'Özal öldürüldü; çünkü 1993'te...'
Gladio'nun senaristleri: Özal Musul'u, Kerkük'ü almak isteyerek, Türkiye'nin 2009'larda bize çok kolaymış gibi gelen sürecin düğmesine 1993'te bastığı için devre dışı bırakıldı diye düşünüyoruz...
Kurtlar Vadisi ekibinin gerçekleştirdiği Gladio filmi, 20 Kasım Cuma günü vizyona girecek Senaristler Cüneyt Aysan ile Bahadır Özdener'e soru sorabilme adına filmi herkesten önce izleme fırsatı buldum.
Daha sonra sadece yeni filmi değil, bir süre önce kanal değiştiren dizinin gidişatını da konuştuk. Kullanılan bazı klişelere rağmen, kurgusu sağlam, görselliği, ışığı, oyunculuğu çok iyi, aksiyonu az, siyasi mesajı bol bir film olmuş. Hayatın ve sinemanın dramatik gerçekliği çok farklı biliyorum. Ancak filmde anlatılan Türkiye'nin hikayesi olunca, bu farkın yarattığı zaafları sorgulamaktan geri duramıyor insan. Bahadır ve Cüneyt, kibar, akıllı ve cesur çocuklar. İki buçuk saat boyunca, her soruma sabırla cevap verdiler. Onlarla her konuda aynı düşünmesem de filmleri görülmeye değer diyorum.
-Yeni filminiz hayırlı olsun. Kullanılan bazı klişelere rağmen, kurgusu sağlam, görselliği, ışığı, oyunculuğu çok iyi bir film olmuş. Aksiyonu az, siyasi mesajı bol bir film. Bu tercihin sebebi ekonomik mi, yoksa siyasi söyleminizin daha net ortaya çıkması için mi?
-Bahadır: Hikayeyi anlatabilmek için bu yolu seçmek durumda kaldık. Çünkü bugünle birlikte 1993'ü ve hemen akabini de anlatmak istiyorduk. Dolayısıyla filmin kendi matematiğinde, kendi dengesinde olması gerektiği kadar aksiyonun bu olduğuna karar verdik.
-Cüneyt: Bu politik yönü daha ağır olan bir film. Çünkü konsept onu gerektiriyor. Gladio, çok fazla aksiyona yönelik eylemler değil, spesifik eylemleri seçen bir örgüt olduğu için bu tür seçildi.
-Kurtlar Vadisi Irak'tan sonra, fanatikleriniz aksiyon az diye hayal kırıklığı yaşarlar mı?
-Bahadır: Aşağı yukarı yedi sene oldu. Kurtlar Vadisi'nin içerisinde aksiyon vardır ve bu da Türkiye'de belki tek örneği olduğu içinde en çok bu vasfıyla ortaya çıkarılır. Ama 90 dakikalık dizinin içerisinde bu 5 dakikayı geçmez. İnsanları şüphesiz ki sadece aksiyon diri ve dinamik tutmaz. Politik aksiyon içerisinde dizinin kendisi de, anlattığı her iki konseptte politik kısmının daha önde olmasını gerektirir. Kurtlar Vadisi Irak'ta da tercih ettiğimiz yol budur. 120 dakikanın içerisinde 10-15 dakikayı geçmez aksiyon.
-Cüneyt: Kurtlar Vadisi'nde karakterinizin bir bakışı ve bir sözü de aksiyondan çok daha fazla etkileyici ve seyircimizi daha çok ekrana tutan bir şey.
-Bunun hasılata nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?
-Bahadır: Bu filmden çıkmış, tatmin olmuş bir şeyirci bizim için dünyalara bedel. Filmin izlenmesini çok isterim. Ama bunu tatmin olmuş bireyin çoğalması adına isterim. İnşallah filmi 4 milyon, 5 milyon kişi izler. İnanın hiçbir türlü hayal kırıklığı yaşamayacağım. Biz senaristler olarak tatmin olmuş durumdayız. Anlatmak istediğimiz derdi, çok zor dönemeçleri dikkatli şekilde anlatmaya çalıştık. O bir tek seyirci ile buluşursa o bizi çok mutlu edecek. Bunun rakamı ne kadar çoğalırsa o kadar mutlu oluruz. Yani hasılattan önemli olanı sinemaya giren ve çıkan seyircinin tatmin olmasıdır.
-Cüneyt: Tabii hem nitelik önemli, hem nicelik önemli. Anlaşılmak, beğenilmek ve çok izlenmek, bizi besleyecek noktalar.
-Bahadır: Seyircimize çok inanıyorum ben. Bu rahatlığımız bir parça da onlara güvenmekten kaynaklanıyor. Bizi bu çok uzun ve zorlu yolda hiç yalnız bırakmadılar. Bu filmde de bırakacaklarını düşünmüyorum.
-Henüz aydınlığa tam olarak kavuşmamış, üzerinde bir takım spekülasyonlar olan bir dönemi seyircide gerçeklik duygusu uyandırmaya çalışarak anlatıyorsunuz. Bunu yaparken hangi dengeleri gözetmeye dikkat ettiniz?
-Bahadır:Ben senaryo içi dengeleri söyleyeyim. Senaryoyu bir kimya gibi düşünmek gerekir. Ve bu kimyanın hassas terazilerde ölçülen ölçekleri vardır. İçerikten ya da ideolojiden bahsetmiyorum. Yarattığınız karakterin davranma biçimleri, olaylara verdiği tepkiler ve bunların adeta sayıları, sahneleri vardır.
-İşin mutfağı ile teknik şeyleri sormuyorum ben.
-Cüneyt: Ben ona bir hukukçu olarak söyleyeceğim. Türkiye'de o dönemde yaşanmış çok önemli aktörler var. Onların özel hayatları bizim için çok önemli. Bir de anlattığımız konularda bazı kurumların ve toplumun hassasiyetleriyle bizim anlatmak istediğimiz olayın bütünleşmesi önemli. Yani kırmadan dökmeden ve hassasiyetleri de dikkate alarak anlatmak istedik. Bunda da başarılı olduğumuz kanaatindeyim.
-Filmin nasıl algılandığını yayınlanmaya başladıktan sonra göreceğiz. Filmdeki bazı kişiler halen hayatta. Onlar kendilerini perdede gördüklerinde "Bu biz değiliz" diyebilirler. Umulmaz ki bu bir hukuki sürece dönüşsün. Ama onlardan biri siz olsaydınız bu filmi nasıl karşılardınız? Çünkü yüzde yüz gerçeklikten söz etmiyoruz.
-Bahadır:Burada bizim söz ettiğimiz dramatik gerçekliktir. Biz gerçekten besleniriz. Ama iş bilgisayara yani senaryoya döküldüğünde onun dramatik gerçekçiliği söz konusudur. Tabii ki Cüneyt Bey'in de söylediği gibi temel hukuki prensipte biz herkesin hassasiyetlerine dikkat etmeye çalıştık. Kimsenin özel alanına girmemeye çalıştık. Ama onun haricinde kamuya mal olmuş, gazetelere, kitaplara, belgelere yansımış kısmı ile hareket ettik. Diğer türlü hareket etseydik elimiz çok daha serbest, yani varsayımlar, imalar ya da olması muhtemel ama olmayacak şeyler üstünde hareket etseydik belki dediğiniz hassasiyet doğacaktı.
-Yine de doğabilir. Çünkü sana göre doğru olan başkasına göre yanlış olabilir. Bu bahsettiğiniz belgeler, kitaplar hep yorum. Mahkeme ile kanıtlanmış somut gerçekler değil.
- Bahadır: Ama bu da belgesel değil. Tabii ki seyreden herkes istediği eleştiriyi getirme hakkına sahip. Ama biz senaristler olarak elimizden geldiğince dikkatli davrandık.
-Dikkatten ne anlamamız lazım? Şimdi bu söyleşiyi bu kahramanlardan birkaçının okuduğunu varsayın ve onları tatmin eder mi bu cevaplar?
-Bahadır: Mesela Turgut Özal meselesi bizim için çok hassas bir meseleydi. Ben rahmetli Turgut Özal'ı çok seven, uzun yıllar takip etmiş, vefatından sonra onunla ilgili eserleri okumuş, ailesinin beyanatlarını izlemiş birisi olarak söylüyorum. Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatına çok izler bırakmış bir devlet adamıydı. Filmin ekseninde onun hikayesine değdiğimiz yerde normal Amerikan filmi olsaydı Özal'la ilgili çok şeyi kırıp dökerdi. Çünkü onlarda, benim doğru bulmadığım bir prensip var. Sinema gerçekliğinin içine girdiklerinde sınırsız bir alanları var. İşte Arapları terörist gösterebiliyorlar, kendi başkanlarını hain gösterebiliyorlar. A'yı Z, siyahı beyaz gösterebiliyorlar. Ama biz burada bu yolu seçmedik. Alabildiğine hassas davrandık. Özal meselesinde senaristin eli daha kuvvetli olabilirdi. Diyelim ki başkarakteri, yani İskender Büyük'ü Özal düşmanı gösteriyorsanız, Özal'ı çok daha kötü bir karakter gibi işlemeniz gerekirken biz bu yolu tercih etmedik. Onu filmin içerisinde daha dar ve kısıtlı bir alanda tutmak yolunu tercih ettik.
-Cüneyt: Bizim Özal'a vefa duygumuz var. Türkiye'de Kürt meselesini gündeme getiren ve bu konuda radikal değişiklik yapmak isteyen ilk devlet adamı. Bu bizim için ve filmimiz için önemli. Rahmetli Özal'ın sosyal, ekonomik, siyasal alanda devrimci bir zihniyeti var. Türkiye'nin büyümesini hepimiz kadar arzu eden ve bunu gören bir şahsiyetti. Kürt meselesi çözülmediği takdirde Türkiye'nin büyümeyeceğini, aksine küçüleceğini anladığı an radikal bir değişime gitti. Ve bunun bedelini de ödedi. Çünkü hatırlarsınız Talabani iki ay önce bir röportaj vermişti, Özal'ın niyeti Musul-Kerkük'ü size bağlamaktı dedi. Yani biz orada Özal'ı biraz da vefa duygumuz olarak kullandık. Çünkü bu zihniyeti, devlet politikasındaki paradigmayı değiştirecek en önemli şahsiyetti. Ve bu şahsiyeti filmde gerekli yerde, gerekli enstrüman olarak kullandık.
-Peki ya diğer karakterler? Oradaki komutanların yerinde olsaydınız, ne hissederdiniz? Yargılama süreci devam ediyor, suçları kesinleşmedi.
-Cüneyt: Burada vermek istediğimiz şey Türkiye'de yapılan bütün askeri darbelerin stratejik müttefikinizden destek almadığınız takdirde yapma imkanınızın olmadığı. Bu yüzden oradaki şahısların hiçbir önemi yok. Türkiye'de darbe yapmak istiyorsanız Atlantik ötesinden icazet almak zorundasınız. Alamadığınız takdirde darbe yapamazsınız. Bu sahnenin en büyük özelliği o. Bu sahne şu an için yapılan bir şey değil. Bakın 60'ta, 70'te, 80'de, 28 Şubat'taki bütün süreçlerde icazet alınmıştır. Bizim anlatmak istediğimiz nokta bu. Yoksa olayların ve şahısların hiçbiri gerçek değil.
-Ama çok açık bir biçimde gerçek şahısları çağrıştırıyor. Rahatlıkla söyleyebilirim filmdeki şu paşalar aslında şu paşalar diye.
-Bahadır: Senaryo tekniğinde tek sahnede gösterilmiş bir kimse karakter olmaz. Dolayısıyla bu, seyirciye tip olarak geçer. Ve müşahhaslaşmadığı için şu kişiye, bu kişiye odaklandırtmaz. Teknik bir şeyden bahsediyorum. Tabii ki seyreden yani o paşalar ya da sıradan insanlar bu şu paşa mı, bu paşa mı aa şu olayı kastediyorlar diyecektir, deme özgürlükleri vardır. Ama bizim senarist olarak elimizden tek gelen, yargılama süreci sürdüğü için bunu müşahhaslaştırmayıp, tek sahnede sınırlı tutup, genel olarak bütün cunta ve darbe teşebbüslerini ima edip, film otuz sene sonra seyredildiğinde bugüne dair o paşa bu paşa hatırlanmayacak, ama o sahne kalacak.
-Cüneyt: Seyirci karakteri izlemek ister. O karakterle ya bütünleşmek ister, ya ondan nefret etmek ister. Ama oradaki şahısları tip olarak çizdik biz.
-Bahadır:Filmin baş karakteri İskender Büyük. Fuat Aras var karakter. Mahkeme başkanı da karakter. Çünkü seyri var, dönüşümü var. İyiyken kötü oluyor. Avukat keza öyle. Yani siz seyirci olarak onun bir sürecini, evrelerini, aşamalarını görüyorsunuz. Bu bahsettiğimiz teknik bir şey.
-Cüneyt:Bir de görsel sanatlarda vurucu bir şey yapmak zorundasınız. Bir şeyi lafla anlattığınızda insanların kafasında fazla yer etmez. Ama bunu gösterdiğiniz takdirde çok etkileyicidir.
-Bahadır:Sahneyi üniformalı değil, üniformasız yapabilirdik. Üniformalı yapmamızın sebebi budur. Otuz sene de geçse oradaki üniformayı görünce seyircinin kafasında darbe teşebbüsü, cunta oluşumu kalacaktır.
-Turgut Özal'ın öldürüldüğü iddiasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Bu daha evvel de gerek ailesinin fertleri tarafından, gerekse değişik kesimler tarafından dile getirildi. Bunu neden saf bir gerçeklik olarak sundunuz?
-Bahadır: Sinema hiçbir zaman salt bir gerçeklik sunmaz. Ama kendi gerçekliğini sunar.
Eğer Özal ailesinin iddialarını gerçek varsayarsak, Özal neden öldürülmüş olabilir sorusunun cevabını senaryoda aramaya çalıştık. Burada da yine tarihi şahsiyetlerin beyanatları, belgeler, gazeteler, kitapları okuduğumuzda verdiği en radikal kararın Türkiye'yi kitleyen bir sorunun çözümü olarak küçülmek değil, büyümeyi tercih ettiğini görüyoruz. Bunu Atlantik ötesi müttefikimiz bir başkaldırı, bir bağımsızlık hamlesi ya da kontrol edilemeyecek bir güç olarak kabul edip, Özal'ın siyaset dışı, devre dışı ya da hayat dışı bırakılmasına karar verdi gibi bir iddia ortaya attık. Bugüne kadar Özal'ın hep öldürüldüğü iddia edildi. Ama biz ilk defa bu filmde eğer öldürülmüşse neden öldürülmüş olabileceğini bir tez ile ortaya koymuş olduk. Bence filmin en çarpıcı taraflarından biri de o. Kısa cümlesi ile Özal Musul'u, Kerkük'ü almak isteyerek, Türkiye'nin 2009'larda bize çok kolaymış gibi gelen sürecin düğmesine 1993'te bastığı için devre dışı bırakıldı diye düşünüyoruz.
-Bu da daha evvel dile getirilmiş bir tez.
-Cüneyt: Şüphesiz, ama sinemada siz bir iddiada bulunduğunuzda bunu anlatmak istediğiniz şekilde anlatabilme hakkınız var. Bunu Kennedy filminde de seyrettiniz, başka filmlerde de var. Şahsiyetleri normal hayatlarında olmayan şekilde gösterebiliyorlar veya sonlandırabiliyorlar. Burada şahsiyet çok önemli. Şahsiyet üzerinden anlattığınız konu sizi ilgilendiriyor senaristler olarak.
-Özal'ın ilaçlı portakal suyuyla öldürüldüğü, sizin fanteziniz mi, yoksa bir bilgi ya da tahmine mi dayanıyor?
-Bahadır: Sinema görsel sembollere dayanmak zorunda. Dışarıdan içeriye sokulan eski dilde zehir, bugün portakal suyu, bir metafordur. Bu bir alt metindir. Dolayısıyla biz bunun araştırmasına girmedik. Şöyle bir eleştiri gelebilir filme: Özal şeker hastasıydı portakal suyu içmezdi. Bu bizim ilgi alanımız değil. O portakal suyu orada bir semboldür.
-Cüneyt:Biz portakal değil kaysıyla anlatsaydık Malatyalılar çok üzülecekti.
-Bahadır:Yani rahmetlinin şeker hastası olduğunu, özellikle spordan öncede portakal suyu içmeyeceğini biliyoruz.
-Cüneyt: Ve kayısıya dayanamadığını. Bir de gücü görebiliyoruz yani. Türkiye'nin bir numarası, çok güçlü, çok korunaklı. Oraya kadar sızabilme gücü varsa bu, örgütün ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
-Ve kimse güvende değil demektir.
-Bahadır:Evet. Belleklerimizden silinmeyen Kartal Demirağ suikasti var. Yani ha o suikast, ha bu suikast teşebbüsü. Sinemacı bazen o kurşunu portakal suyu haline getirebilir. Bu sinemanın özgür alanıdır.
-Cüneyt:Rahmetli de çok meraklı bir insandı. Beni kim vurdu diye çok araştırdı. Bildiği halde kendi açıklamadı.
-Evet, ama bunu da herkes biliyor. Eski bir medya patronundan kuşkulanılmıştı.
-Bahadır: O konuyu da biz Kurtlar Vadisi Pusu'da başbakan suikastıyla işliyoruz.
-İskender gibi bir anti kahramanı kahramana dönüştürmek büyük bir risk. Hele Türkiye gibi bir ülkede.
-Cüneyt:Biz bunu birinci defa yapmıyoruz. Muro da antikahramandı. Onu bir film yaptık.
-Muro biraz daha karikatüristik bir tipti. Fazla ciddiye alınmadı, daha böyle gülümseyerek seyredilebilecek bir karakterdi.
-Cüneyt:Ben hiç öyle düşünmüyorum.
-Çünkü onu siz yazdınız, tabii öyle düşünmezsiniz.
-Cüneyt: Muro filmi olarak düşünmeyin. Muro karakterini diziden başlayan bir süreç olarak düşündüğünüzde yine tabuları yıkan bir şey oldu. Bu Kurtlar Vadisi'nin en büyük özelliklerinden biri. 2 milyon 300 bin insan seyretti.
-Bahadır:Sinemada sizin bu riskli bulduğunuz şey risksiz bir alandır. Çünkü sinema seyircisi koltuğa oturduğunda kendi geçmişinden arınıp çıplak bir vaziyette filmi seyreder. Siz filmde bir karakteri ele aldığınızda seyirciye onun dönüşümünü vaat ediyorsanız o baş karakterdir. Bu dönüşüm iyiden kötüye olabileceği gibi kötüden iyiye de gidebilir. İskender Büyük'ün sinema serüvenini diziden ayrı tutmak lazım. Tabii ki diziden büyük bir backraundla geldi. Uzun haftalar boyunca seyirciye anlatıldı. Bu sinema filmini yapma sebebimiz şu: İskender Büyük'ün bu topraklarda yeşerme ve büyüme ortamını, atmosferini ve şartlarını ve o Gladio dünyasını anlatmaya tercih ettiğimiz andan itibaren İskender anti kahraman değil başına felaketler gelmiş, aldatılmış bir karakter haline dönüşür ki onu aldatanlarla mücadele edebilsin ve seyirci de başkarakter olarak seçtiği adamın mücadelesini filmin sonuna kadar seyredebilsin.
-Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar mı diyorsunuz?
-Cüneyt: İskender Büyük karanlık bir adam. Millet olarak karanlık bir tarafın aydınlatılmasını isteriz. O bir cazibe merkezi. İskender Büyük sadece nefret edilen değil, saygı duyulan bir insan aynı zamanda. Onun öyle bir dengesi var.
- Bazı kesimlerin dışında kim saygı duyuyor İskender'e?
-Bahadır: Seyirci olarak siz kötü bir karaktere saygı duymuyorsanız zaten onu seyretmezsiniz.
-Ama işte risk olan da bu saygının sevgiye dönüşmesi. Yani bak işte adam fena aldatılmış, fena da biri değil, vatansevermiş aslında. Bu, son derece tehlikeli bir şey değil mi?
-Cüneyt: Ama siz de izlediniz, senaryo.buna katiyen müsaade etmiyor. Biz onu hem yazarken, hem de izlediğimizde çok dikkat ettik. Ama şu da var, özdeşleşecek insanlar da vardır, bunu engellemeye gücünüz de yetmeyebilir. Bazı insanlar bazı insanlarla kendilerini özdeşleştirebilir. Çünkü İskender Büyük'ün, Türkiye'de yaşanan gerçeği temsil eden bir özelliği var. Bu korkulan, saygı duyulan, yüzleşmek istenmeyen bir gerçek. İşte örgüt gibi hep bilinen fakat kimsenin de konuşmaya cesaret edemeyeceği bir gerçeği temsil ediyor. Ve biz o gerçeğin karanlık yüzünü aydınlattık. Biraz zor oldu ama iyi de aydınlattığımıza da inanıyorum.
O sözler senaristlerin ideolojisi
-Şimdi bu adam uyuşturucu ticaretinden tut, devlet başkanını öldürmeye kadar sayısız suç işlemiş biri. Ama filmin sonunda başına gelen felakete acıyoruz. Adam vatanını öyle seviyor ki gözü başka bir şeyi görmemiş diye anlayışla karşılamanın eşiğine geliyoruz. Sizin seyircide yaratmak istediğiniz bu mu yani?
-Cüneyt:Ama şu var, soğuk savaş konsepti ile büyümüş insanlar bunlar. Bunlar hep şöyle bir zihniyet ile yetiştirildiler: Biz komünizm tehlikesi ile yaşayan bir ülkeyiz. Her an işgal edilme durumumuz, iç ve dış düşmanlarımız var. O tehdide karşı kendimizi savunmak zorundayız. Bunun için hukuk, demokrasi ikinci planda, bunları erteleyelim, önce güvenlik meselemizi çözelim sonra diğerlerini hallederiz. Bu zihniyet halen var. Biz bu filmde bu zihniyetin ne kadar sakıncalı olduğunu anlattık. Çünkü bu zihniyette sağlıklı düşünemiyorsunuz, mantıklı hareket edemiyorsunuz. Siz bu problemleri çözmediğiniz müddetçe İskender Büyük gibi insanlar ve bu zihniyet devam edecektir. Ama bu yapaydır, belli kurumlar ve örgütler tarafından pompalanan bir şeydir. Özgürlük mü, demokrasi mi? Ülke, hep bu ikilemle mengeneye sıkıştırılıyor.
-Bütün bu söylediklerinizi anlıyorum da, ben kaş yapayım derken göz çıkar mı diye korkuyorum. Yani seyirci bugünkü Ergenekon davasında yargılanan insanların aslında çok vatansever olduğunu düşünme noktasına gelir mi diyorum.
-Cüneyt:Ama burada devlet önemli. Hegel, üstün akıldır diyor devlet için. Devlet politikanızın belirleyici uygulayıcıları eğer gerçekten sağlıklı bir devlet yapısı istiyorsa İskenderlerin oluşumuna müsaade etmez. Ve oluşan İskender'i engelleyecek mekanizmaya sahip olabilir. Bizim demek istediğimiz bu. Hepimiz vatan için ölmeyi göze alacak duygularla yetiştirildik. Bu güzel bir şey. Ama bu aynı zamanda sömürülecek bir şey. Bu dengeyi kurmak bizim elimizde. Ben bu duygunun kaybolmasını istemem.
-Vatan sevgisinin mi?
-Cüneyt:Evet. Ama İskender hep sevgisi ile hareket ediyor. Mantığını ikinci plana almış. Vatanı mantıklı seveceksin. Bizim demek istediğimiz bu. Mantıkla sevmediğiniz noktada alet olacaksınız veya kullanılacaksınız. Bizim insanlara dediğimiz nokta bu İskender büyük ile.
-Sizi anlıyorum da bu geçer mi seyirciye?
-Bahadır: İnanın geçer. Kimse diyemez ki suç işleyen insanların duyguları yoktur. Duyguları vardır şüphesiz. Çok cani bir mafya babası evlatlarına çok müşfik bir baba olabilir. Sinema da odur ki siz asıl motivasyonunu gösterebilesiniz. Ve seyirci onu kafasında tam anlasın. Bu adam bu kadar cürümleri neden işlemiş, haa vatanını çok seviyormuş. Bütün aklını kapatmış, sadece duyguları ile hareket etmiş ve bu motivasyonla cürümden cürüme koşmuş. Herkesin içindeki iyi duygulara çok saygımız var. Ama bunun tek zemini var: Hukuk. Hukukun dışına çıktığımız hiçbir alanda bizi cennet beklemiyor.
-Cüneyt: Polat'ın vatan sevgisi İskender'den daha fazla. Polat ile İskender farkını seyirciye verdik. Polat hem sevgisi ve hem aklı olan biri. Biz önce Polat karakteri ile insanlara zaten o örneği verdik. Bak Polat gibi olacaksın İskender gibi olmayacaksın.
-Polat kanunsuzluklarla mücadele ediyor ama verdiği mesaj, kanunsuzluklarla ancak kanunsuz bir şekilde mücadele edilir. Yargısız infaz yapıyor. Öyle anlar oluyor ki kötüyü öldürürken zevk alıyor ve onlar hangi çirkin yöntemleri kullanıyorsa o da onlara aynısını yapıyor.
-Cüneyt: Ben katılmıyorum. Şunu biz kaçırıyoruz. Dizi, sinema filmi, gerçek hayat. Üçü birbirinden çok farklı şeyler.
-Bahadır: Ben sosyolog değilim, tarihçi değilim, gazeteci değilim. Benim kendi gerçekçiliğim var. Gerçek hayatta bir kurşun yersiniz onun tedavisi bazen iki ay, bazen bir yıl, bazen bir ömür sürer. Dizide bir karakter bir kurşun yer, öbür sahnede ayağa kalkar. Senaryo ile gerçek hayatın gerçekçiliği bu kadar taban tabana zıttır. Dolayısıyla biz bazı röportajlarda sanki birer sosyolog olarak ya da birer belgeselci olarak muhatap alınıyoruz. Halbuki biz senaryo zenaati ile uğraşıyoruz. Hayal dünyaları yaratıyoruz.
-İyi de sorum şu: Örnek vatansever Polat da bazen o anki duyguları ile ya öldürüyor, ya öldürmüyor. Yargılama süreci yok. Bu tavır hukuku öne çıkaran bir tavır mı?
-Bahadır:Polat'ta keyfiyet yoktur. KGT diye bir birimin kendi tüzüğü içerisinde hareket eder. Bu birimin var olup olmaması da, gerçek hayattaki hukuk ya da hukuk dışılığı da önemli değildir. Dizinin içerisinde bu tanımlayabileceğiniz bir hukuktur.
-Cüneyt: Bu bir hukuk dizisi değil. Önce mafya dizisiydi, şimdi derin devlet dizisi
-Tamam size göre KGT'nin iç tüzüğü var, Polat oraya uygun davranıyor. Ama o işte hukuka uygun değil. Dizinin gerçekliği, hayatın gerçekliğini yok ediyor. Hukuksuzlukla mücadele klasik hukuk kuralları içinde yapılamaz, bu mümkün değil, özel hukuk gerekir mesajı veriyor.
-Bahadır: Öyle bir mesaj yok. Meşru müdafaa anında öldürüyor. Meşru müdafaa anında sizin bile hakkınız var buna. Siz gazeteci kimliğinizden, biz senarist kimliğimizden arınıp normal vatandaşlar olarak konuşacaksak, eğer biz Türkiye'yi anlatıyorsak biz hukukun, hukukla sağlanabileceğine inanan ama aksi hallerin de bu ülkede yaşandığını gören vatandaşlarız.
-Ama aksi haller bu şekilde meşrulaştırılmış olmuyor mu?
-Cüneyt: Ama filmimize haksızlık etmeyelim. Bizim seyircimiz, izlediğinin dizi ve sinema filmi olduğunun farkında. Gerçek hayatla çok ayırıyor onu.
-Bahadır:Yani birisi Kurtlar Vadisi sürecinde 2002'den bu yana, "Ben cürüm işleyecektim, bir meşruiyet sorunum vardı. İzledim ki Polat kafasına göre KGT diye bir kurumu yönetiyor. Ben de bu meşruiyeti kendimce buldum. Üç tane harf seçtim kendime a, b, c diye. Gittim, buna göre bir hüküm verdim" gibi bir şey yaşadık mı? Bence yaşamadık. Ama insanların kendi üç harfli örgütlerine dayanıp yaptığı şeyleri de okuyoruz, görüyoruz yani.
-Cüneyt: Kahramanlık kültürü ile büyümüşüz, içimizde o duygu var. Bu bir sanal kahramanlık, nasıl futbolcu ile özdeşleşiyor. Bilgisayar da aynı olay yani. Benim gencim, benim yaşlım kahraman hikayesini seviyor. Toplum olarak böyle bir alt metnimiz var. Ve Polat'la özdeşleşiyor. Ne kadar? 90 dakika. Ondan sonra hayatın gerçeğine dönüyor.
-Bahadır: Malkoçoğlu attığı oktan sorgulanamaz. Gerçek hayatta ok atma hakkına kimse sahip değil ya da yasalarla sınırlı. Ama televizyonda, sinemada ne kurşun sayılır, ne ok.
-Yaşasın spekülasyon özgürlüğü diyorsunuz
-Cüneyt: Yok orada etik kurallarımız var. Biz kendimiz de donanımlı olduğuna inanıyoruz. Çünkü Polat'ın söylemleri bunu destekleyen bir yapıda.
-İkna olmadım ama geçelim.
-Bahadır: Burada uzlaşmaya varacağımız bir alan değil bu.
-Şu vatanseverliğe dönelim. İskender, "vatanı öyle sevdim ki gözüm başka bir şey görmedi. Gözümün önündeki Gladio'yu bile görmedim" diyor. Sizler de vatanseversiniz. Vatanı öyle çok seviyorsunuz ki onun için film yapıyorsunuz. Türkler için emperyal bir vizyon öne sürüyorsunuz. Peki ya sizin gözünüz de aşktan kör olduysa ve siz de burnunuzun ucundaki tehlikeyi göremiyorsanız, ya siz de istemeden kullanılıyorsanız?
-Bahadır: Eğer hukuki bir alan seçiyorsanız, eğer büyük bir vizyon sunuyorsanız, bu vizyonun bir alt yapısı varsa, bir genetik kodunuz varsa, genleriniz, genetikleriniz, adetleriniz varsa bu çerçevede insanlarınıza evet hepimiz özgüvenli, tarihini bilen, geçmişini bilen, kendini bilen, barış içerisinde, kardeşlik içerisinde yaşamak mecburiyetinde olan insanlarız dersek bu da bizi kör etmez. Aksine gözümüzü açar. Biz tam tersine gözü kör edilmeye, gözüne sürekli mil çekilmeye çalışılan bir topluma ayna olmaya çalışıyoruz yedi senedir. Bu aynanın yerine kendimizi koymuyoruz. Önümüzde ayna tutuyoruz. Aynanın önündekiler kendilerini görüyorlar. Bizde aynanın arkasından onları görüyoruz. Bizim için böyle bir risk olursa evet vatanını, milletini, ailelerini, insanını, bu toprakları çok seven insanlarız. Bizim için böyle bir tehlike varsa bizim sevenlerimiz bizi uyarırlar. O kadar bir empatimiz var, iletişimimiz var. Zaten aşktan gözü kör olmuş insana tek ilaç vardır, sevdiğinin onu uyarması. Başka bir yolu da yoktur bunun. İskender gibiler o anlamda talihsizdirler. Onlar aslında vatanı değil, kendilerini seviyorlar. Vatan diye koydukları şey ben, ben, ben...Ben olmazsam devlet batar, ben olmazsam millet yok olur, ben olmazsam şu olmaz, bu olmaz duygusudur. O yüzden gözleri kör olmaktadır.
-Yani bu projeyi kendilerine mal etmek isteyenler olur da şu ya da bu şekilde siz bunları görmüyor, alet oluyor olabilir misiniz? İlle de önünüze dosya koymakla olmaz bu işler. Bunun bin türlü yol var.
-Cüneyt: Kulağa fısıldamalardan bahsediyorsunuz
-Bahadır:Tam bağımsızız. Bağımsızlığımızın belgesi yaptığımız iştir. Yedi yılda da bunu ya her tünelden girdiğimizde, çıktığımızda gördük, gösterdik
-Yani bu projeyi kendi projelerine dönüştürme çabalarını mı?
-Cüneyt: Kullanmak isteyenlerin olması normal bir şey yani. Çünkü toplumsal mühendislik diye adlandırılan büyük bir iş yapıyorsunuz. Ve buna müdahale etmek isteyen insanlar veya bundan faydalanmak isteyen insanlar olacaktır. Bu doğaldır.
-Ne yapıyorlar? Nasıl yapıyorlar?
-Bahadır: Ne yapıyorlar, bir gün gazeteyi açıyorsunuz, şiddet diye bir propaganda yapıyorlar. Bakın hem seyredeninizi etkiliyorlar, dizinin bittiği bir süreçte Allah'ın günü gazeteler baktık, liselerde şiddet, liselerde şiddet, liselerde şiddet. Bakın ille bu dosya vermekle, bilmem ne tehdit etmekle olmaz. Sizin kendi ürettiğiniz kimyayı değiştirmeye çalışırlar. Nasıl değiştirmeye çalışırlar? Bu diziyi beğenerek izleyen bile der ki acaba öyle mi?
-Cüneyt:Kara propaganda. Bir şiddet, iki faşistsiniz, üç anti semitiksiniz. Bize her gittiğimiz yerde yapılan şeyler. Bunlar sıklıkla kullanılıyor. Hiçbir dayanağı yok. Gelin tartışalım. Yok.siz kaba milliyetçilik yapıyorsunuz! Yani bu toplumun değerlerini, geleneklerini, tarihini seviyorsanız bunun neresi kötü. Faşistsiniz! Biz hangi etnik kökeni veya hangi dinsel kimliği aşağıladık da, onları kötü gösterdik de bundan dolayı bize kızıyorsunuz? Anti semitiksiniz! Siyonizme karşı olduğumuzu her yerde söylüyoruz.
-Bahadır: Bu bahsettiğimiz örgütler eğer sizi dönüştüremiyorlarsa sizi seyredeni dönüştürmeye çalışıyorlar. Buraya bir evrak gelirse o evrağı yırtar atarsınız. Ama insanların evlerine, insanların kapısına bir evrak geliyorsa tek tek kapı kapı dolaşamazsınız. O evrak da her gün evlerine soktukları gazetedir.
-Mesela bu darbeci ekip, size gelip "kardeşim öyle değil, böyle bu iş" diyor mu?
-Bahadır: Biz gelen hiçbir telefona çıkmayız.
-Cüneyt:Bizi herhangi bir örgütle, herhangi bir istihbaratçıyla yan yana gören varsa, bunu açıklamıyorsa şerefsizdir. Biz birilerinden belge alıyorsak, birilerinden telkin alıyorsak, birilerinin yönlendirmesine açıyorsak, her türlü ortamda bunu tartışmaya açığız. Bunları öne sürenlere diyoruz ki müfteridir. Alçaktır, şerefsizdir.
-Bahadır:Hatta ajandır. Çok basit. Çünkü yedi yıldır bizim bir korunaklı alanımız var. Çok gezmiyoruz. Girilmeyecek yerlere girmiyoruz. Gereğinden fazla hiçbir şeyi merak etmiyoruz. Bizi lüzumsuz, bizim tanımadığımız ya da bu tip şeyler doğuracak kimsenin telefonla aradığını bile sekreterlerimiz bize iletmez. Bunların maillerini bize iletmezler. Çünkü bizim bunlarla ilgilenmediğimizi bilirler. Biz kütüphanemize bizim tanımadığımız insanlar tarafından gelen kitapları dahi kabul etmeyiz.
-Geçmişte Osman Sınav ile ayrılmanıza yol açan şey, birilerinin ona bir dosya getirmesi ve onun da size "eğer bunu kullanmazsak bizi fena yapacaklar" dediği doğru mudur?
-Bahadır:Biz bu sorunun muhatabı değiliz. Bunun muhatapları Osman Sınav ile Raci Şaşmaz'dır. Biz 2004'ten beri ayrı şirketiz. Dolayısıyla bu dedikodunun cevabını bırakalım muhatapları versin. Çünkü her dedikodu ile de baş edemeyiz.
-Cüneyt:2004'ten sonra Pana film kuruldu. Bu üç kişiye bir tanesi çıksın desin ki ya ben belge verdim, telefon açtım, bilgi verdim. Biz buradayız. Bir de anlattığımız şeyler bilinmeyen şeyler değil ki. Ya biraz kafanız çalışıyorsa, biraz muhakeme gücünüz varsa, biraz analiz etme yeteneğiniz varsa zaten bunları yapacaksın.
-Bahadır: Ben 2002'den beri bu bilgisayarın başındayım. Neticede bir şey gelecekse son noktada buraya gelecek. Ben şahitlik ederim ki kimse bana şunu şöyle yaz, bunu böyle yaz demedi. Biz, Raci Şaşmaz, Cüneyt Ersan, Bahadır Özdener bunu gönüllerince, arzu ettiklerince ve hakikatler çerçevesinde yazdık.
-Filme dönelim. Hayatı boyunca Gladio'nun kuklası olmuş İskender, yolun sonuna geldiğinde diyor ki, "Bu ülkeyi kimse bölemeyecek. Laboratuarlarda üretilen şeyler bize uygun değil".
-Bahadır:O sözler senaristlerin ideolojisidir.
-Ama bu karakterin ağzına yakışıyor mu? O adam bu lafları eder mi? "Bir dönem bitti, yeni Osmanlılar geliyor, Araplarla İsrailliler aynı masada oturmayacak artık" vs. Yani İskender bunu der mi?
-Cüneyt:Niye demesin yani insan yaşarken her türlü değişime, dönüşüme açık bir varlık.
-Bahadır:Bakın biz diyoruz ki eğer siz bağımsız değilseniz ruh olarak, karakter olarak, istediğiniz doğruyu, istediğiniz hakikati söyleyin. İskender'in söylediği bu laflar bizim inandığımız doğrular. Ama buna göre yaşamadıktan sonra bu doğrular sadece sözdür.
-Cüneyt:Çıkıyorlar koca koca insanlar çok güzel laflar söylüyorlar. Ama eylemleri, yaşantıları çok farklı. Yani mesele sözün söylenmesi değil, mesele muhatabın bulunması ve muhatabın algılanması
-Bahadır: O sözlerin sahibi biziz. Bu tamamen senaristlerin dünya görüşünü ifade eder. İskender orada bir enstrümandır. O enstrüman normalde başka sesler çıkarsa da icracısı son sesi öyle çıkarabilir.
-Çünkü siz böyle olsun arzu ediyorsunuz.
-Bahadır:Çünkü o son laflar seyircimizin belleğinde kalacak.
-Ama bakın bu lafları sizin hatırınız için söylediğinde eğer sen bu sözlerin altına imza atan bir seyirciysen o zaman İskender'i sadece saymaz, sevmeye de başlarsın. Bu tehlike değil mi çocuklar?
-Bahadır:Çok basit. Yıllardır bazı emekli rütbeliler hep doğruları söylüyorlar. Ama sevgi ve saygı dediğiniz şey şu gönülde olan bir şey. İstediğiniz doğruları, istediğiniz hakikatleri söyleyin.
-Cüneyt:Türkiye'nin en büyük devlet adamlarından biri muhalefette söylediği sözlerle, iktidarda söylediği sözleri karşılaştırın. Muhalefetteki sözlerine hepimiz imza atıyorduk. Ve Türkiye'nin en büyük demokratı. Peki iktidara geldiğinde o sözlerin hiçbir anlamı kalıyor mu?
Peki bunu bu ülkede yaşayanlar bilmiyor mu?
-Bahadır:Yani İskender'e o laf o sahnede yakıştı. Ama o sözler senaristlerin sözleridir. Seyircinin belleğinde o sözler kalacaktır. Seyirci İskender serüvenini acaba çok mu merak ediyor? Bu adam acaba bu sözüne sadık, Türkiye'nin bütünlüğüne inanan, Türkiye'nin genişlemesi, bütün değerlerine sahip çıkması gerektiğine, çatışmaların son bulmasına, tam bağımsız olmaya, her örgütün güdümünden uzak kalmaya inanan bir adam olacak mı, olmayacak mı? Bunu da filmden sonra seyredecektir.
-Cüneyt: Bir de İskender'i sevme açısından değil, ben yapamadım, ben başaramadım, benim egom vardı veya benim zaaflarım vardı, ama bunu yapmak sizin vazifeniz gibi de algılayabilirsiniz.
-Bu bir roman olsaydı ben burada romancıya kızardım. Çünkü kendi görüşlerini kahramana söylettiriyor. Bunun adı sanat olmazdı.
-Bahadır: Ama işte edebiyatla sinema çok farklı türler.
-Yaptığınız şey sanatsa, kahramanlarınızı kendi görüşlerinizi ifade etmek için kullanamazsınız. Sinema bir sanat değil mi size göre?
-Bahadır: Sinema bir zanaat olarak kabul edilir. Dolayısıyla kendi kuralları çok özgündür. Ölümsüz sinema eserleri vardır. Ama bunlar ölümsüz sanat eseri değildir. Tabii ki biz zanaat yapıyoruz.
-Siz siyaset yapıyorsunuz aslında.
-Bahadır:Hayır, biz tamamen sinema yapıyoruz.
-Cüneyt:Bir de siz İskender'i seyirci sevecek mi diyorsunuz. Hayır, sevmeyecek, acıyacak ona. İskender'in çok daha iyi şeyler yapabilecekken egosu veya mantığını işletmemesi yüzünden ne hale düştüğü için acıyacak izleyiciler, biz onun gibi olmayacağız diyecek.
-Bahadır:Haddim olmayarak sizin sorunuzu ben olsam şöyle sorardım, seyirci ne hissetmeli?
ZAMAN
Daha sonra sadece yeni filmi değil, bir süre önce kanal değiştiren dizinin gidişatını da konuştuk. Kullanılan bazı klişelere rağmen, kurgusu sağlam, görselliği, ışığı, oyunculuğu çok iyi, aksiyonu az, siyasi mesajı bol bir film olmuş. Hayatın ve sinemanın dramatik gerçekliği çok farklı biliyorum. Ancak filmde anlatılan Türkiye'nin hikayesi olunca, bu farkın yarattığı zaafları sorgulamaktan geri duramıyor insan. Bahadır ve Cüneyt, kibar, akıllı ve cesur çocuklar. İki buçuk saat boyunca, her soruma sabırla cevap verdiler. Onlarla her konuda aynı düşünmesem de filmleri görülmeye değer diyorum.
-Yeni filminiz hayırlı olsun. Kullanılan bazı klişelere rağmen, kurgusu sağlam, görselliği, ışığı, oyunculuğu çok iyi bir film olmuş. Aksiyonu az, siyasi mesajı bol bir film. Bu tercihin sebebi ekonomik mi, yoksa siyasi söyleminizin daha net ortaya çıkması için mi?
-Bahadır: Hikayeyi anlatabilmek için bu yolu seçmek durumda kaldık. Çünkü bugünle birlikte 1993'ü ve hemen akabini de anlatmak istiyorduk. Dolayısıyla filmin kendi matematiğinde, kendi dengesinde olması gerektiği kadar aksiyonun bu olduğuna karar verdik.
-Cüneyt: Bu politik yönü daha ağır olan bir film. Çünkü konsept onu gerektiriyor. Gladio, çok fazla aksiyona yönelik eylemler değil, spesifik eylemleri seçen bir örgüt olduğu için bu tür seçildi.
-Kurtlar Vadisi Irak'tan sonra, fanatikleriniz aksiyon az diye hayal kırıklığı yaşarlar mı?
-Bahadır: Aşağı yukarı yedi sene oldu. Kurtlar Vadisi'nin içerisinde aksiyon vardır ve bu da Türkiye'de belki tek örneği olduğu içinde en çok bu vasfıyla ortaya çıkarılır. Ama 90 dakikalık dizinin içerisinde bu 5 dakikayı geçmez. İnsanları şüphesiz ki sadece aksiyon diri ve dinamik tutmaz. Politik aksiyon içerisinde dizinin kendisi de, anlattığı her iki konseptte politik kısmının daha önde olmasını gerektirir. Kurtlar Vadisi Irak'ta da tercih ettiğimiz yol budur. 120 dakikanın içerisinde 10-15 dakikayı geçmez aksiyon.
-Cüneyt: Kurtlar Vadisi'nde karakterinizin bir bakışı ve bir sözü de aksiyondan çok daha fazla etkileyici ve seyircimizi daha çok ekrana tutan bir şey.
-Bunun hasılata nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?
-Bahadır: Bu filmden çıkmış, tatmin olmuş bir şeyirci bizim için dünyalara bedel. Filmin izlenmesini çok isterim. Ama bunu tatmin olmuş bireyin çoğalması adına isterim. İnşallah filmi 4 milyon, 5 milyon kişi izler. İnanın hiçbir türlü hayal kırıklığı yaşamayacağım. Biz senaristler olarak tatmin olmuş durumdayız. Anlatmak istediğimiz derdi, çok zor dönemeçleri dikkatli şekilde anlatmaya çalıştık. O bir tek seyirci ile buluşursa o bizi çok mutlu edecek. Bunun rakamı ne kadar çoğalırsa o kadar mutlu oluruz. Yani hasılattan önemli olanı sinemaya giren ve çıkan seyircinin tatmin olmasıdır.
-Cüneyt: Tabii hem nitelik önemli, hem nicelik önemli. Anlaşılmak, beğenilmek ve çok izlenmek, bizi besleyecek noktalar.
-Bahadır: Seyircimize çok inanıyorum ben. Bu rahatlığımız bir parça da onlara güvenmekten kaynaklanıyor. Bizi bu çok uzun ve zorlu yolda hiç yalnız bırakmadılar. Bu filmde de bırakacaklarını düşünmüyorum.
-Henüz aydınlığa tam olarak kavuşmamış, üzerinde bir takım spekülasyonlar olan bir dönemi seyircide gerçeklik duygusu uyandırmaya çalışarak anlatıyorsunuz. Bunu yaparken hangi dengeleri gözetmeye dikkat ettiniz?
-Bahadır:Ben senaryo içi dengeleri söyleyeyim. Senaryoyu bir kimya gibi düşünmek gerekir. Ve bu kimyanın hassas terazilerde ölçülen ölçekleri vardır. İçerikten ya da ideolojiden bahsetmiyorum. Yarattığınız karakterin davranma biçimleri, olaylara verdiği tepkiler ve bunların adeta sayıları, sahneleri vardır.
-İşin mutfağı ile teknik şeyleri sormuyorum ben.
-Cüneyt: Ben ona bir hukukçu olarak söyleyeceğim. Türkiye'de o dönemde yaşanmış çok önemli aktörler var. Onların özel hayatları bizim için çok önemli. Bir de anlattığımız konularda bazı kurumların ve toplumun hassasiyetleriyle bizim anlatmak istediğimiz olayın bütünleşmesi önemli. Yani kırmadan dökmeden ve hassasiyetleri de dikkate alarak anlatmak istedik. Bunda da başarılı olduğumuz kanaatindeyim.
-Filmin nasıl algılandığını yayınlanmaya başladıktan sonra göreceğiz. Filmdeki bazı kişiler halen hayatta. Onlar kendilerini perdede gördüklerinde "Bu biz değiliz" diyebilirler. Umulmaz ki bu bir hukuki sürece dönüşsün. Ama onlardan biri siz olsaydınız bu filmi nasıl karşılardınız? Çünkü yüzde yüz gerçeklikten söz etmiyoruz.
-Bahadır:Burada bizim söz ettiğimiz dramatik gerçekliktir. Biz gerçekten besleniriz. Ama iş bilgisayara yani senaryoya döküldüğünde onun dramatik gerçekçiliği söz konusudur. Tabii ki Cüneyt Bey'in de söylediği gibi temel hukuki prensipte biz herkesin hassasiyetlerine dikkat etmeye çalıştık. Kimsenin özel alanına girmemeye çalıştık. Ama onun haricinde kamuya mal olmuş, gazetelere, kitaplara, belgelere yansımış kısmı ile hareket ettik. Diğer türlü hareket etseydik elimiz çok daha serbest, yani varsayımlar, imalar ya da olması muhtemel ama olmayacak şeyler üstünde hareket etseydik belki dediğiniz hassasiyet doğacaktı.
-Yine de doğabilir. Çünkü sana göre doğru olan başkasına göre yanlış olabilir. Bu bahsettiğiniz belgeler, kitaplar hep yorum. Mahkeme ile kanıtlanmış somut gerçekler değil.
- Bahadır: Ama bu da belgesel değil. Tabii ki seyreden herkes istediği eleştiriyi getirme hakkına sahip. Ama biz senaristler olarak elimizden geldiğince dikkatli davrandık.
-Dikkatten ne anlamamız lazım? Şimdi bu söyleşiyi bu kahramanlardan birkaçının okuduğunu varsayın ve onları tatmin eder mi bu cevaplar?
-Bahadır: Mesela Turgut Özal meselesi bizim için çok hassas bir meseleydi. Ben rahmetli Turgut Özal'ı çok seven, uzun yıllar takip etmiş, vefatından sonra onunla ilgili eserleri okumuş, ailesinin beyanatlarını izlemiş birisi olarak söylüyorum. Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatına çok izler bırakmış bir devlet adamıydı. Filmin ekseninde onun hikayesine değdiğimiz yerde normal Amerikan filmi olsaydı Özal'la ilgili çok şeyi kırıp dökerdi. Çünkü onlarda, benim doğru bulmadığım bir prensip var. Sinema gerçekliğinin içine girdiklerinde sınırsız bir alanları var. İşte Arapları terörist gösterebiliyorlar, kendi başkanlarını hain gösterebiliyorlar. A'yı Z, siyahı beyaz gösterebiliyorlar. Ama biz burada bu yolu seçmedik. Alabildiğine hassas davrandık. Özal meselesinde senaristin eli daha kuvvetli olabilirdi. Diyelim ki başkarakteri, yani İskender Büyük'ü Özal düşmanı gösteriyorsanız, Özal'ı çok daha kötü bir karakter gibi işlemeniz gerekirken biz bu yolu tercih etmedik. Onu filmin içerisinde daha dar ve kısıtlı bir alanda tutmak yolunu tercih ettik.
-Cüneyt: Bizim Özal'a vefa duygumuz var. Türkiye'de Kürt meselesini gündeme getiren ve bu konuda radikal değişiklik yapmak isteyen ilk devlet adamı. Bu bizim için ve filmimiz için önemli. Rahmetli Özal'ın sosyal, ekonomik, siyasal alanda devrimci bir zihniyeti var. Türkiye'nin büyümesini hepimiz kadar arzu eden ve bunu gören bir şahsiyetti. Kürt meselesi çözülmediği takdirde Türkiye'nin büyümeyeceğini, aksine küçüleceğini anladığı an radikal bir değişime gitti. Ve bunun bedelini de ödedi. Çünkü hatırlarsınız Talabani iki ay önce bir röportaj vermişti, Özal'ın niyeti Musul-Kerkük'ü size bağlamaktı dedi. Yani biz orada Özal'ı biraz da vefa duygumuz olarak kullandık. Çünkü bu zihniyeti, devlet politikasındaki paradigmayı değiştirecek en önemli şahsiyetti. Ve bu şahsiyeti filmde gerekli yerde, gerekli enstrüman olarak kullandık.
-Peki ya diğer karakterler? Oradaki komutanların yerinde olsaydınız, ne hissederdiniz? Yargılama süreci devam ediyor, suçları kesinleşmedi.
-Cüneyt: Burada vermek istediğimiz şey Türkiye'de yapılan bütün askeri darbelerin stratejik müttefikinizden destek almadığınız takdirde yapma imkanınızın olmadığı. Bu yüzden oradaki şahısların hiçbir önemi yok. Türkiye'de darbe yapmak istiyorsanız Atlantik ötesinden icazet almak zorundasınız. Alamadığınız takdirde darbe yapamazsınız. Bu sahnenin en büyük özelliği o. Bu sahne şu an için yapılan bir şey değil. Bakın 60'ta, 70'te, 80'de, 28 Şubat'taki bütün süreçlerde icazet alınmıştır. Bizim anlatmak istediğimiz nokta bu. Yoksa olayların ve şahısların hiçbiri gerçek değil.
-Ama çok açık bir biçimde gerçek şahısları çağrıştırıyor. Rahatlıkla söyleyebilirim filmdeki şu paşalar aslında şu paşalar diye.
-Bahadır: Senaryo tekniğinde tek sahnede gösterilmiş bir kimse karakter olmaz. Dolayısıyla bu, seyirciye tip olarak geçer. Ve müşahhaslaşmadığı için şu kişiye, bu kişiye odaklandırtmaz. Teknik bir şeyden bahsediyorum. Tabii ki seyreden yani o paşalar ya da sıradan insanlar bu şu paşa mı, bu paşa mı aa şu olayı kastediyorlar diyecektir, deme özgürlükleri vardır. Ama bizim senarist olarak elimizden tek gelen, yargılama süreci sürdüğü için bunu müşahhaslaştırmayıp, tek sahnede sınırlı tutup, genel olarak bütün cunta ve darbe teşebbüslerini ima edip, film otuz sene sonra seyredildiğinde bugüne dair o paşa bu paşa hatırlanmayacak, ama o sahne kalacak.
-Cüneyt: Seyirci karakteri izlemek ister. O karakterle ya bütünleşmek ister, ya ondan nefret etmek ister. Ama oradaki şahısları tip olarak çizdik biz.
-Bahadır:Filmin baş karakteri İskender Büyük. Fuat Aras var karakter. Mahkeme başkanı da karakter. Çünkü seyri var, dönüşümü var. İyiyken kötü oluyor. Avukat keza öyle. Yani siz seyirci olarak onun bir sürecini, evrelerini, aşamalarını görüyorsunuz. Bu bahsettiğimiz teknik bir şey.
-Cüneyt:Bir de görsel sanatlarda vurucu bir şey yapmak zorundasınız. Bir şeyi lafla anlattığınızda insanların kafasında fazla yer etmez. Ama bunu gösterdiğiniz takdirde çok etkileyicidir.
-Bahadır:Sahneyi üniformalı değil, üniformasız yapabilirdik. Üniformalı yapmamızın sebebi budur. Otuz sene de geçse oradaki üniformayı görünce seyircinin kafasında darbe teşebbüsü, cunta oluşumu kalacaktır.
-Turgut Özal'ın öldürüldüğü iddiasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Bu daha evvel de gerek ailesinin fertleri tarafından, gerekse değişik kesimler tarafından dile getirildi. Bunu neden saf bir gerçeklik olarak sundunuz?
-Bahadır: Sinema hiçbir zaman salt bir gerçeklik sunmaz. Ama kendi gerçekliğini sunar.
Eğer Özal ailesinin iddialarını gerçek varsayarsak, Özal neden öldürülmüş olabilir sorusunun cevabını senaryoda aramaya çalıştık. Burada da yine tarihi şahsiyetlerin beyanatları, belgeler, gazeteler, kitapları okuduğumuzda verdiği en radikal kararın Türkiye'yi kitleyen bir sorunun çözümü olarak küçülmek değil, büyümeyi tercih ettiğini görüyoruz. Bunu Atlantik ötesi müttefikimiz bir başkaldırı, bir bağımsızlık hamlesi ya da kontrol edilemeyecek bir güç olarak kabul edip, Özal'ın siyaset dışı, devre dışı ya da hayat dışı bırakılmasına karar verdi gibi bir iddia ortaya attık. Bugüne kadar Özal'ın hep öldürüldüğü iddia edildi. Ama biz ilk defa bu filmde eğer öldürülmüşse neden öldürülmüş olabileceğini bir tez ile ortaya koymuş olduk. Bence filmin en çarpıcı taraflarından biri de o. Kısa cümlesi ile Özal Musul'u, Kerkük'ü almak isteyerek, Türkiye'nin 2009'larda bize çok kolaymış gibi gelen sürecin düğmesine 1993'te bastığı için devre dışı bırakıldı diye düşünüyoruz.
-Bu da daha evvel dile getirilmiş bir tez.
-Cüneyt: Şüphesiz, ama sinemada siz bir iddiada bulunduğunuzda bunu anlatmak istediğiniz şekilde anlatabilme hakkınız var. Bunu Kennedy filminde de seyrettiniz, başka filmlerde de var. Şahsiyetleri normal hayatlarında olmayan şekilde gösterebiliyorlar veya sonlandırabiliyorlar. Burada şahsiyet çok önemli. Şahsiyet üzerinden anlattığınız konu sizi ilgilendiriyor senaristler olarak.
-Özal'ın ilaçlı portakal suyuyla öldürüldüğü, sizin fanteziniz mi, yoksa bir bilgi ya da tahmine mi dayanıyor?
-Bahadır: Sinema görsel sembollere dayanmak zorunda. Dışarıdan içeriye sokulan eski dilde zehir, bugün portakal suyu, bir metafordur. Bu bir alt metindir. Dolayısıyla biz bunun araştırmasına girmedik. Şöyle bir eleştiri gelebilir filme: Özal şeker hastasıydı portakal suyu içmezdi. Bu bizim ilgi alanımız değil. O portakal suyu orada bir semboldür.
-Cüneyt:Biz portakal değil kaysıyla anlatsaydık Malatyalılar çok üzülecekti.
-Bahadır:Yani rahmetlinin şeker hastası olduğunu, özellikle spordan öncede portakal suyu içmeyeceğini biliyoruz.
-Cüneyt: Ve kayısıya dayanamadığını. Bir de gücü görebiliyoruz yani. Türkiye'nin bir numarası, çok güçlü, çok korunaklı. Oraya kadar sızabilme gücü varsa bu, örgütün ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
-Ve kimse güvende değil demektir.
-Bahadır:Evet. Belleklerimizden silinmeyen Kartal Demirağ suikasti var. Yani ha o suikast, ha bu suikast teşebbüsü. Sinemacı bazen o kurşunu portakal suyu haline getirebilir. Bu sinemanın özgür alanıdır.
-Cüneyt:Rahmetli de çok meraklı bir insandı. Beni kim vurdu diye çok araştırdı. Bildiği halde kendi açıklamadı.
-Evet, ama bunu da herkes biliyor. Eski bir medya patronundan kuşkulanılmıştı.
-Bahadır: O konuyu da biz Kurtlar Vadisi Pusu'da başbakan suikastıyla işliyoruz.
-İskender gibi bir anti kahramanı kahramana dönüştürmek büyük bir risk. Hele Türkiye gibi bir ülkede.
-Cüneyt:Biz bunu birinci defa yapmıyoruz. Muro da antikahramandı. Onu bir film yaptık.
-Muro biraz daha karikatüristik bir tipti. Fazla ciddiye alınmadı, daha böyle gülümseyerek seyredilebilecek bir karakterdi.
-Cüneyt:Ben hiç öyle düşünmüyorum.
-Çünkü onu siz yazdınız, tabii öyle düşünmezsiniz.
-Cüneyt: Muro filmi olarak düşünmeyin. Muro karakterini diziden başlayan bir süreç olarak düşündüğünüzde yine tabuları yıkan bir şey oldu. Bu Kurtlar Vadisi'nin en büyük özelliklerinden biri. 2 milyon 300 bin insan seyretti.
-Bahadır:Sinemada sizin bu riskli bulduğunuz şey risksiz bir alandır. Çünkü sinema seyircisi koltuğa oturduğunda kendi geçmişinden arınıp çıplak bir vaziyette filmi seyreder. Siz filmde bir karakteri ele aldığınızda seyirciye onun dönüşümünü vaat ediyorsanız o baş karakterdir. Bu dönüşüm iyiden kötüye olabileceği gibi kötüden iyiye de gidebilir. İskender Büyük'ün sinema serüvenini diziden ayrı tutmak lazım. Tabii ki diziden büyük bir backraundla geldi. Uzun haftalar boyunca seyirciye anlatıldı. Bu sinema filmini yapma sebebimiz şu: İskender Büyük'ün bu topraklarda yeşerme ve büyüme ortamını, atmosferini ve şartlarını ve o Gladio dünyasını anlatmaya tercih ettiğimiz andan itibaren İskender anti kahraman değil başına felaketler gelmiş, aldatılmış bir karakter haline dönüşür ki onu aldatanlarla mücadele edebilsin ve seyirci de başkarakter olarak seçtiği adamın mücadelesini filmin sonuna kadar seyredebilsin.
-Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar mı diyorsunuz?
-Cüneyt: İskender Büyük karanlık bir adam. Millet olarak karanlık bir tarafın aydınlatılmasını isteriz. O bir cazibe merkezi. İskender Büyük sadece nefret edilen değil, saygı duyulan bir insan aynı zamanda. Onun öyle bir dengesi var.
- Bazı kesimlerin dışında kim saygı duyuyor İskender'e?
-Bahadır: Seyirci olarak siz kötü bir karaktere saygı duymuyorsanız zaten onu seyretmezsiniz.
-Ama işte risk olan da bu saygının sevgiye dönüşmesi. Yani bak işte adam fena aldatılmış, fena da biri değil, vatansevermiş aslında. Bu, son derece tehlikeli bir şey değil mi?
-Cüneyt: Ama siz de izlediniz, senaryo.buna katiyen müsaade etmiyor. Biz onu hem yazarken, hem de izlediğimizde çok dikkat ettik. Ama şu da var, özdeşleşecek insanlar da vardır, bunu engellemeye gücünüz de yetmeyebilir. Bazı insanlar bazı insanlarla kendilerini özdeşleştirebilir. Çünkü İskender Büyük'ün, Türkiye'de yaşanan gerçeği temsil eden bir özelliği var. Bu korkulan, saygı duyulan, yüzleşmek istenmeyen bir gerçek. İşte örgüt gibi hep bilinen fakat kimsenin de konuşmaya cesaret edemeyeceği bir gerçeği temsil ediyor. Ve biz o gerçeğin karanlık yüzünü aydınlattık. Biraz zor oldu ama iyi de aydınlattığımıza da inanıyorum.
O sözler senaristlerin ideolojisi
-Şimdi bu adam uyuşturucu ticaretinden tut, devlet başkanını öldürmeye kadar sayısız suç işlemiş biri. Ama filmin sonunda başına gelen felakete acıyoruz. Adam vatanını öyle seviyor ki gözü başka bir şeyi görmemiş diye anlayışla karşılamanın eşiğine geliyoruz. Sizin seyircide yaratmak istediğiniz bu mu yani?
-Cüneyt:Ama şu var, soğuk savaş konsepti ile büyümüş insanlar bunlar. Bunlar hep şöyle bir zihniyet ile yetiştirildiler: Biz komünizm tehlikesi ile yaşayan bir ülkeyiz. Her an işgal edilme durumumuz, iç ve dış düşmanlarımız var. O tehdide karşı kendimizi savunmak zorundayız. Bunun için hukuk, demokrasi ikinci planda, bunları erteleyelim, önce güvenlik meselemizi çözelim sonra diğerlerini hallederiz. Bu zihniyet halen var. Biz bu filmde bu zihniyetin ne kadar sakıncalı olduğunu anlattık. Çünkü bu zihniyette sağlıklı düşünemiyorsunuz, mantıklı hareket edemiyorsunuz. Siz bu problemleri çözmediğiniz müddetçe İskender Büyük gibi insanlar ve bu zihniyet devam edecektir. Ama bu yapaydır, belli kurumlar ve örgütler tarafından pompalanan bir şeydir. Özgürlük mü, demokrasi mi? Ülke, hep bu ikilemle mengeneye sıkıştırılıyor.
-Bütün bu söylediklerinizi anlıyorum da, ben kaş yapayım derken göz çıkar mı diye korkuyorum. Yani seyirci bugünkü Ergenekon davasında yargılanan insanların aslında çok vatansever olduğunu düşünme noktasına gelir mi diyorum.
-Cüneyt:Ama burada devlet önemli. Hegel, üstün akıldır diyor devlet için. Devlet politikanızın belirleyici uygulayıcıları eğer gerçekten sağlıklı bir devlet yapısı istiyorsa İskenderlerin oluşumuna müsaade etmez. Ve oluşan İskender'i engelleyecek mekanizmaya sahip olabilir. Bizim demek istediğimiz bu. Hepimiz vatan için ölmeyi göze alacak duygularla yetiştirildik. Bu güzel bir şey. Ama bu aynı zamanda sömürülecek bir şey. Bu dengeyi kurmak bizim elimizde. Ben bu duygunun kaybolmasını istemem.
-Vatan sevgisinin mi?
-Cüneyt:Evet. Ama İskender hep sevgisi ile hareket ediyor. Mantığını ikinci plana almış. Vatanı mantıklı seveceksin. Bizim demek istediğimiz bu. Mantıkla sevmediğiniz noktada alet olacaksınız veya kullanılacaksınız. Bizim insanlara dediğimiz nokta bu İskender büyük ile.
-Sizi anlıyorum da bu geçer mi seyirciye?
-Bahadır: İnanın geçer. Kimse diyemez ki suç işleyen insanların duyguları yoktur. Duyguları vardır şüphesiz. Çok cani bir mafya babası evlatlarına çok müşfik bir baba olabilir. Sinema da odur ki siz asıl motivasyonunu gösterebilesiniz. Ve seyirci onu kafasında tam anlasın. Bu adam bu kadar cürümleri neden işlemiş, haa vatanını çok seviyormuş. Bütün aklını kapatmış, sadece duyguları ile hareket etmiş ve bu motivasyonla cürümden cürüme koşmuş. Herkesin içindeki iyi duygulara çok saygımız var. Ama bunun tek zemini var: Hukuk. Hukukun dışına çıktığımız hiçbir alanda bizi cennet beklemiyor.
-Cüneyt: Polat'ın vatan sevgisi İskender'den daha fazla. Polat ile İskender farkını seyirciye verdik. Polat hem sevgisi ve hem aklı olan biri. Biz önce Polat karakteri ile insanlara zaten o örneği verdik. Bak Polat gibi olacaksın İskender gibi olmayacaksın.
-Polat kanunsuzluklarla mücadele ediyor ama verdiği mesaj, kanunsuzluklarla ancak kanunsuz bir şekilde mücadele edilir. Yargısız infaz yapıyor. Öyle anlar oluyor ki kötüyü öldürürken zevk alıyor ve onlar hangi çirkin yöntemleri kullanıyorsa o da onlara aynısını yapıyor.
-Cüneyt: Ben katılmıyorum. Şunu biz kaçırıyoruz. Dizi, sinema filmi, gerçek hayat. Üçü birbirinden çok farklı şeyler.
-Bahadır: Ben sosyolog değilim, tarihçi değilim, gazeteci değilim. Benim kendi gerçekçiliğim var. Gerçek hayatta bir kurşun yersiniz onun tedavisi bazen iki ay, bazen bir yıl, bazen bir ömür sürer. Dizide bir karakter bir kurşun yer, öbür sahnede ayağa kalkar. Senaryo ile gerçek hayatın gerçekçiliği bu kadar taban tabana zıttır. Dolayısıyla biz bazı röportajlarda sanki birer sosyolog olarak ya da birer belgeselci olarak muhatap alınıyoruz. Halbuki biz senaryo zenaati ile uğraşıyoruz. Hayal dünyaları yaratıyoruz.
-İyi de sorum şu: Örnek vatansever Polat da bazen o anki duyguları ile ya öldürüyor, ya öldürmüyor. Yargılama süreci yok. Bu tavır hukuku öne çıkaran bir tavır mı?
-Bahadır:Polat'ta keyfiyet yoktur. KGT diye bir birimin kendi tüzüğü içerisinde hareket eder. Bu birimin var olup olmaması da, gerçek hayattaki hukuk ya da hukuk dışılığı da önemli değildir. Dizinin içerisinde bu tanımlayabileceğiniz bir hukuktur.
-Cüneyt: Bu bir hukuk dizisi değil. Önce mafya dizisiydi, şimdi derin devlet dizisi
-Tamam size göre KGT'nin iç tüzüğü var, Polat oraya uygun davranıyor. Ama o işte hukuka uygun değil. Dizinin gerçekliği, hayatın gerçekliğini yok ediyor. Hukuksuzlukla mücadele klasik hukuk kuralları içinde yapılamaz, bu mümkün değil, özel hukuk gerekir mesajı veriyor.
-Bahadır: Öyle bir mesaj yok. Meşru müdafaa anında öldürüyor. Meşru müdafaa anında sizin bile hakkınız var buna. Siz gazeteci kimliğinizden, biz senarist kimliğimizden arınıp normal vatandaşlar olarak konuşacaksak, eğer biz Türkiye'yi anlatıyorsak biz hukukun, hukukla sağlanabileceğine inanan ama aksi hallerin de bu ülkede yaşandığını gören vatandaşlarız.
-Ama aksi haller bu şekilde meşrulaştırılmış olmuyor mu?
-Cüneyt: Ama filmimize haksızlık etmeyelim. Bizim seyircimiz, izlediğinin dizi ve sinema filmi olduğunun farkında. Gerçek hayatla çok ayırıyor onu.
-Bahadır:Yani birisi Kurtlar Vadisi sürecinde 2002'den bu yana, "Ben cürüm işleyecektim, bir meşruiyet sorunum vardı. İzledim ki Polat kafasına göre KGT diye bir kurumu yönetiyor. Ben de bu meşruiyeti kendimce buldum. Üç tane harf seçtim kendime a, b, c diye. Gittim, buna göre bir hüküm verdim" gibi bir şey yaşadık mı? Bence yaşamadık. Ama insanların kendi üç harfli örgütlerine dayanıp yaptığı şeyleri de okuyoruz, görüyoruz yani.
-Cüneyt: Kahramanlık kültürü ile büyümüşüz, içimizde o duygu var. Bu bir sanal kahramanlık, nasıl futbolcu ile özdeşleşiyor. Bilgisayar da aynı olay yani. Benim gencim, benim yaşlım kahraman hikayesini seviyor. Toplum olarak böyle bir alt metnimiz var. Ve Polat'la özdeşleşiyor. Ne kadar? 90 dakika. Ondan sonra hayatın gerçeğine dönüyor.
-Bahadır: Malkoçoğlu attığı oktan sorgulanamaz. Gerçek hayatta ok atma hakkına kimse sahip değil ya da yasalarla sınırlı. Ama televizyonda, sinemada ne kurşun sayılır, ne ok.
-Yaşasın spekülasyon özgürlüğü diyorsunuz
-Cüneyt: Yok orada etik kurallarımız var. Biz kendimiz de donanımlı olduğuna inanıyoruz. Çünkü Polat'ın söylemleri bunu destekleyen bir yapıda.
-İkna olmadım ama geçelim.
-Bahadır: Burada uzlaşmaya varacağımız bir alan değil bu.
-Şu vatanseverliğe dönelim. İskender, "vatanı öyle sevdim ki gözüm başka bir şey görmedi. Gözümün önündeki Gladio'yu bile görmedim" diyor. Sizler de vatanseversiniz. Vatanı öyle çok seviyorsunuz ki onun için film yapıyorsunuz. Türkler için emperyal bir vizyon öne sürüyorsunuz. Peki ya sizin gözünüz de aşktan kör olduysa ve siz de burnunuzun ucundaki tehlikeyi göremiyorsanız, ya siz de istemeden kullanılıyorsanız?
-Bahadır: Eğer hukuki bir alan seçiyorsanız, eğer büyük bir vizyon sunuyorsanız, bu vizyonun bir alt yapısı varsa, bir genetik kodunuz varsa, genleriniz, genetikleriniz, adetleriniz varsa bu çerçevede insanlarınıza evet hepimiz özgüvenli, tarihini bilen, geçmişini bilen, kendini bilen, barış içerisinde, kardeşlik içerisinde yaşamak mecburiyetinde olan insanlarız dersek bu da bizi kör etmez. Aksine gözümüzü açar. Biz tam tersine gözü kör edilmeye, gözüne sürekli mil çekilmeye çalışılan bir topluma ayna olmaya çalışıyoruz yedi senedir. Bu aynanın yerine kendimizi koymuyoruz. Önümüzde ayna tutuyoruz. Aynanın önündekiler kendilerini görüyorlar. Bizde aynanın arkasından onları görüyoruz. Bizim için böyle bir risk olursa evet vatanını, milletini, ailelerini, insanını, bu toprakları çok seven insanlarız. Bizim için böyle bir tehlike varsa bizim sevenlerimiz bizi uyarırlar. O kadar bir empatimiz var, iletişimimiz var. Zaten aşktan gözü kör olmuş insana tek ilaç vardır, sevdiğinin onu uyarması. Başka bir yolu da yoktur bunun. İskender gibiler o anlamda talihsizdirler. Onlar aslında vatanı değil, kendilerini seviyorlar. Vatan diye koydukları şey ben, ben, ben...Ben olmazsam devlet batar, ben olmazsam millet yok olur, ben olmazsam şu olmaz, bu olmaz duygusudur. O yüzden gözleri kör olmaktadır.
-Yani bu projeyi kendilerine mal etmek isteyenler olur da şu ya da bu şekilde siz bunları görmüyor, alet oluyor olabilir misiniz? İlle de önünüze dosya koymakla olmaz bu işler. Bunun bin türlü yol var.
-Cüneyt: Kulağa fısıldamalardan bahsediyorsunuz
-Bahadır:Tam bağımsızız. Bağımsızlığımızın belgesi yaptığımız iştir. Yedi yılda da bunu ya her tünelden girdiğimizde, çıktığımızda gördük, gösterdik
-Yani bu projeyi kendi projelerine dönüştürme çabalarını mı?
-Cüneyt: Kullanmak isteyenlerin olması normal bir şey yani. Çünkü toplumsal mühendislik diye adlandırılan büyük bir iş yapıyorsunuz. Ve buna müdahale etmek isteyen insanlar veya bundan faydalanmak isteyen insanlar olacaktır. Bu doğaldır.
-Ne yapıyorlar? Nasıl yapıyorlar?
-Bahadır: Ne yapıyorlar, bir gün gazeteyi açıyorsunuz, şiddet diye bir propaganda yapıyorlar. Bakın hem seyredeninizi etkiliyorlar, dizinin bittiği bir süreçte Allah'ın günü gazeteler baktık, liselerde şiddet, liselerde şiddet, liselerde şiddet. Bakın ille bu dosya vermekle, bilmem ne tehdit etmekle olmaz. Sizin kendi ürettiğiniz kimyayı değiştirmeye çalışırlar. Nasıl değiştirmeye çalışırlar? Bu diziyi beğenerek izleyen bile der ki acaba öyle mi?
-Cüneyt:Kara propaganda. Bir şiddet, iki faşistsiniz, üç anti semitiksiniz. Bize her gittiğimiz yerde yapılan şeyler. Bunlar sıklıkla kullanılıyor. Hiçbir dayanağı yok. Gelin tartışalım. Yok.siz kaba milliyetçilik yapıyorsunuz! Yani bu toplumun değerlerini, geleneklerini, tarihini seviyorsanız bunun neresi kötü. Faşistsiniz! Biz hangi etnik kökeni veya hangi dinsel kimliği aşağıladık da, onları kötü gösterdik de bundan dolayı bize kızıyorsunuz? Anti semitiksiniz! Siyonizme karşı olduğumuzu her yerde söylüyoruz.
-Bahadır: Bu bahsettiğimiz örgütler eğer sizi dönüştüremiyorlarsa sizi seyredeni dönüştürmeye çalışıyorlar. Buraya bir evrak gelirse o evrağı yırtar atarsınız. Ama insanların evlerine, insanların kapısına bir evrak geliyorsa tek tek kapı kapı dolaşamazsınız. O evrak da her gün evlerine soktukları gazetedir.
-Mesela bu darbeci ekip, size gelip "kardeşim öyle değil, böyle bu iş" diyor mu?
-Bahadır: Biz gelen hiçbir telefona çıkmayız.
-Cüneyt:Bizi herhangi bir örgütle, herhangi bir istihbaratçıyla yan yana gören varsa, bunu açıklamıyorsa şerefsizdir. Biz birilerinden belge alıyorsak, birilerinden telkin alıyorsak, birilerinin yönlendirmesine açıyorsak, her türlü ortamda bunu tartışmaya açığız. Bunları öne sürenlere diyoruz ki müfteridir. Alçaktır, şerefsizdir.
-Bahadır:Hatta ajandır. Çok basit. Çünkü yedi yıldır bizim bir korunaklı alanımız var. Çok gezmiyoruz. Girilmeyecek yerlere girmiyoruz. Gereğinden fazla hiçbir şeyi merak etmiyoruz. Bizi lüzumsuz, bizim tanımadığımız ya da bu tip şeyler doğuracak kimsenin telefonla aradığını bile sekreterlerimiz bize iletmez. Bunların maillerini bize iletmezler. Çünkü bizim bunlarla ilgilenmediğimizi bilirler. Biz kütüphanemize bizim tanımadığımız insanlar tarafından gelen kitapları dahi kabul etmeyiz.
-Geçmişte Osman Sınav ile ayrılmanıza yol açan şey, birilerinin ona bir dosya getirmesi ve onun da size "eğer bunu kullanmazsak bizi fena yapacaklar" dediği doğru mudur?
-Bahadır:Biz bu sorunun muhatabı değiliz. Bunun muhatapları Osman Sınav ile Raci Şaşmaz'dır. Biz 2004'ten beri ayrı şirketiz. Dolayısıyla bu dedikodunun cevabını bırakalım muhatapları versin. Çünkü her dedikodu ile de baş edemeyiz.
-Cüneyt:2004'ten sonra Pana film kuruldu. Bu üç kişiye bir tanesi çıksın desin ki ya ben belge verdim, telefon açtım, bilgi verdim. Biz buradayız. Bir de anlattığımız şeyler bilinmeyen şeyler değil ki. Ya biraz kafanız çalışıyorsa, biraz muhakeme gücünüz varsa, biraz analiz etme yeteneğiniz varsa zaten bunları yapacaksın.
-Bahadır: Ben 2002'den beri bu bilgisayarın başındayım. Neticede bir şey gelecekse son noktada buraya gelecek. Ben şahitlik ederim ki kimse bana şunu şöyle yaz, bunu böyle yaz demedi. Biz, Raci Şaşmaz, Cüneyt Ersan, Bahadır Özdener bunu gönüllerince, arzu ettiklerince ve hakikatler çerçevesinde yazdık.
-Filme dönelim. Hayatı boyunca Gladio'nun kuklası olmuş İskender, yolun sonuna geldiğinde diyor ki, "Bu ülkeyi kimse bölemeyecek. Laboratuarlarda üretilen şeyler bize uygun değil".
-Bahadır:O sözler senaristlerin ideolojisidir.
-Ama bu karakterin ağzına yakışıyor mu? O adam bu lafları eder mi? "Bir dönem bitti, yeni Osmanlılar geliyor, Araplarla İsrailliler aynı masada oturmayacak artık" vs. Yani İskender bunu der mi?
-Cüneyt:Niye demesin yani insan yaşarken her türlü değişime, dönüşüme açık bir varlık.
-Bahadır:Bakın biz diyoruz ki eğer siz bağımsız değilseniz ruh olarak, karakter olarak, istediğiniz doğruyu, istediğiniz hakikati söyleyin. İskender'in söylediği bu laflar bizim inandığımız doğrular. Ama buna göre yaşamadıktan sonra bu doğrular sadece sözdür.
-Cüneyt:Çıkıyorlar koca koca insanlar çok güzel laflar söylüyorlar. Ama eylemleri, yaşantıları çok farklı. Yani mesele sözün söylenmesi değil, mesele muhatabın bulunması ve muhatabın algılanması
-Bahadır: O sözlerin sahibi biziz. Bu tamamen senaristlerin dünya görüşünü ifade eder. İskender orada bir enstrümandır. O enstrüman normalde başka sesler çıkarsa da icracısı son sesi öyle çıkarabilir.
-Çünkü siz böyle olsun arzu ediyorsunuz.
-Bahadır:Çünkü o son laflar seyircimizin belleğinde kalacak.
-Ama bakın bu lafları sizin hatırınız için söylediğinde eğer sen bu sözlerin altına imza atan bir seyirciysen o zaman İskender'i sadece saymaz, sevmeye de başlarsın. Bu tehlike değil mi çocuklar?
-Bahadır:Çok basit. Yıllardır bazı emekli rütbeliler hep doğruları söylüyorlar. Ama sevgi ve saygı dediğiniz şey şu gönülde olan bir şey. İstediğiniz doğruları, istediğiniz hakikatleri söyleyin.
-Cüneyt:Türkiye'nin en büyük devlet adamlarından biri muhalefette söylediği sözlerle, iktidarda söylediği sözleri karşılaştırın. Muhalefetteki sözlerine hepimiz imza atıyorduk. Ve Türkiye'nin en büyük demokratı. Peki iktidara geldiğinde o sözlerin hiçbir anlamı kalıyor mu?
Peki bunu bu ülkede yaşayanlar bilmiyor mu?
-Bahadır:Yani İskender'e o laf o sahnede yakıştı. Ama o sözler senaristlerin sözleridir. Seyircinin belleğinde o sözler kalacaktır. Seyirci İskender serüvenini acaba çok mu merak ediyor? Bu adam acaba bu sözüne sadık, Türkiye'nin bütünlüğüne inanan, Türkiye'nin genişlemesi, bütün değerlerine sahip çıkması gerektiğine, çatışmaların son bulmasına, tam bağımsız olmaya, her örgütün güdümünden uzak kalmaya inanan bir adam olacak mı, olmayacak mı? Bunu da filmden sonra seyredecektir.
-Cüneyt: Bir de İskender'i sevme açısından değil, ben yapamadım, ben başaramadım, benim egom vardı veya benim zaaflarım vardı, ama bunu yapmak sizin vazifeniz gibi de algılayabilirsiniz.
-Bu bir roman olsaydı ben burada romancıya kızardım. Çünkü kendi görüşlerini kahramana söylettiriyor. Bunun adı sanat olmazdı.
-Bahadır: Ama işte edebiyatla sinema çok farklı türler.
-Yaptığınız şey sanatsa, kahramanlarınızı kendi görüşlerinizi ifade etmek için kullanamazsınız. Sinema bir sanat değil mi size göre?
-Bahadır: Sinema bir zanaat olarak kabul edilir. Dolayısıyla kendi kuralları çok özgündür. Ölümsüz sinema eserleri vardır. Ama bunlar ölümsüz sanat eseri değildir. Tabii ki biz zanaat yapıyoruz.
-Siz siyaset yapıyorsunuz aslında.
-Bahadır:Hayır, biz tamamen sinema yapıyoruz.
-Cüneyt:Bir de siz İskender'i seyirci sevecek mi diyorsunuz. Hayır, sevmeyecek, acıyacak ona. İskender'in çok daha iyi şeyler yapabilecekken egosu veya mantığını işletmemesi yüzünden ne hale düştüğü için acıyacak izleyiciler, biz onun gibi olmayacağız diyecek.
-Bahadır:Haddim olmayarak sizin sorunuzu ben olsam şöyle sorardım, seyirci ne hissetmeli?
ZAMAN