diyen Doç. Kömeçoğlu'na cevap verdi
Ali Bulaç, "Siz hiç ikinci nesil Nakşî, birinci nesil Kâdirî, ikinci nesil Nurcu, üçüncü nesil Cerrahi gibi sözler duydunuz mu bu oluşumların mensupları arasında?" diye soran Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu'na cevap verdi.
Birilerinin kendini "İslamcı" isimlendirmesinin diğerlerini rahatsız etmemesi gerektiğini ifade eden Bulaç, "Eline siyah fırça alıp İslamcıların yüzüne sürmemeli. Çifte standarda da sevk etmemeli. Mesela "cı-cu" türü ekler dolayısıyla "İslam/cı" isimlendirmesine karşı çıkan biri kendine "Nurcu, milliyetçi, sağcı" denildiğinde aynı tepkiyi göstermiyorsa bu zatın kendini iç tutarlılık açısından gözden geçirmesi gerekir" dedi.
Kendi İslamcılık tanımından üç gaye çıkardığına işaret eden Bulaç, Said Nursi'nin sözlerini kaydettkten sonra " İslamcılardan farklı bir şey mi söylüyordu?" diye sordu:
"a) Dünyanın Kur'an ve Sünnet perspektifinden okunması;
b) Bireysel, ailevi, toplumsal, bölgesel ve küresel ölçeklerde Müslüman'ca bir hayatın mümkün hale getirilmesi. Siyaset bunun yegane değil, ama etkili enstrümanlarından biridir;
c) İslam Birliği'nin kurulması (İttihad-ı anasır-ı İslam).
Bu üçüne hangi inanmış Müslüman karşı çıkabilir ki? Yöntemini bir kenara bırakacak olursak Said Nursi hazretleri "İslam âleminin üç hastalığı var: Cehalet, yoksulluk ve tefrika" derken bu ideallerden bağımsız mıydı? Ya da "Şeriat'in bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir." (Tarihçe-i Hayat, İstanbul-1998, s. 53) derken İslamcılardan farklı bir şey mi söylüyordu? Yazının devamını okumak için Kendini "Müslüman" sayan herkes Müslüman'dır. Esas olan beyandır. Efendimiz (sas), Medine'de bildiği halde münafıkları deşifre edip İslam dairesinin dışına çıkarmadı, çünkü "Müslüman" olduklarını söylüyorlardı. Ama Kur'an "İlahi hükümlere tam teslimiyet" içinde olmayanlara "İslam olduk deyin, iman ettik demeyin, çünkü iman henüz kalbinize girmedi." (49/Hucurat, 14) buyurur ki, bizce İslamcılık "hükümlere tam teslimiyet ve İslam'la beraber iman ve ihsan"ın bir arada bulunmadıkça mümkün olmaz.
"Ben İslamcı değilim" diyene yakından bakmalı, hangi saiklerle kendini bu isimlendirmeden uzak tutuyor. Eş'ari, bugün neredeyse küfür ve sapkın (heretik) kabul edilen nice fırka, mezhep ve inanç grubunu, "Müslüman olduklarını iddia etmeleri" hasebiyle "İslamiyyun (İslamcı)" kabul etmiştir, Gazali de öyle.
19. ve 20. yüzyıl boyunca uğradıkları ağır yenilgiler, süren işgaller, sömürü, ötekileştirilip küresel olarak şeytanlaştırılmaları vb. sebeplerle Müslümanların Batı'ya kızgın oldukları doğrudur; Batı'nın fikir ve kültür kaynaklarından beslendikleri oranda ikinci nesil İslamcılarda da bir ölçüde hoşgörüsüzlüğe, tekfircilik ve dışlama rastlanması da doğrudur. Ama bu şifa bulması kolay bir hastalıktır. Tedavisi Kur'an'a ve Sünnet'e dönüş ile Eş'ari ve Gazali gibi tarihsel büyük şahsiyetlerin usulünü takip etmekten geçer. Kur'an bize iki ana parametre verir:
1) "Hidayet Allah'tandır; insanların çoğu iman etmeyecek, akletmeyecek ve şükretmeyecek; şu halde siz sadece hatırlatın, tebliğinizi yapın; insanların çoğu hidayette değildir diye kendinizi hırpalamayın."
2) "Fikri, itikadi, politik ve sosyal alanlarda her ne konuda ihtilafa düşmüş de anlaşamıyorsanız, bunun hükmünü (en doğru ve nihai kararı) Allah ahirette verecektir. Siz güzel sözle, öğütle ve hikmetle tebliğe, güzellikte yarışa devam edin." Bu uyarılar, İslamcıları totalitarizmden ve "baskıyla hidayet"ten uzak tutar.
Bu açıdan, birilerinin kendini "İslamcı" isimlendirmesi diğerlerini rahatsız etmemeli; eline siyah fırça alıp İslamcıların yüzüne sürmemeli (Bkz. Uğur Kömeçoğlu'nun asabi yazısı, 17 Ağustos, Zaman); çifte standarda da sevk etmemeli. Mesela "cı-cu" türü ekler dolayısıyla "İslam/cı" isimlendirmesine karşı çıkan biri kendine "Nurcu, milliyetçi, sağcı" denildiğinde aynı tepkiyi göstermiyorsa bu zatın kendini iç tutarlılık açısından gözden geçirmesi gerekir.
Ben tanımımı 21 Temmuz tarihli yazımda yapmıştım. Hayrettin Karaman Hoca da şöyle der: "Her Müslüman aynı zamanda 'İslam davasının da mensubu olarak' İslamcıdır. 'İslamcı plan, program, yöntem ve davranış', amaçtan sapmaksızın içinde bulunulan şartlara göre farklılık gösterebilir, ama farklı İslamcı gruplar kardeştirler, ictihad farkları kardeşliğe zarar vermez, vermemelidir." (Yeni Şafak, 12 Haziran 2012). "Kendi halinde 'Müslümanca' yaşamaya çalışan, İslam'ı kendi aile hayatında bile yaşatmayı dert edinmeyen Müslümanlara 'İslamcı' demiyorum. İslam'ı en yakınından başlayarak en uzaklara kadar yaymayı, sahih İslam'ı bozulmaktan ve hayatta eksilmekten korumayı dert ve dâva edinen, bu dert ve dâva uğrunda maddî ve manevî fedâkârlıklarda bulunan kimselere İslamcı diyorum." (Yeni Şafak, 16 Temmuz 2012.)
Kendi tanımımdan üç gaye çıkarıyorum:
a) Dünyanın Kur'an ve Sünnet perspektifinden okunması;
b) Bireysel, ailevi, toplumsal, bölgesel ve küresel ölçeklerde Müslüman'ca bir hayatın mümkün hale getirilmesi. Siyaset bunun yegane değil, ama etkili enstrümanlarından biridir;
c) İslam Birliği'nin kurulması (İttihad-ı anasır-ı İslam).
Bu üçüne hangi inanmış Müslüman karşı çıkabilir ki? Yöntemini bir kenara bırakacak olursak Said Nursi hazretleri "İslam âleminin üç hastalığı var: Cehalet, yoksulluk ve tefrika" derken bu ideallerden bağımsız mıydı? Ya da "Şeriat'in bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir." (Tarihçe-i Hayat, İstanbul-1998, s. 53) derken İslamcılardan farklı bir şey mi söylüyordu?
Türköne'nin diğer dinler için "Hıristiyancılık, Yahudicilik nerede?" sorusuna gelince. Yahudi partilerin ezici çoğunluğu Tevrat ve Talmud'u esas alır. Hıristiyan Demokrat ve Hıristiyan Sosyal Demokrat partiler de programlarının girişinde şu ibareyi yazarlar: "Hıristiyan değerlerine göre siyaset yapmak ve ülkeyi yönetmek üzere..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.