Halil Necati Coşan Amca yürüyen melekti

Halil Necati Coşan Amca yürüyen melekti

Aziz Mahmut Hüdayi Çilehanesi bugün mescit olarak kullanılıyor. Çilehane Derneği başkanı Yahya Özkul Hoca ile sohbet ettik.

İstanbul Çamlıca’daki Çilehane Mescidi’ne ilk olarak yaklaşık on yıl önce gitmiştim. O zaman rahmetli Es'ad Coşan Hoca Efendi’nin babası Halil Necati Amca 102 yaşındaydı ve her vakit bu küçük mescide geliyordu. Onu görmek için gelenlerle birlikte ellerinden öpmüştüm. O da bana sadece “hoş geldin” demişti. O zamanlar bu “hoş geldin”in kıymetini tam anlamıyla idrak edememiştim. Bu zatın Allah’ın güzel bir kulu olduğunu, melek gibi bir insan olduğunu bilmiyordum. Sonraları onun hakkında anlatılanları duydukça onun kıymetini daha da iyi anlamaya başladım. İşte o zaman onu bir sefer olsun dünya gözüyle görmenin, bir cümle olsun onunla konuşmanın ne kadar güzel bir lütuf olduğunu fark ettim.Aziz Mahmud Hüdayi Çilehanesi

Çilehane Mescidi çok küçük bir yer… Fakat bu küçük yerin inanılmaz güzel bir atmosferi var. Adeta etrafına nur saçan bir mekân… Buranın manevi havasını, güzelliğini anlatmaya kudretim yok ancak şunu söyleyebilirim ki burayı görmeyen İstanbul’u gördüm demesin. Âcizane kendi kanaatim böyle…

Bu mabet Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin Çilehane olarak kullandığı tarihî bir mekân… Şu an buranın bakımı ve korumasını Çilehane Derneği üstleniyor. Derneğin başkanı Yahya Özkul Hoca ile bu tarihî mekân hakkında bir mülakat yaptık. Bu mekânın müdavimlerinden Halil Necati Amcayı sormayı da unutmadık.

Çilehane Derneği hakkında bilgi verir misiniz?

Derneğimiz Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin Çilehanesi’nin imarı, ihyası ve korunması ile ilgili çalışmaları yürütmek amacıyla 1995 yılında kuruldu. Tabii bu derneğimizin Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin tanıtılması ile ilgili amaçları da var ama henüz bu amaçları gerçekleştirebilmiş değiliz. Daha çok fizikî olarak bu mekânın korunmasını, bakımını, tadilatını ön plana çıkartıyoruz. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden onaylandı; yeni bir tadilatın başlamasını bekliyoruz. Burası 1685 yılında inşa edilmiş. Merhum Esad Coşan Hocamızın bir isteği vardı: Bu mekânın 1600’lü yılların mimarîsini yansıtan bir hale getirilmesini yani aslına döndürülmesini istiyordu. İnşallah biz bunun takipçisi olacağız. Bu içinde oturduğumuz oda Çilehane olarak kullanılan yere sonradan ilave edilmiş, içerde mihrabın yanında yer altında bir de hücre varmış. Fakat şu anda böyle bir hücre yok tabi… İçi toprakla doldurulmuş… Tabii Yahya Özkulher eser sahibi eserinin korunmasını ister. Bir çeşme yaptırılmışsa, bir mescit yaptırılmışsa onun muhafaza edilmesini ister. Biz de Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin Çilehane’sini muhafaza etmeye çalışıyoruz. Merhum Esad Coşan Hocamız buranın aslına uygun olarak restore edilmesini tavsiye etmiştir. İnşallah bu gerçekleşir.

Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

1543-1628 yılları arasında yaşamış, hukuk tahsili görerek kadı olmuş bir zat. Menakıbından öğrendiğimiz kadarıyla Bursa’ya kadı oluyor. Uzun bir hayat tecrübesinden sonra Üftade Hazretlerine gidiyor, ona derviş olmak istiyor. O da üç tane şart koşuyor: “Birincisi sahip olduğun makamı terk edeceksin, ikincisi malını mülkünü infak edeceksin, üçüncüsü nefsini ıslah edeceksin” diyor. Zor bir karar alarak bu denilenleri yapıyor, makamından istifa ediyor, malını fakirlere dağıtıyor. Sonra nefsini tezkiye etmek için Bursa sokaklarında ciğer satıyor. Üftade Hazretlerine derviş oluyor. Her gün sabah Üftade Hazretlerinin abdest alması için su ısıtıyor. Bir gün erken kalkamayınca suyu göğsüne bastırıyor ve o şekilde ısıtmak istiyor. Bu suyu Üftade Hazretlerinin eline dökünce Üftade hazretleri; “Bu su ateşle ısınmış su değil” diyor. Dervişinin piştiğini anlayınca ona vazife vererek İstanbul’a gönderiyor.

Kaynaklarda iki rivayet var. Bunlardan birisine göre İstanbul’a ilk geldiğinde buraya geliyor. Kendisi burada hizmet ederken Sultan I. Ahmet bir rüya görüyor, rüyasında Nemçe kralının kendi sırtını yere getirdiğini görüyor. Özet olarak Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri bu rüyayı, “insanın en kuvvetli yeri sırtıdır, iki kuvvet bir araya gelince zafer müyesser olur” diyerek tabir ediyor. Hakikaten de sefer düzenleniyor ve Sultan Ahmet zafer kazanıyor. Bundan sonra İstanbul’da vaazlarına devam ediyor hazret... Biliyorsunuz Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi Camiii var, kabri de oradadır. Çilehanesi de burasıdır. Kendisinin buraya atıyla geldiğine dair bilgiler var. Atının eyeri de günümüze kadar ulaşmış. Çilehanesinde halifelerinden birini görevlendirdiği, pazartesi ve perşembe günleri zikir yaptığı kaynaklarda ifade ediliyor.

Çilehane ne demektir, işlevi nedir?

Çilehanenin manası şuradan geliyor. Biliyorsunuz bir örgün eğitim var, bir de yaygın eğitim var. İlkokul, ortaokul, lise gibi eğitimin aşamaları var. Tasavvufta da eğitimin aşamaları var. Bu aşamalardan birisi de halvet usulüdür. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in Hira Mağarası’nda, insanlardan ve zulmet ortamından çekilip de Allah’la beraber olduğu bilinmektedir. Bir hadis-i şerifte: “Bir kimse gıdalarına dikkat eder, kırk gün Allah’a ibadetle meşgul olursa hikmet pınarları gönlünden diline akar” buyurulur. Bu da tasavvuf erbabınca çokça uygulanan bir metot olarak karşımıza çıkmaktadır. Arapçasına “erbain” diyorlar, Farsçası da “çile”… Yani kırk günlük bir ibadet, geçici bir süreliğine dünyadan el etek çekme… Başka bir tabirle Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in Ramazan’ın son on gününde hiç terk etmediği sünnet olan itikâfın dört çarpı dördü… Yani bunun kırk günlük olanına çile diyorlar.

Bu geçici bir soyutlanma değil mi?

Bunu şöyle izah edelim. İbni Abbas Efendimiz itikâfa girmiş, birisi gelmiş, bakmış ki gelen adamın durumu perişan… Sormuş, “nedir seni üzen?” Adam demiş ki: “Bir kişiye borcum vardı, ödeyemiyorum.” Bunun üzerine İbni Abbas; “Senin için o kişiyle görüşüp de şefaatçi olmamı ister misin?” demiş. Adam; “çok iyi olur” deyince İbni Abbas mescitten çıkmış. Adam; “Sen itikâfta değil misin, nasıl çıkıyorsun mescitten” deyince İbni Abbas, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in kabrini göstererek, “vallahi şurada yatan zattan işittim ki: Bir Müslümanın bir kardeşinin işini görmesi benim mescidimdeki on yıl itikâftan daha hayırlıdır.” İtikaf ibadeti güzel bir şeydir ama bir Müslümana yardımcı olmak ondan daha efdaldir. Yani kısmî süreli inzivaya çekilmek, uzlet vardır ama hizmet bundan daha önemlidir.

Ehli tasavvuf için derler ki “Dünyadan el etek çekmiş…” Evet öyledir ama cihat gerektiği zaman da en önde gidenler de yine onlar olmuşlardır. Hocalarımızın bize tarif ettiği tasavvuf; hayatı Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem gibi yaşamaktır. Yani o anda meşgul olunması gereken iş ne ise onunla meşgul olmaktır tasavvuf… Şu anda ibadet zamanıysa ibadet, cihat zamanıysa cihat, ticaret zamanıysa ticaret… Bir de çilenin şu boyutu vardır: Türkçede biz “çile”yi tarif ederken mahrumiyet, işkence, yokluk, sıkıntı olarak tarif ederiz ama tasavvuftaki çile böyle değildir. Tasavvuf ehli demiş ki: “Eğer bizim çilede aldığımız zevki, huzuru, lezzeti şu dünya hükümdarları bilse üzerimize ordularını gönderirler.” Yani erenler çiledeki bir huzur atmosferinden bahsetmişlerdir.Yahya Özkul

Şu anda burada çileye giriliyor mu? Bu mekânda şu an neler yapılıyor?

Çile şu anda burada mümkün olmuyor ama Ramazanlarda itikâfa giriliyor. Biliyorsunuz burası şu anda mescit olarak kullanılıyor. Teravihler de her sene hatimle kılınıyor. Burada her namazdan sonra ilmihalden bir bölüm ya da bir hadis-i şerif okuyoruz. Şu anda okuduğumuz ilmihal Prof. Dr. Hamdi Döndüren’in Delilleri ile İslam İlmihali adlı eseri… Bu eserin orijinal yanı, hükmün delilerini de arz ediyor olması... Yani “şu hadis-i şeriften, şu ayetten dolayı şu hüküm verilmiştir” deniliyor. Bir hadis-i şerif okumakla koca kitaplar biter mi derseniz, biz mesela her namazdan sonra bir hadisle Ramuz’u üç kere bitirdik. Kütüb-i Sitte’nin bütün kitaplarını bu şekilde okuduk. Şu an hadis olarak Riyazüs Salihin okuyoruz. Biz namaz bitince hemen bunu okumaya başlıyoruz, işi olan kalkıp gidiyor.

Sizi tebrik ederiz. Keşke her mescitte bir kitap takip ediliyor olsa…

Tabii bunun ilk faydasının bana olması lazım… Ben şöyle bir hadise yaşadım. Bir gün namazı kıldık, hadisi okuduk, dışarı çıktık. Hanımlar kısmından çıkan bir teyze dedi ki: “Hocam ben duyduğum güzel sözleri, hadis-i şerifleri, ayet-i kerimeleri not alırım. Bu okuduğunuz hadis-i şerifleri de dostlarımla paylaşmak istiyorum. Acaba bana bir aktarabilir misiniz?” Bunu duyunca başımdan aşağı kaynar sular boşaldı… “Haydi bakalım, az önce okudun, şimdi söyle bakalım!” dedim kendi kendime… Kızardım, bozardım, hıh mıh, kem küm… Neyse; “Kaynağına bakalım da sağlam söyleyelim” deyip kitaba baktık söyledik. Sonra ben kendi kendime dedim ki: “Yahya, önce sen bunu kendin için oku. İlk önce bunun faydasının sana olması lazım.” Bu olaydan sonra bu konuya daha da bir hassasiyet gösterdim.

Burada başka faaliyetleriniz de var mı? Evrattan da bahsedelim isterseniz…

Burada biz her sabah Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin tertip ettiği evrad-ı şerifi okuyoruz. Sabah namazından sonra okunmaya başlar. Evratta, Yasin vardır, diğer sureler, ayetler, hadisler vardır. Bir de her günün ayrı duası vardır. Mesela pazartesi günü tevekkül ve hıfz ayetleri, bunla ilgili hadis-i şerifler ve dualar ve kaside-i Bürde okunur. Yaklaşık olarak kırk beş dakika sürer. Bunun ardından bir de Hızır aleyhisselamın öğretmiş olduğu bir hatme-i hâce diye bir zikir vardır; onu yapıyoruz. Bu da Nakşilerin yıllardan beri yaptığı bereketli bir zikirdir. Bu evradın yapıldığı, bildiğim kadarıyla bir de İskenderpaşa Camii var… Bu evrat cidden o kadar güzel tertip edilmiş ki… O kadar güzel dualar var ki… Nurettin Coşan Hocamız bize bir yol açtı. “Kur’an’ı sadece okumakla kalmayalım, anlayalım, Kur’an bize ne diyor? Yani mealini de okuyalım” dedi. Biz yıllardık elhamdülillah evradı okuduk. Bir gün mealini de okuduk ardından… Yıllardır gelen cemaatten biri: “Ya hocam bu ne kadar güzel duaymış, bunu yazıp versen.” Yani biz şimdi bunun anlamının da üzerinde duruyoruz…

Buranın müdavimlerinden merhum Halil Necati Amcadan bahseder misiniz?

Onun Allah dostlarından biri olduğu söyleniyor. Rahmetli Esad Coşan Hocamız demişti ki onun için: “Yürüyen melektir.” Kendisi hafız idi. Gençliğinde Mushafları Tetkik Heyeti Azası imiş... Kendisi 106 yaşında vefat etmişti. Her vakitte bu mescide gelirdi. İlerlemiş yaşındayken bile Kur’an okunurken en dikkatli o dinlerdi. Bir hata olursa hemen müdahale ederdi. Kur’an’ı yanlış okumaya taviz vermezdi. Dost ziyaretlerine çok önem verirdi. Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin; “Dost ve ihvan ziyaretlerimiz de olmasa hangi amelimize güveneceğiz” sözünü naklederdi. Bu konudaki hadis-i şerifleri anlatarak bizi de teşvik ederdi. Her vakit namazını burada kılardı.

Zannediyorum vefatından üç ya da dört yıl önceydi. Bir gün rahatsızlandı, doktora gitti, doktor kendisine, “camiye gitme evde kıl namazını” demiş. Kendisi anlatıyor: “Bir gün evde oturuyorduk, doktordan izni de aldık istirahat edeceğiz diye… Ezan sesini dinlerken kendi kendime dedim ki; ‘hain nefis şu ezanın sesini duyuyorsun, mescide gitmiyorsun. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in sürünerek de olsa gidin dediğini biliyorsun, sen nasıl oturuyorsun burada…’” Böyle kendi kendine içinden geçirmiş Halil Necati Amca… Bir baktım hastalığına bakmadan bir gün geldi mescide… Bana dedi ki: “Doktorun verdiği rapor nefsimin hoşuna gitti ama ezan sesini duyup da camiye gelmemeyi kendime yediremedim.” Ondan sonra çok az bir süre hastanede yattı. Fakat vefatına kadar hiçbir zaman camiyi terk etmedi. Biliyorsunuz Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem hayatın merkezi olarak mescidi işaret etmiştir. O mübareğin de hayatının merkezi mescitti. 

dunyabizim.com

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum