Karakoç'un hayatı belgesel oldu
Usta şair Sezai Karakoç için Cine 5, 'Gün Doğmadan' adlı bir belgesel hazırladı.
15 Ocak'ta galası yapılacak belgesel bu ay içinde ekranlarda olacak. Belgeselin yapımcısı Cine 5 Medya Grup Başkanı Orhan Seyfi Güner "Bizim burada yaptığımız iş Sezai Karakoç'u, onun düşüncesini, anlama, tanıma ve tanıtma çabası olarak tanımlanabilir." diyor.
TMSF'nin yönetiminde yola devam eden Cine 5, Türk edebiyatının usta şairi ve Diriliş hareketinin önderi Sezai Karakoç belgeseliyle, Türkiye'nin kültür arşivine önemli bir not düşüyor. Ocak ayı içinde yayınlanacak belgeselin arkasındaki isim olan Cine 5 Medya Grup Başkanı Orhan Seyfi Güner, "Türk şiirinin en önemli şairi ile karşı karşıyaydık. Ancak Sezai Karakoç sadece bu değildi. Bu nedenle belgeseli yaparken bir şairin hayatını konu almadık. İnsanlığın kurtuluşuna çareler arayan bir mütefekkir Sezai Karakoç. O sadece çığır açmış, iyi bir şair değil; aynı zamanda medeniyeti ihya edici bir aktör." diyor.
Sezai Karakoç, Türk edebiyatının yaşayan en güçlü kalemlerinden biri. Ancak onunla ilgili bir haber, röportaj yapmak neredeyse imkânsız gibi. Belgesel yapmaksa imkânsızın ötesinde bir durum. Siz nasıl ikna ettiniz Karakoç'u?
İkna etmedik, edemezdik. İkna etmeye çalışmak da edebe aykırı olurdu. Biz sadece üstadı bu belgeselden haberdar ettik. Kendisini ziyarete gittiğimde söyledim, böyle bir belgesel çekme niyetimizin olduğunu. "Hayırlısı olsun." dedi. Bu bizim için önemliydi. "Hayır çekemezsiniz!" de diyebilirdi. Hayır deseydi böyle bir işe girişir miydik, bilmiyorum.
Bugüne kadar neden böyle bir belgesel çekilemedi sizce?
İnsanların zihninde yanlış bir Sezai Karakoç imajı var. "Acaba biz böyle bir işe girişirsek üstad buna ne der? Bize kızar mı? Asla rıza göstermez" diye bir kanaat var. Onu müstağni tavırlar sergileyen, herkesi azarlayan biri olarak görüyorlar ya da böyle gösteriyorlar. Halbuki yanına gittiğinizde mutlaka ayağa kalkarak karşılıyor sizi. Konuklarına buyur etmeden çayını yudumlamayacak kadar nezaket sahibi. Sözlerinin inşirah veren bir yanı var. Yanındayken kendinizi güven içinde hissediyorsunuz. Hal böyle iken kalkıp aksini söylemek çirkin bir iftiradır. Bu durum onun duruşunu ve derinliğini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Sezai Karakoç, enginliği bu ülkenin sınırlarıyla sınırlı olmayan bir mütefekkir. Böyle bir mütefekkir benim belgeselimi yapın ya da yaptığınız işe izin veriyorum der mi? Bize şunu söyledi: "Size yapmayın diyemem. Ama eleştiri hakkım mahfuzdur." Bu muhteşem bir sözdü.
Zor oldu mu bu belgeseli yapmak?
Sezai Karakoç üstada ilk gittiğim gün hoşgörüsüne sığınarak şunu söyledim; "Ne yaparsak yapalım, iddianızın büyüklüğü karşısında bu belgesel mütevazı bir çalışma olacaktır." Bizim burada yaptığımız Sezai Karakoç'u, düşüncesini, tanıma ve tanıtma çabası olarak tanımlanabilir. Bu, sinema alanında Sezai Karakoç ile ilgili yapılmış ilk çalışma. Bununla, Sezai Karakoç düşüncesini anlamaya yönelik çok güzel çalışmaların önünü açmak istedik.
Belgesele kimler emek verdi?
6 ay önce yapmaya karar verdik. Sezai Karakoç üç nesli etkilemiş bir mütefekkir. Biz bunun son halkasıydık. Yapacağımız belgeselin bu aidiyete yakışır olması gerekiyordu. En çok Sezai Bey beğenmeliydi bu belgeseli. Yusuf Kaplan hocamızın yol göstermesi ile çatıyı oluşturduk. Metin yazımı işini Hamit Can ve Yusuf Armağan'a yükledik. Hamit Can Beyefendi otuz yıla yakındır 'Diriliş' çevresinde bulunuyordu. Genç nesil gazeteci-yazar Yusuf Armağan, inanılmaz bir özveri ile çalıştı. Bu arada Sezai Karakoç'un eserlerinin tümünün taranarak bir fihrist çalışması yapılması ihtiyacı doğmuştu. Cesur Küçük'ün organizasyonuyla 15 genç arkadaşın oluşturduğu bir okuma grubu Sezai Bey'in tüm eserlerini aralarında paylaşarak okudular. Bizim için de ayrı bir önemi vardı bunun. Çünkü bu belgeseli yapmaktaki asıl amacımız Üstad Sezai Karakoç'u genç nesle tanıtmaktı. Belgeselin yönetmeni Ensar Altay, Ergani, Maraş, Maden, Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Bursa'da Sezai Karakoç'un izini sürdü. Onu aradığımda ya Sezai Bey'in okuduğu okulun arşivinde bir ipucu bulmak için aramalar yapıyordu, ya da bir röportaj alabilmek için yüzlerce kilometre yol gidiyordu. Ergani'deki Zülküfül Dağının zirvelerindeki Zülküfl Nebi (A.S.) makamına kamerasını yüklenerek çıkıyor, Ali Dağı'nda Hazreti Ali'nin ayak izini arıyordu. Belgesele başladığımız günden itibaren hep şunu vurguladım: Bu iş bir mîrî malıdır, hepimizin eseridir.
Karakoç'u anlatırken sadece şair kimliği üzerinden mi yol alındı?
Sezai Karakoç, Poetika'sında "Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onun bir sesini, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir." der. Türk şiirinin en önemli şairi ile karşı karşıyaydık. Ancak Sezai Karakoç sadece bu değildi. Bu nedenle belgeseli yaparken bir şairin hayatını konu almadık. İnsanlığın kurtuluşuna çareler arayan bir mütefekkir Sezai Karakoç. Fikirlerini hayatına bir iman-amel bütünlüğü içerisinde yansıtmaya çalışan bir eylem insanı. O sadece çığır açmış, iyi bir şair değil; aynı zamanda medeniyeti ihya edici bir aktör. İşte bu sebeple 'öldükten sonra dirilme' kavramından yola çıkarak oluşturduğu hareketin adını 'Diriliş' koymuştur.
Sizce Sezai Karakoç için Diriliş ne anlam ifade ediyor?
Sezai Karakoç'un bütün yazdıkları, söyledikleri ve yaptıklarının bütünüdür 'Diriliş'. Eserlerinde "Diriliş; yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Bir hakikat akımıdır." diyor. Yeni değil "yeniden" olması önemlidir burada. Bu çağrı insanlığın ilk devirlerinden beri yapıla gelmektedir. Bu yönüyle 'diriliş çağrısı' kadim bir çağrının günümüzdeki karşılığıdır. Diriliş düşüncesi; insanın, insan ile, eşya ile, zaman ile, mekân ile ve Yaratıcısı ile varoluş amacına uygun bir şekilde yeniden ilişki tesis etmesi gerektiğini vurgular. Sezai Karakoç'un 1960'lı yıllardan itibaren yapmış olduğu tespitler ve çözüm önerilerinin bugün hâlâ geçerli oluşu onun ufkuna henüz yetişemediğimizin bir kanıtı.
Sezai Karakoç denilince akla 'Monna Rosa' isimli şiiri ve onun etrafında yapılan spekülasyonlar geliyor. Siz belgeselde bu tür spekülasyonlara yer verdiniz mi?
İnternette bir tarama yapsanız, insanlara sokakta mikrofon uzatsanız Sezai Karakoç ile ilgili karşınıza çıkacak en çok sonuç 'Monna Rosa' olacaktır. 'Bu şiir önemsizdir' anlamında söylemiyorum; ama bu durum Sezai Bey'e yapılmış en büyük haksızlıktır. Türkiye'deki magazin merakına da güzel bir örnek aynı zamanda. Belgeselde böyle şeyler bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaklar. Ancak, görmezden gelmek yerine bu şiirin Türk şiiri açısından önemini vurgulamak bâbında, çok naif bir şekilde işlemeye gayret ettik.
Özel kanallar, belgeseller hele de kültüre sanata dair belgeseller konusunda çekimser davranırken siz neden böyle bir yapıma sponsorluk yaptınız?
Özel kanallar maalesef RTÜK'ten ceza aldıklarında, ceza alınan programın yerine RTÜK'ten gelen belgeseli yayınlıyorlar. Trajikomik bir durum bu aslında. İzleyiciye değer veren bir anlayışla televizyonlarda muhteşem işler yapılabilir. Televizyon, dayatma hayatları değil, yaşandığında insanın hayatını anlamlı hale getirebilir örnek hayatları anlatmalıdır. Biz burada bir örnek sergiledik. Bizler büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Sezai Karakoç'un 'Gök Medeniyeti' ya da 'Hakikat Medeniyeti' olarak tanımladığı bu büyük medeniyete, tüm insanlığın ihtiyacı var.