Recai Nurcan'dan "Bir Hırsızlık Hikayesi"
Recai Nurcan'ın 1 Mart 2022 Salı günü yaptığı Facebook paylaşımından alıntıdır:
Sene 1994
Dükkanı yeni açmışız. Bir heves, bir heyecan
…
Dükkanın her tarafını pırıl pırıl yapmaya çalışıyorum. Kırtasiyelere koşturuyorum deli deli. Delgeç alacağım masama; zımba teli bakacağım. Dükkanın bir köşesinde “Bismillah” yazacak! Kocaman bi saat olacak orta yerde. “Çat çat” Z raporu dökeceğim akşamları. “Eyvallah, hayırlı akşamlar” diyeceğim kepenklerini kapatanlara. Babamın “Ebu Zer Gıfari” hikâyeleriyle büyümüşüm. Kimsenin kuruşunda gözüm yok! En dürüst esnaf ben olacağım. “Fatih Sultan Mehmet” uğrayacak dükkanıma! “Tamam” diyecek. “Ben sizinle değil İstanbul’u, dünyayı alırım.
…
Öyle başlamıştı 1994 yılı. Başımda babam vardı, ben gibi cahil çocuğa büyük dayanak! Çünkü dürüstlük timsali bir şahsiyet cidden. Herkes babasını sever, över. Ama bu öyle bir şey değil! (Dört çocuk tek göz gecekonduda kaldığımız günlerde dahi, bakkala-çakkala tek kuruş borç yazdırmamış/yazdırtmamış biri. Keza rahmetli annemde öyleydi)
…
Babam benim her hareketimi İslâm’a uydurmaya çalışırdı. Böyle güllük gülistanlık başlamıştı her şey. Aslında her işin başlangıcı güzeldir. “Güllük/Gülistanlık” dedim de aklıma geldi. O zamanlar bi Gülistan dergisi vardı. Her ay düzenli olarak geliyordu bana. Orta sayfasında genel itibariyle tüccarlara yönelik öğütler nasihatler bulunurdu. Elimden geldiğince onları öğrenir ve müşterilerle olan ilişkilerimde tatbik etmeye çalışırdım.
…
Yeni yeni tecrübe kazanıyordum. Yani esnaflık hikâyelerim yeni yeni başlıyordu. Yıllar yılı bir sürü hikâye birikti “Sokak Esnaflığı”na dair. Hepsi de aynı başlıyordu aslında; Bir gün bir müşteri geldi dükkana
…
Evet! Bir gün bir müşteri geldi dükkana ve benden 40 metre TV kablosu istedi. Bende küçük dükkanımın içinde kabloyu ölçe ölçe 40 metreyi tamamlayıp verdim. Müşteri parasını ödedi ve gitti.
…
Aradan yarım saat kadar bi zaman geçmişti ki, müşteri geri geldi. “Abi” dedi. “Ben eve gittim, babamda başka yerden almış. Bunu iade alır mısın?” Bende hemen “Tabi kardeşim alırım, neden olmasın” dedim. Babam oturduğu masadan “Yahu” dedi. “Kesilen kablo geri alınmaz. Öyle şey olur mu?” Ben babama elimle -ayıp olacak babından- “Tamam baba, sus. Ben hallederim” dedim. Babam munis karakterli biri olduğundan hemen sustu. Ben müşterinin elinden iki ucu açılmasın diye güzel bir bantla bantlanmış kabloyu alıp, diğer kabloların üstüne attım. Daha sonra müşteriye parasını iade ettim ve gitti. Müşteri gittikten sonra babama döndüm ve “Baba bak, Gülistan Dergisi’nde okudum. Bir hadisi şeriflerinde Peygamber Efendimiz ‘Müşterisinin iade getirdiği malı, sorgusuz sualsiz iade alan ve müşterisine zorluk çıkarmayan tüccar, kıyamet gününde (Mübarek sağ elinin orta ve işaret parmaklarını birleştirerek) bu iki parmağın birleştiği gibi benimle yan yana olacaktır’ diyor. Bu sebeple, iade getirenlerin iadelerini alalım” dedim. O da “İyi de oğlum, kablo kesilince alınmaz. Yoksa burada kesik kablodan geçemezsin” dedi. Ben yine de ısrarla “Al baba, bir şey olmaz” dedim. Daha fazla uzatmadı ve “Tamam” deyip konuyu kapattı. Gönlü kırılmış olabilir düşüncesiyle “Baba çay içermisin?” dedim. “Tamam” dedi. “Getir bi bardak…”
…
Ben tembel adımlarla çay doldurmaya giderken içimden de “Artık bu eski kafalılık kalmadı. Müşteri hakları diye bir şey var” diye düşünüyordum. Ama babamda aslında öyle biri değildi. Kimsenin kimseye hakkı geçsin istemezdi. “Niye böyle dedi ki?” diye düşünüyordum. Ben böyle düşünürken, 50 yaşlarında bir adam girdi içeri. Bize dönerek ve birazda telaşlı bir şekilde “Kardeşim bana acil 40 metre televizyon kablosu lazım, biraz seri olursanız iyi olur, ustalar bekliyor” dedi. Bende hemen yerimden fırlayıp, az önce müşterinin iade ettiği kabloyu müşteriye verdim ve parasını aldım. Müşteri de teşekkür etti ve yine seri hareketlerle dükkândan çıkıp gitti.
…
Babamla göz göze geldik. Haklı bir gururla sazı elime aldım ve babama hiç unutamayacağı bir ders verdim(!) “Baba” dedim. “Bak gördün mü? Biz Peygamber Efendimizin hadisi şerifine uyduk, anında mağduriyetimiz ortadan kalktı. Yani böyle de tevafuk olmaz! Gelen müşterinin hem acelesi var, hem de tam olarak kırk metre kablo istiyor. Daha önce gelen müşterinin iadesini almasaydık, mağdur olacaklardı. Bak şimdi her şey çözüldü. İşte” dedim. “Önemli olan niyet!” Babam yüzüme baktı ve birazda mahcup bir şekilde “İyi oğlum” dedi. “Sen öyle diyorsan öyle olsun” (Benim bu konuyu kapatmaya pek niyetim yoktu. Gençtik, cahildik! Tartışmayı seviyorduk. Babama karşı çok ender haklı oluyordum ve durumun tadını çıkartmak istedim.) “İşte böyle baba” dedim. “Bizde cahil değiliz, bir şeyler biliyoruz.” Babam yine pek konuşmadı. Söylediğine de pişman olmuştu zaten. (Ya da ben sıkıştırarak pişman etmeyi başarmıştım, bilemiyorum şimdi) Tavırlarından, konunun bir an önce kapanmasını istediğini anlıyordum. Gerçi bende bu haklı gururumu pek uzun sürdürmedim. Bir çay daha içtikten sonra kalktım ve masada beni bekleyen tamirlik telefonlara doğru yöneldim. Babam Akit Gazetesi’ne dalmıştı.
…
Ben henüz yerime oturmuştum ki, az önce acele acele kırk metre kablo isteyen adam geri geldi. Dükkanın kapısını bir hışımla açarak, elindeki kabloyu bana doğru fırlattı ve “Ayıp be! Sizden kırk metre kablo istedik, burada otuz metre var-yok! Ustalar bir saattir çatıda bu kabloyu çekmeye çalışıyorlar. Bütün emekler boşa gitti! Böyle beş metre on metre çalarak mı para kazanıyorsunuz” dedi. Ve babama bakarak “Bir de utanmadan sakal bırakmış, Allah belanızı versin, alın kablonuzu, para mara istemiyorum” diyerek kapıyı çarptı ve çıktı! Ben bu yaşadıklarım karşısında şok olmuştum. Hareket etme gücü bulamamıştım kendimde. Ciddi bir hayal kırıklığı içerisindeydim. Elim ayağım titriyor ve ne yapacağımı bilmiyordum. Utana utana babamın yüzüne baktım. Yüzü bembeyazdı. Ağır bir imtihana maruz kalmıştık!
…
Hayat bana büyük bir dersi çok acı bir şekilde öğretiyordu şimdi. Sinirden ağlama noktasına gelmiştim. Başımı eğdim. Babam karşısında hiç böyle mahcup olmamıştım. O benden önce toparladı ve “Oğlum, bari ilk müşteri kabloyu geri getirdiğinde bi ölçüpte ona göre alaydın” dedi “Bak adımız hırsıza çıktı!” Mahvolmuştum! Diyecek hiçbir şeyim yoktu. Ama asıl suçlu bendim! Kimsenin bir günahı yoktu. Hatta o kablonun beş on metresini kesip, iade eden hırsız bile benden daha masumdu. Çünkü ben büyük bir hata işlemiştim; Peygamber Efendimizin mübarek bir hadisi şerifini “Ukalalığıma” malzeme yapmıştım açıkça! Ve daha kötüsü, bunu babama karşı yapmıştım.
…
Günlerce o kabloyu fırlatıp atan adamı aradım. Yüzü aklımdan hiç gitmiyordu. Yolunu gözledim günlerce. Belki aylarca sürdü bu takip. Fakat asla, bir gün bile kapımın önünden geçmedi. Ya da geçti ama, ben görmedim. Ne helallik alma imkânım oldu, ne de bu olayı telafi edebilecek bir durum.
…
Aradan yirmi yılı aşkın bir süre geçmiş. Bazen hatırıma düşer; hatırlarım bu hikâyeyi. Bazen de kalbimin bir köşesinde nükseder, içimi sızlatır.
…
İnsanın yaşadığı her olay, aslında içi ibret dolu enstantanelerle doludur.
…
Bu hikâye hayatımda çok büyük bir bakış açısı sağlamıştır bana. Belki de “Büyük resmi” görmeme sebep olmuştur.
…
Çok yakın arkadaşlarım hatırlayacaktır; bazen muhabbet esnasında “Arkadaş, ben yıllar önce hakkımı herkese helâl ettim, hatta dükkanımdan mal çalan hırsızlara bile!” derim.
…
İşte bu helâlliğin hikâyesi!
…
Kalın sağlıcakla!
01 Mart 2022 Salı
Recai Nurcan
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.