Milli Gazete'de YAPRAK DÖKÜMÜ
İşte bir Milli Gazete yazarının daha veda yazısı:
Lise yıllarından itibaren okuyucu olarak davasını dava edindiğim gazeteye yazılar da gönderdim. Fakülte bitirme tezim başta olmak üzere (Şemsettin Sami'nin Emsal'i) ikinci sayfadaki düşünce sütununda ve kültür sanat sayfasında birçok yazı yazdım. En son olarak 2007'de bu yana bazen haftada bir, bazen iki, üç yazı ile editörlüğünü Sayın İbrahim Tenekeci'nin yaptığı düşünce sayfasında yazıyorum. İbrahim Tenekeci başlangıçta benim tarih, tarihi olaylardan hareketle güne ait yorumlar yazmamı istedi. Bazı yazılarım bu minvalde gitti. Ama Türkiye'nin yaşadığı sorunlar, camiamızın duyarlık gösterdiği konular bu konuda ısrarımı kırdı. Yazdıklarımın hepsini bilerek, doğruluğundan emin olarak yazdım. Bütün yazılarımın arkasındayım. Para için yazı yazmam, yazmadım; ama yazdıklarım için verilen telifi reddetmedim. Bu yazıların yarısına yakını telifsiz yazılmıştır.
Millî Gazete'nin en önemli yanı referans olarak verdiği hizmettir. Bendeniz her ölüm ilanına konu olan kişi için rahmet okumam, ama Millî Gazete'de gördüğüm bir ölüm ilanı o kişiyi rahmetle anmama yeter. Bütün bunlar böyle de öyleyse nereye gidiyorsun mu deniliyor? Bu kararı almanın zorluğunu ancak bir misal ile anlatabilirim. 1979'da İran'da İslam devrimi yapan merhum İmam Humeyni'yi ve de İran'ı yıkmak için ABD, devrimin hemen peşinden Saddam Hüseyin'i kışkırtmış, desteklemiş ve İran'a saldırtmıştı. Yaklaşık on yıl süren bu savaşta binlerce insan öldürüldü, şehirler yerle bir edildi, İran devrimi kendini toparlayamadan büyük bir belaya duçar oldu. Emperyalistler İran'ın galip gelmesini önlemek için her türlü desteği verdiler Saddam'a. Bunun üzerine İmam Humeyni, "Ateşkes, anlaşma benim için zehir içmekle eştir, ama İran'ın geleceği için bu zehri içeceğim" dedi ve savaşa son verildi. İçinde bulunduğum ruh hali tam budur. Zehir içmek gibi bir şey bu...
Hani, İsmet Özel diyor ya, "Yürek elbet acıyor esvap değiştirirken" diye. Tam öyle. Ama bu esvap gönüllüce bedenden çıkarılmış bir esvap değil. Bu esvap -en hafif tabiriyle- zoraki çıkarılıp alındı, alınmak istendi insanların üstünden. Esvabın bir parçası başka ellerde kaldı, bedende kalan ise hem yakışmayacak, hem korumayacak giyeni. Şimdi o esvabı tekrar tamir etmek, giyilir hale getirmek lazım. İşte işimiz bu. Sanırım şu misal daha iyi anlatacak: Elimizdeki kandil ışık veriyor ama insanlar onun etrafını çevirdikleri için kandilin yaydığı ışık herkese ulaşamıyor. Bunun için kandilin yüksek bir yere konması, içine yağ doldurulması ve fitilin biraz daha çıkarılması gerekiyor. Ezan sesinin duyulması için hoparlörün biraz daha açılması, müezzinin biraz daha bağırması lazım. Mesajın ulaşması için elzem bunlar.
Ben de eğer nasip olursa kandili yukarı kaldırmak ve daha çok insana ulaşmak istiyorum. Sesi yutulan, hatta kulaklara girmeyen bir ses sahibi olarak kalmak istemiyorum.
Kur'an ve Sünnet ortadadır. Bu iki kaynaktan neşet eden dava, medeniyet de ortada ve bütün Müslümanlar bunun muhatabı ve sahibidir.
Evet, gidiyorum, yavrusu evde kalmış bir anne gibi: Gözü ve gönlü geride, cephesi ileride olarak...
Gidiyorum, Ey Mekke! Beni buradan çıkarmasalardı vallahi seni terk etmezdim, diyen Peygamber Efendimizin duygularını kendime eş edinerek...
Gidiyorum. Kalanlara selam olsun, diyerek
Selam olsun.