Nuray Mert yazdı
Öyle görünüyor ki, seksen yıllık demokrasi sorununu, toptan ‘Ergenekon’ ve/veya ‘derin devlet’ sorununa bağlamış olanlar, Kürt meselesini de aynı çerçeve içine tıkmaya çalışıyorlar.
‘Derin PKK’ lafı, bu çerçevede pişirilip, dolaşıma girdi, bilen bilmeyen üzerine atlayıp PKK uzmanı kesildi.
PKK’nın derin devlet ile ilişkilendirilmesi, ‘Öcalan’ın MİT’çi olduğu’ hikâyesinin devamı olarak, dönem dönem piyasaya sürülen bir tevatürdür. Bu türden örgütlerin, zaman zaman, istihbarat örgütleri ile müzakere türü, bazı bağlantılar kurmuş olduğu düşünülebilir. Ancak, asıl amacı bu noktaya işaret değil, Kürt siyasal hareketi konusunda Kürtlerin aklını çelmeyi hedefleyen bu türden söylemlerin, yine istihbarat örgütleri tarafından tedavüle sokulduğunu bilen bilir. Şimdilerde, derin devlet/statüko ve PKK (veya o da olmadı ‘PKK’nın şahin kanadı’) bağlantısı üzerinden yapılan ‘analizler’ ortalığı kaplamış vaziyette.
Her türlü matriks kuruldu
Muhafazakâr demokratlar, ‘demokratik açılım’ fiyaskosunu, bu çerçevede açıklamayı tercih ettiler. Bu söyleme göre, ‘derin devlet’ ve PKK’nın (veya şimdilerde ‘derin PKK’nın) çıkarları savaşı sürdürmek yönünde örtüşüyor, bunlar danışıklı gerilim arttırma siyaseti güdüyorlardı. Bu kafada olanlar, YSK’nın BDP adaylarının birçoğunu veto eden kararını bile bu çerçevede açıkladılar. İşin ilginci, ‘muhafazakâr olmayan demokratlar’ın birçoğunun da aklının bu çerçeveye yatması, yaratıcılık örneği olan yazı çiziler döşenmeleri.
Sadece bu da değil, bir zaman BDP (ve bir önceki partileri olan DTP) içinde şahin-güvercin ayrımı ile yol alınmaya çalışıldı. Ahmet Türk, ‘şahin yavruları’ arasında mahsur kalmış ‘bilge güvercin’ gibi resmedilmeye çalışıldı, olmadı. Osman Baydemir, barış için çırpınırken Öcalan tarafından sindirilmiş mazlum güvercin olarak takdim edilmeye çalışıldı olmadı. İmralı-Kandil-Diyarbakır arasında her türlü matriks kuruldu, o da olmadı. Şimdilerde, PKK içinde derin-serin ayrımına bel bağlanıyor. Dahası, Öcalan-PKK-BDP ayrılığı varsayımı köpürtüldükçe köpürtülüyor. BDP düne kadar, ‘İmralı’nın talimatları’ ile hareket etmekle suçlanıp, temsil meşruiyetinden yoksun sayılırken, birdenbire, ‘Öcalan’ın barışçı çabalarını sabote etmekle’ suçlanır oldu. Kısacası, ‘Öcalan iyi, çevresi kötü’ noktasına geldik!
Bu durumun, görünürde akıl ve mantıkla izah edilir tarafı yok, ama bu durum izah edilemez demek değil. Şöyle ki, birincisi, klasik böl-yönet taktikleri eskidi, yerini yenileri aldı. Bunun böyle olduğu fazlasıyla sırıtıyor. Bu ülkeyi idare edenler, bölüp yönetme, birbirine kırdırma siyasetinden bir türlü vazgeçemiyor veya daha iyisini beceremiyorlar, dönüp dolaşıp aynı yöntemlere başvurmak durumunda kalıyorlar. Ancak çok daha ‘masum’ nedenler ile bu yönde akıl yürütenler de yok değil. Bu ülkede yaşayanlar, kendine demokrat diyenler de dahil olmak üzere, gerçekler ile yüzleşmekten sonuna kadar kaçmanın bin bir yolunu buluyorlar.
Kürt meselesine öteden beri duyarlı olan demokrat aydınlar bile, istiyorlar ki, Kürt sorununun görmek istemedikleri boyutları çarçabuk yok olsun. ‘Silahlı siyasal mücadele’ bir çırpıda bitsin, Kürt siyaseti kendi arzuladıkları cinsten evcilleşsin, ‘burjuva demokratik siyaseti’ çerçevesi içinde seyretmeye başlasın. Öyle olsun ki, aydınlarımız da, istemedikleri gerçeklerle yüzleşip, ikilemler içinde bunalmasın, Kürt siyasal hareketini, şenlik şamata destekleme imkânına kavuşsunlar.
Zor gerçekler ile yüzleşmekten kaçınmak adına, Türkiye’de demokratik siyasal mücadele konusunda nasıl, her karmaşık sorunu ‘derin devlet’ ile izah ettiler, derin devlete karşı mücadele ettiğini varsaymayı tercih ettikleri iktidar partisine nasıl vekâlet verip, rahat ettiler ise, istiyorlar ki, Kürt meselesinde de, benzer bir mevzi kurulsun. Sonuçta, hem Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunuyor olsunlar, hem de, bu hak ve özgürlük mücadelesinin çetrefil tarafına bulaşmak zorunda kalmasınlar.
Oysa, acı gerçek şudur; bugün Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden söz ediyorsak, bu Kürt siyasal hareketinin mücadelesinin bir sonucudur. Buna, biz meşru sayalım veya saymayalım, beğenelim veya beğenmeyelim, ‘silahlı mücadele’ de dahildir. Bu mücadeleyi ‘demokratik siyasal zemine’ taşımak, bir barış süreci başlatmak, ancak ve ancak bu gerçek ile hakkıyla yüzleşmeyi gerektirir. Silahlı mücadele içinde olsun, siyasal hareket içinde olsun, mutlaka gerilim, farklılık söz konusu oluyordur, ancak sorunun çözümü için bunlara bel bağlamanın anlamı yoktur. Silahlı mücadele, toplumsal taban kazanmış durumdadır, bu gibi durumlarda silahlı ile silahsızı ayırmak son derece zordur.
‘Lider’in rolü
Yakın zamana kadar, bu zorluk nedeniyle, bölge halkı bin bir eziyete maruz kalmıştır. Şimdi geldiğimiz noktada, barışçıl bir süreci işletmenin yolu, silahlı ile silahsızı ayırt etmek zor ve sivil halka şiddet uygulamak fayda etmiyor diye, onlara dönüp, ‘bari siz kendiniz ayrılın, olsun bitsin’ demenin karşılığı yoktur. Ve nihayet, bu tür siyasal hareketlerde ‘öncü’, ‘lider’in rolü fazlasıyla önem kazanabilir, ancak bu hareketin tümünün seyrini, liderinin iradesi belirler demek değildir.
Hele de, önce, hareketin siyasal partisini, ‘liderinin talimatının dışına çıkmıyor’ diye suçlayıp, eleştirip, sonra dönüp, ‘bakın lideriniz barış istiyor, size ne oluyor?’ diye hesap sormanın hiç anlamı yoktur. Dahası, bu türden hareketlerin öncülüğünü yapanlar, kafalarına göre takıldıkları için değil, toplumsal teması, onun özlemlerini, eğilimlerini önemsedikleri için liderlikleri pekişir. Liderlik vasfının önemini koruması da bu ölçüye bağlıdır. Bu gerçeği en iyi, toplumsal ve siyasal hareketlerin liderleri bilirler, o nedenle, liderin aklını çelerek gidilecek yola umut bağlamanın anlamı yoktur.
Tüm bu gerçekleri görmeyi reddedersek, daha acı gerçekler ile yüzleşmek zorunda kalırız diye kaygı duyuyorum, bütün anlatmak istediğim bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.