İstanbul'u sarsan cinayet
Bundan tam 307 yıl önce İstanbul güzel bir kadının öldürülmesiyle sarsılmış, katil zanlısı olan kocası da hapiste ölü bulunmuştu.
Erhan AFYONCU yazdı...
Aylarca Münevver Karabulut cinayeti gündemden düşmedi. Günümüzden 307 yıl önce de İstanbul esrarengiz bir cinayetin haberiyle çalkalanmış, cinayetin üzerindeki sis perdesi kalkmamıştı.
Dönem İkinci Mustafa'nın (1695-1703) hükümdarlığının son zamanları. Padişah 1699'da Karlofça Antlaşması'nın imzalanmasının ardından İstanbul'dan uzaklaşıp, günlerini Edirne'de geçirirken 1702 yılında İstanbul bir cinayetle sarsıldı...
İhsan Birinci'nin yıllar önce Hayat Tarih Dergisi'nde bahsettiği bu ilginç cinayet devletin resmi tarihçisi Raşid Efendi tarafından "Vak'a-i Garibe-i Şeyh Manevi Efendi" başlığı altında anlatılır. (Raşid Tarihi, II, s. 553-554.)
ESRARLI ÖLÜM
Kadırga'da Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi şeyhi meşhur Karabaş Ali Efendi'nin oğlu Şeyh Manevi Efendi idi. Manevi Efendi İkinci Ahmed döneminde (1691-1695) hünkâr şeyhi olmuş, vaazlarıyla ve güzel konuşmasıyla tanınan bir vaiz idi.
Manevi Efendi, Davutpaşa semtinde surlara bitişik bahçeli bir evi uzun uğraşlar sonucunda ele geçirmişti. Manevi Efendi bu evde otururken Yedikule Dizdarı, yani kale komutanının ölümünden sonra güzelliği ve zenginliği ile İstanbul'da dillere destan olan dul karısını nikâhladı.
Dizdarın karısı ikinci evliliğinin üzerinden üç, dört ay geçmişti ki bir akşam ölü bulundu. Sabahleyin gün ağarır ağarmaz şeyhin müritleri Manevi Efendi'nin karısının cenazesini namazı bile kılınmadan tabuta koyup, omuzlayarak mezarlığın yolunu tuttular.
Cenazeyi taşıyan müritler mezarlığa doğru giderlerken, yolda karşılarına bir kadın çıktı ve "bu cenaze kimindir" diye sordu. Kadın, müritlerden "Şeyh efendinin karısıdır. Bu gece vefat eyledi" cevabını alınca feryat figan ağlamaya başladı. Tesadüf bu ya kadın şeyhin karısının en yakın arkadaşlarındanmış. Kadın bir taraftan ağlarken bir taraftan da bağırarak "Akşam ben bu kadını sağ bırakıp, ayrılmıştım. Ayrılırken beni yalnız bırakma diye yalvarmıştı" dedi. Ardından Topkapı'ya giderek güvenlik güçlerini buldu. Onlara durumu anlatıp, "Cenazeyi mezara koymasınlar, sonra pişman olursunuz" dedi. Ardından durumu sadaret kaymakamına, yani İstanbul'dan sorumlu olan sadrazam vekiline bildirdi. Kaymakam paşa, bunun üzerine durumu incelemek üzere bir görevli gönderdi.
HAPİSHANEDEN CENAZESİ ÇIKTI
Bu gelişmeler üzerine birkaç kadına cenaze incelettirildi. Yapılan muayenede kadının boğazında ip yarası, başında ve ellerinde yara bere izlerinin mevcut olduğu ve burnunun yırtıldığı anlaşıldı. Ayrıca cenaze kefenlenmemiş, ceset bir çarşafa sarılmıştı.
Bu durum üzerine Şeyh Manevi Efendi, şikâyetçi kadınla yüzleştirildi. Manevi Efendi, karısı ölmeden önce şikâyetçi olan kadınla bir arada olduğunu ancak eşine bunu kimin yaptığını bilmediğini söyledi. Hem suçlu hem de güçlü misali Manevi Efendi bir de davacı olduğunu söyledi. Ancak deliller aleyhineydi. Yapılan soruşturmada da mahalle halkı şeyhin aleyhine konuşunca, ölen kadının akrabaları gelene kadar şeyh hapishaneye atıldı. Ancak kısa bir süre sonra şeyh hastalanıp, hapiste öldü. Dönemin tarihçisi Raşid Efendi, durumu "Davaları ahirete kaldı" şeklinde değerlendirir.
AVRUPALI GÖZÜYLE OSMANLI
Osmanlı İmparatorluğu tarihinin yazımında kullanılacak en önemli kaynaklardan birisi yabancı seyyahların seyahatnameleridir. Avrupalılar, o dönemde dünyanın en önemli gücünü ellerinde tutan Türkler'i tanımak için devlet teşkilatımızı, ekonomik sistemimizi ve toplum hayatımızı eserlerinde teferruatıyla anlatmışlardır. Bu yüzden Türk tarihçilerinin eserlerinde yer almayan birçok bilgi seyahatnamelerde ve elçilik raporlarında yer alır. Sayıları binlerle ifade edilen bu eserlerin Türkçe'ye kazandırılması tarihçiliğimizin en önemli meselelerindendir.
Ali Ufki Bey'in ve Herberer'in anılarını, Miss Pardoe, Scheweigger, Gerlach ve Tournefort'un seyahatnamelerini Türkçe'ye kazandıran Kitap Yayınevi Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından biri olan "Thevenot Seyahatnamesi"ni de Türkçe olarak yayınladı.
Fransız bir seyyah olan Jean Thevenot, 17. yüzyılın ortalarında "Büyük Türk'ün İmparatorluğu" yani Osmanlı İmparatorluğu topraklarına geldi. Dokuz ay kaldığı İstanbul'u tasvir edip, Türkler'in örf ve âdetlerini, Osmanlı devlet teşkilatını ve toplum hayatını kaleme aldı. Özellikle Osmanlı giyim kuşam alışkanlıklarını veya dinsel âdetlerini teferruatlı olarak anlattı. 30 Ağustos 1656'da İstanbul'dan ayrılıp Anadolu'yu, Ege adalarını, Suriye'yi, Filistin'i ve Mısır'ı gezdi. Thevenot'un, gezdiği yerler hakkında tuttuğu notlar 17. yüzyıl Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından birisi oldu. Böyle bir eseri bizlere kazandırdığı için Kitap Yayınevi'ni kutluyoruz.
BUGÜN