Medeniyeti parayla mı kuracağız?
Lütfi Bergen, Yavuz’un iki yazısından hareketle “lümpen, burjuva ve aldatıcı dünya”ya dair yazdı.
Hilmi Yavuz bir yazı yazdı: “İslam, 'gösterişçi tüketim' ve 'metâ-ı gurur'”. Yazıyı Ülgener’den aldığı “meta-ı gurur” tanımının üzerine bina etmiş. Ülgener bu kavramı şöyle tanımlamış: “Basit bir tatmin veya paraya çevrilebilir olmanın ilerisinde, hırs ve tamâ, gösteriş ve gösteri, sayı bolluğu ile övünme (…) kişilik değerleri üstüne sivrilen her tür his ve ihtiras taşkınlığı. Hepsi de boş ve temelsiz, fakat öyle olduğu kadar da aldatıcı, gurur verici şeyler.” Hoca metaın aldatıcı olduğunu söylemiş aslında. (Ülgener, Zihniyet ve Din)
Lümpen Müslüman-Burjuva Müslüman
Lakin Hilmi Yavuz Hocam anlamı biraz daha eğmiş ve aslından tamamen koparmış. Bir soru sormuş: “Zenginlik, 'gurur metâı'na nasıl dönüşür?” Hilmi Yavuz’a göre, Müslümanın ‘metâ-ı gurur’a dönüştürmeden sahip olduğu servet, ne mekruh ne de haramdır. Müslüman burjuvazi olunabilir; lakin haram yiyici, haksız kazanç elde edici, gösterişçi- kibirle tüketimci güruh olunamaz. İkinci gurup “meta ul gurur” kavramı içindedir ve lümpen Müslümandır. Ama “Müslüman burjuvazi”, İslam medeniyetine sahip çıkacak öncü bir sınıftır. Zengin Müslümanları “lümpen Müslüman” ile “burjuva Müslüman” kavramlarıyla ikiye ayıran Hilmi Yavuz, birinci tip Müslümanın malını, kazancını eleştirir, şöyle der: “Kur'an-ı Kerim'in, ‘metâ-ı gurur’ diye olumsuzladığı, malıyla övünüp şişinmeyi, dünya malıyla tafrafurûşluğu, tefahürü, kısaca, gösterişçi bir tüketim tavrı(dır).”
Hilmi Yavuz hoca, bir başka yazısında “lümpen Müslümanlar” hakkında izah yapar ve kavramsal çerçevesini tamamlar. Ona göre “Lumpen İslam (…) köyden kopup gelmiş, ama şehirli de olamamış; bir başka deyişle sınıfsal olarak ne köylü kalabilmiş ne de işçi olabilmiş ve dünyevîleşmeyi hırsızlık, vergi kaçırma, ihtilas, vurgunculukla eşanlamlı kabul eden sınıfsız (declassé) tabakanın dinidir.” Buradan bir hükme de varmaktadır: İslam'ı bir medeniyet olarak yeniden üretecek olan Müslüman burjuvazidir ve bunun lümpen İslam'ın bugünkü taşıyıcılarına (temsilcilerine) indirgenmesi, onlarla bir ve aynı şey sayılması düpedüz bir zihinsel maluliyetten ibârettir.
Haram malın azabı, helal malın hesabı vardır
İki yazı, bir arada kavram örgüsü kuruyor ve “Müslüman zengin”in burjuva ise makbul, lümpen ise alçak bir sınıf olduğu düşüncesine at sürüyor. Bir paradigma kurgusu olarak başarılı bulunsa bile Hilmi Yavuz’un istinad ettiği kavram, kendi açıklama şemasına hizmet etmeye müsait değil. Öncelikle zikredilen kavram, yani “meta ul gurur” Kur’an ıstılahı. Onu Ülgener Hoca’nın mana iklimine terk edemeyiz. Kur’an ne diyor: “Dünya hayatı ancak aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir/ ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr (gurûri).” (3 Al-i İmran 185, 57 Hadid 20) “Gurur” kelimesi, aldatma, kandırma, aldatılma manalarına geliyor. Buna göre “meta ul gurur” tabiri, gösterişçi tüketim anlamıyla ele alınamayacaktır. Bilakis ayet, gösterişçi tavrın değil dünya hayatının kendisini “meta ul gurur” ilan ederek meseleyi burjuvaziden koparıyor. Ayetten, zenginliğin “İslam medeniyeti”ni inşâ edeceği düşüncesi çıkmamış oluyor.
İslam’ı “medeniyet” dini eden amil burjuvalar değildir, adalettir; ki o da mülkün, yani dünya nizamının, yani medeniyetin temelidir, denmiş oluyor. Nitekim Peygamber (asv) de, burjuva olmayıp, hasır üzerinde yatan fukara değil miydi? Kur’an, meselesini öyle koyuyor ki, helal yoldan kazanç da “meta ul gurur” tehdidiyle geliyor. Bir helal kazanç ancak kendisiyle namaz kılınabiliyorsa “meta ul gurur”dan korunabiliyor. Helal kazanıp da namaz kılamayan adam masivadan çıkamamış, malayaniden sıyrılamamış, Allah’a varamamış oluyor. Onun için “haram malın azabı, helal malın hesabı vardır” demiş büyüklerimiz. “Mahşerde önce namazdan sorulacak” denmiş.
Para ve mal ne içindir?
İslam medeniyetini “helal yoldan servet biriktiren burjuvalar” kavramının üzerine bina etmek Müslümanca düşüncenin anayolunu terk etmek anlamına geliyor. Para ne içindir? Kimileri parayı mal-mülk, güzel kadın ve itibar ve evlatlar-işçiler almak için sandılar. Oysa para vaktin adamı olmak, “ibn’ul vakt” olmak içindir. Bir adamı öteki adama tanıştırmak, sıla-i rahim yapmak içindir. İnsan, ahiretini inşâ edeceği vaktin sahibi ise müstakim yoldadır. Dünya için yığıp biriktirenler “vakt”lerini kaybetmişlerdir. Mallarını da kaybedeceklerdir. Hakiki sermaye zaman ve sıhhattir. Çünkü mal dünyada kalır ve varisi de Allah olur. İnsan tüketmeyeceği serveti, içinde oturmayacağı evi edinmekle ancak oğlunun karısına ve kızının kocasına mal bekletmiş olur. O haliyle kokuşmuş ve cezalı bir mal bekçisi olur. Zaman onun için ziyandır artık.
Sahabe böylesi bir sondan korkup maldan alabildiğine kaçmıştır. Selman-ı Farisi şöyle yakınıyordu: “Resulullah (asv) tavsiye etti ki, ‘Dünyadan nasibiniz ancak bir yolcunun azığı kadar olsun.’ Halbuki şu benim etrafımdaki eşyalara bak dedi. Sa’d diyor ki, etrafında bulunan da bir leğen, bir çamaşır kabı ve bir de çanaktı” (Ahmed b. Hanbel, Kitab’üz Zühd, İz, 2006: 183). Para ve mal, adamı kanaat ve cemaate taşıyacak bir cehdin karakaçanı mertebesinde olmalıdır. Hizmeti aramayan bir servet ediniş helal de olsa sahibi için oyalanmadan başka bir şey değildir. Maddi geçim için cehd, parayı iktisab, Müslüman adama bir cemaat halinde yaşamayı mümkün kılabilecekse aziz bir uğraşıdır. Burjuvaları olduğu için birlik kazanan bir topluluk, değerleri olduğu için cemaat haline gelen adamların karşısında ilahî bir inkılapla yıkılıp gitmiştir. İslam medeniyeti para ile değil, değerlerle inşâ olmuştur. Hangi burjuva, kölesini bindirdiği devenin yularını tutup, ayakları yalayan kızgın kuma bata çıka çölleri aşarken görülmüş.
Lütfi Bergen- dunyabizim.com