Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı’dan çok özel açıklamalar.
Yazarımız Cezmi Koç, Türkiyenin sayılı İslam hukukçularından Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı ile sizler için çok özel bir röportaj gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı ile dünü bugünü konuştuk
Hocam öncelikle sizi tanımak isteriz, Yusuf Ziya Kavakçı kimdir?
Selamünaleyküm. Muhterem huzzar. Fakir Yusuf Ziya Kavakçı, 93 Osmanlı Rus Harbi sonrası Osmanlı tarafına geçen Çişkaroğlu ailesinden biriyim. Dedemiz Tahir Dede. Çişkaroğlu Tahir Dede bizi Osmanlı tarafına geçirmiş. Çünkü bölge Ruslar tarafından işgal edilmişti. Ailem Sakarya Hendek’in Düzce’ye bitişik son köyü olan o zamanki Karaçökek’e yerleşmiş. Şimdiki adıyla Yeşilvadi Köyü. Hendek’ten Ankara’ya yolu üzerinde giderken yol köyümü ikiye bölüyor ve bizim tarlalarımızın sonundan geçiyor. Sağ tarafta kabir var, kubbeli bir cami var, Hendek’ten beş dakika sonra sarı kapılı, kubbeli bir cami, ondan evvel kabir var, dedelerim, akrabalarım var. Sol tarafta da yolun üstünden köprüyle gidilen Gürcü Mahallesi var. Orada doğmuşum, 1938’de. Hafızlığımı yaptım. Sonra Adapazarı’na geldik. Hasırcılar Kur’an Kursu Asker Hafız namıyla maruf bir hocamın taliminden geçmiş ve hıfzımı bitirmiştim. Ondan sonra Arapça tefsir, hadis, fıkıh ve benzeri çalışmalar, Adapazarı’ndaki hemen hemen bütün hocalardan okudum. En çok istifa ettiğim Topaloğlu Terzi Ahmet Efendi merhumdur. Bir de Orta Cami imamı Gürcü Cevdet Şimşek hocanın derslerini takip ettim ikindi namazından sonra.
1955’te Ankara’da vaizlik imtihanını girdim, kazandım. İlkokulu hariçten verdim. 1955 yılında İstanbul İmam Hatip okuluna girdim. İstanbul İmam Hatip okulunda iki sene okurken Fatih Hırka-i Şerif Camiinde imtihanla müezzin oldum. O arada ortaokul imtihanını hariçten vererek, liseye kayıt yaptırdım. Yani benim arkadaşlarım imam hatip okulunun orta üçüne geçmişken ben lise bire, öne geçtim. Vefa Lisesini bitirdim, Es’ad Coşan ile beraber. O da oranın mezunudur malum. Oradayken Muhammed Hamidullah ile tanıştım. O vesile ile İngilizce, Almanca öğrenmem gerektiğine karar verdim ve Kur’an-ı Kerim’i İngilizcesini Arapçayla karşılaştırarak ezberlemeye çalıştım. Önce İngilizce, sonra Almanca. Böyle bir gayrete girdim. İleride ilim adamı olmak için yabancı dil bilmek lazımdı. Arapça biliyordum. Sonra İstanbul’daki hocalardan Farsça okudum, Bekir Haki Hocadan.
Vefa Lisesini bitirince İstanbul Hukuk Fakültesine kaydoldum. Dönüp imam hatip okulu imtihanlarına girdim. İlk girişte fark dersleri verip o diplomayla Yüksek İslam Enstitüsü ve Hukuk Fakültesini aynı zamanda okudum. Hukuk Fakültesini bitirince Edebiyat Fakültesinde İslam Araştırmaları Müdürü Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’dan doktora konusu aldım. Muhammed Hamidullah Hoca’nın talebesi oldum. O bana bu konuyu verdi. Oraya zaten önceden beri devam ediyordum. Fuat Sezgin vardı, Muhammed Hamidullah Hoca vardı. Doktora konumu Hamidullah Hoca verdi. Doktoramın son kararı da Devr-i İslam Hukukçuları. Jürimde Muhammed Hamidullah Hoca da vardı. Sonra doçentliğe girdim. Doçentlik için hizmet teşkilatı üzerinde çalıştım. Oradan da Erzurum İslami İlimler Fakültesinin üçüncü senesine katıldım. Orada dokuz sene kaldım. Bütün bölümler bana bağlıydı. Doçent olmak gerekiyordu ve Profesör olunca bir müddet de dekanlık yaptım. Rektör değişmesi oldu. Sol temayüllü rektör geldi. Kemal Bıyıkoğlu ayrıldı. Üniversiteden önce eşim başörtülü hocalıktan tahkikat açtıkları için ayrıldı. Arkasından da ben emekliliğimi istedim. 27 sene beş ay görev yaptıktan sonra, genç yaşta 49 yaşında emekli oldum. Ankara barosu mensubuydum. 50 senelik baro olmuş, geçenlerde. Plaket verdiler. Sonra Amerika’ya gittim. Çocuklarımı başörtülü okutmak için. Problem olmadı. Arz-ı hürmetler ederim.
Hocam gençlik yıllarınızda ne tür faaliyetlerini yapılıyordu? Sizin zamanınızda ne gibi faaliyetler vardı?
İstanbul’da olduğum yıllarda CHP’nin, İnönü’nün dine karşı olan sert muamele döneminden; Kur’an okumanın, elifba okutmanın yasak olduğu günlerden yeni çıkılmış, imam hatip okulları yeni açılmıştı. İstanbul’daydım. O zamanlar gençlik dernekleri yoktu henüz. Faaliyetler daha sonra, yani Demokrat Parti biraz ilerleyince yavaş yavaş Necip Fazıl gibi, Nurettin Topçu gibi kişilerin ortaya çıkmasıyla başladı. Aydınlar Ocağı ve Milli Türk Talebi Birliği gibi kuruluşlar çok önemli mücadele merkezleri oldular. Rasim Cinisli Erzurumlu. Hukuk Fakültesinde devre arkadaşımdır. İsmail Kahraman hemşerimiz, ağabeyimiz. Onların gayretiyle Milli Türk Talebe Birliği canlanmaya başladı, canlandı. Gençlik faaliyetleri bu ve benzeri kuruluşlarımızın çevresinde ve az sayıdaki dava adamının öncülüğünde yapıldı. Dernekleşme, vakıflar, müezzinler yahut imamlar federasyonu gibi kuruluşlar henüz yoktu. Yeni yeni Adnan Menderes Demokrat Parti sayesinde biraz canlandı. Şimdiki gençlik çalışmaları için muazzam imkânlar var. Gençlik teşkilatları var, gruplar var, tarikatlar var. Bu teşkilatların sahip çıktığı gençler var. Şimdi o zamanınkine kıyasla çoook daha gelişmiş, çok faaliyet var. Belki bugün birlik beraberlik yok ama şimdiki faaliyetler çok güçlü.
Merhum Profesör Doktor M. Es’ad Coşan hocamızla ilgili birkaç hatıranızı anlatabilir misiniz?
Evvela Es’ad Coşan ağabeyimizle aynı liseden yani Vefa lisesinden mezunuz. Devre arkadaşıyız, üniversiteden. O İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Arap-Fars Dili bölümünde okuyordu. Ben Hukuk Fakültesinde okuyordum. Kabataş’ta olan Yüksek İslam Enstitüsüne koşup gidiyordum o zaman. Enstitüye üçüncü dönemde kaydolmuştum ben. Ve İslam araştırmalarına devamlı gidiyordum, Edebiyat Fakültesi İslam araştırmaları, altta Hamidullah Hoca’nın dersleri vardı. Orada Fuat Sezgin vardı. Fuat Sezgin Bey Almanca yazdığı Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS) kitabının önsözünde de bir talebe listesi vardı, kendisine yardım eden ekibin listesi. O listede fakirin adı da vardı. Ramazan Şeşen başta olmak üzere. Onun hakkını yiyemeyiz, o çok ileride. İslam araştırmalarına her gün gidiyordum. Hırka-i Şerif’te müezzindim. Altı müezzin olduğumuz için nöbetleşe, güzel yürüyordu. Vefa Lisesini müezzinken bitirdim. Üniversiteyi de müezzinken bitirdim. Doktoraya müezzinken başladım. Es’ad Coşan merhumun babası müftülükte başkatip idi. “Hafız Ağabey” namıyla maruf Halil Necati Coşan Ağabey. O mübarek bir adam, yani ağzı var, dili yoktu. Zikirle meşgul, tasavvuf baş müridi, tekkenin Zahid Kotku’nun yanında. Es’ad Coşan böyle bir ailenin çocuğu. Ankara’da imtihana girdiği zaman kimse tanımıyor, ama Necati Lugal onun kâğıdını görünce söz verdiği Dr. Lütfi Doğan’ı kusura bakma bu hakkı yiyemem diyor ve Es’ad Coşan’ı İstanbul ekibinden gelmesine, gazete ilanıyla gelmesine rağmen, İlahiyat Fakültesi’ne asistan olarak alıyor. Çok güçlü Arapçası. İngilizce konuşan, Osmanlıcası mükemmelin mükemmeli. Arapçası nadir insanlardandı. Çünkü Cahız üzerine mezuniyet tezi hazırladı. Edebiyat Fakültesi Arap Fars Dili’nden mezun olmak için tez yazmak gerekiyordu. Bazı tezler doktora tezi seviyesinde. M. Es’ad Coşan’ın da öyle idi. Evet, Es’ad Coşan en derin, nadirat tiplerden biri, benim yetiştiğim bilgili, efendi, Türkçe ifadesi çok güçlü, genç, dinç, konuşması mükemmel bir üniversite hocası. Fakat tabi Hoca Efendi’nin ricası üzerine, belki ısrarı üzerine manevi görevi, Nakşi şeyhliğini alan bir zat. Ve o Avustralya’daki kaza -ben ona kaza demiyorum- o kasten yapılmış diyorum, kaza kabul etmiyorum, olamaz. Çünkü böyle yetişmiş istikbale dönük bir zatı, uluslararası kuruluşlar ileriyi düşünerek, yaşatmazlar diye düşünüyorum. Nitekim hikâyeler var, rica edilmiş şöyle yap, böyle yap, kabul etmemiş. Tabii karakter sahibi ama bir başkası kabul etmiş diyorlar. Onları da ahirete göçünce kolayca anlayacağız, inşallah. Kısaca M. Es’ad Coşan en derin nadirat, mübarek ve güçlü bir insandı. Çok yazık oldu, ümmetin büyük kaybı diyeceğim.
(*Cahız; Arap edebiyatının çok zor metinleri olan önemli bir yazarı, Arap edebiyatının en büyük nesir yazarlarından ve Mu‘tezile kelâmcılarından biri.)
Mehmed Zahid Kotku Rahmetullahi aleyh Hocaefendi ile ilgili hatıralarınızdan birkaçını anlatabilir misiniz?
Hırka-i Şerif’te müezzindim. Her gün Sarıgüzel’den yürüyerek ve kafamdan Kur’an-ı Kerimi tekrar ederek, İngilizcelerinden de her gün on kelimelik kısmı tekrar ederek, gidiyordum. Yani o bölgenin adamıyım. İskenderpaşa hemen yolumun üstünde idi. Hemen oradan da Millet Kütüphanesinin oraya Yüksek İslam’da iken 28 numara ile Beşiktaş’a giderdim. Lisedeyken de oradan geçerdim, yani o muhitin adamıyım. Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’yi muhtelif defa dinledim. Hoş sohbet, yumuşak, efendi, mübarek bir insandı. Ondan evvel Abdülaziz Bekkine Efendi varmış, ben ona ya yetiştim ya yetişemedim, ama göremedim. Ama onun kitabının tercümesini Osman Çataklı’nın Ramuzü’l Ehadis tamamını okudum, İngilizce’ye tercüme ettim, dijitale çevrildi. M. Es’ad Coşan Vakfı’ndan Dr. Necdet Yılmaz’da duruyor. Ona verdik. Aziz Bekkine’yi görmedim. Ondan evvel de Hasip Efendi varmış, Kastamonulu. Mübarek bir zat. O da esas İstanbul’daki gençleri toparlayan, kadro oluşturan, koşuşturan ve talebelerin ihtiyacını karşılayan güzel bir insanmış. Anadolu’dan gelmiş üniversite talebelerine çok hizmet etmiş. Hasip Efendi’den itibaren o hoca efendilere hayran olduğumu beyan edeyim. M. Zahid Kotku Hocaefendi’nin yumuşaklığı, efendiliği, tatlılığı, doğrusu herkesin dikkatini çekebilecek bir husustur. Kendisi zanaat okulundan, zanaat işlerinden anlıyor. Tezkiye ve nasihatleri tesirli, anlatmak istediği konuları çok güzel ifade eden mübarek bir zat idi. Derslerini fırsat buldukça dinledim. Kendi özel sohbetinde de bulunduğum zamanlar oldu. Hamidullah Hoca ile gittik bir defasında. Sabri Sözeri diye bir Arapça hocamız vardı, İmam Hatip Okulunda ve Yüksek İslam Enstitüsünde. Onun bir yakını vefat etmişti, o vesileyle oraya gitmiştik. O zaman da tanıyorum, biliyorum. Bu kadar bahsedeyim. Yumuşaklığı, efendiliği, tatlılığı ve hoş sohbetliği çok önemli. Cemal sıfatıyla mevsuf. Derler ki Aziz Efendi’nin celal sıfatı, Zahid Kotku Hocamızın ise cemal sıfatı, yumuşaklığı ve tatlılığı ön plandaydı. Benim bir arkadaşım vardı, Farsça hafızı kelam. Farsça profesörü ama Arapçası da mükemmel. Mehmet Nazif Şahinoğlu. İstanbul Üniversitesi Arap Fars edebiyatı bölümünden mezun. İmam Hatip okulundan mezun idi, liseyi hariçten vererek, üniversiteye geçmiş bir ağabey, benden büyüktü. O Mesnevi’yi Farsçasından mükemmel anlayabilecek bir zat idi. Muhyiddin-i Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiye’sini, Mevlana’nın Divan-ı Kebiri’ni, Fususu’l-Hikem’i okuyup, anlayacak bir adamdı. Hafızı kelam ve Arapçası da var, Farsça profesörü. Ama biraz tasavvuftaki böyle bazı şatahat dedikleri hususlar dolayısıyla sert konuşan bir ağabeydi. Ona dedim ki, “Nazif Ağabey sen bu tasavvuf ve tarikatlar konusunda biraz sert duruyorsun”, o da “evet” deyince, “ama hiç intisap edeceğin bir adam bulamadın mı dünyada” diye sordum. “Buldum ama kaçırdım, ona intisap etmem lazımdı” dedi. “Yapma” dedim, şaştım kaldım. “Kimdi o?” “Abdülaziz Efendi” dedi. Ondan Arapça okumuş, “Ben bilmiyordum, Nazif Ağabey” dedim. Erzurum’da Üniversitede beraber çalıştık. Sonra kendisi Kırıkkale Üniversitesine gitti. Şimdi rahmet-i Rahmana kavuştu. Allah rahmet eylesin, Mehmet Nazif Şahinoğlu. Yani Abdülaziz Bekkine böyle biriydi. Evet, şimdi o kendisi yaşlanınca Bursa’daki Üftade Camii’nde görev yapan M. Zahid Kotku’yu davet ediyor. Ne güzel bir şeyh. Şeyhler bazen göçüp giderler, halifeler birbirine girer; ben de halifeyim, ben de halifeyim diye. O da çok takdire şayan bir hareket. Davet ediyor, İstanbul’a getiriyor. Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi evvela Zeyrek’te imamlık yapıyor, daha sonra da vefatına kadar İskenderpaşa’da hizmete, irşada devam etti.
Bugünkü siyasi tabloyu nasıl buluyorsunuz? Türkiye'nin geleceğine dair düşünceleriniz nelerdir?
Evvela Recep Tayyip Erdoğan millete Allah’ın lütfu diyebiliyorum, bakıyorum. Yani Fatih Sultan, Kanuni, Selim ayarında bir zat. Abdülhamid kendi devrinin çok önemli bir devlet adamıydı. Bugün dijital sistem var, yüksek teknoloji var, herkesin cebinde telefon var, her an, her şey, her yerden duyuluyor. Dünyada televizyonlar var, yüksek teknoloji var, şimdi idarecilik yapmak çok zor. Herkes müdahale ediyor. Devletler müdahale ediyor, haber gönderiyor, istihbarat işin içine giriyor, çatlatıyor, patlatıyor, yani şimdi devlet idaresi son derece açık, global ve küresel dengeler fevkalade etkili. Onların arasında, labirent gibi çevrelenmiş bir ülkeyi idare etmek, çok büyük maharet, çok büyük bir şey. Kur’an-ı Kerime hâkimiyeti, İslami bakışı bence şaheser. Ben Tayyip Erdoğan için naib-i halife diyorum. Halife yok ama naip var. Naib-i emirül müminun. Başka kime biat edeceğiz. Otomatik biatimiz ona. Tayyip Erdoğan böyle bir lider. Teknoloji ve harp sanayii muazzam. Bir diyeceğim yok.
Fakat müsaadenizle biraz atlayayım, kısa keseyim, uzun konuşabilirim. Eğitim sahasında başarılı olamadık. Sosyal bilimler sahasında kadrolar yetişmedi. Tabi bu kadar kadronun yetişmesi kolay olacak bir şey değil. Temelinin atılması, yetişmesi, belki otuz sene, kırk sene lazım. Orada muvaffakiyet mevzu bahis olmadı. Kendisinin koşuşturması yetmez, kadro lazım. Etrafında o kadro kâfi güçte ve kuvvette değildi. Hele dini hususlarda muazzam bir atılım yapılması mümkün olabilirdi. Her tarafta İlahiyat fakülteleri açıldı. İmam hatip okulları var, her tarafta. Enva-i çeşit imam hatip programları var. Fakat lider kadro, liderin lideri kadro henüz oluşmadı. Yani bu hususta başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Milli eğitim programlarının millileşmesi, İslamlaşması olmadı, başarılamadı, o çok zor bir şey. Tıp kolay, hastalıklar gırtlağını sıkıyor, bütçe oraya gidiyor. İnsanlar ölüyor, kalıyor, hastalık bilmem ne, doktorlar, hastane tamam, gitsin iyi. Teknoloji tamam, iyi. Ama sosyal bilimlerde, dinde kimse kimsenin gırtlağını sıktığı yok. Ahirette sıkacak, ahirette de Allah affeder deniyor herhalde. O hususta fazla başarılı olunmadı. Kadro oluşması lazım. O tabi çok yavaş olan bir şey, kolay olmayan bir şey. Yatırım istiyor. Uluslararası İslam Araştırmalar Merkezi diye, İslam’ın NASA’sı diye bir yer var. Yüzlerce âlim kitaplar okuyorlar, toplanıyorlar, elli tanesi tefsirde, yüz tanesi fıkıhta, iki yüz tanesi hadis, usul-u fıkıh gibi çeşitli dallarda kitaplar veriliyor, okuyorlar, toplanıyorlar. Dünyanın her tarafından seçilmiş ümmeti temsil eden âlimler bunlar. Niye beş bin âlimin bulunduğu bir NASA, değil mi. Bir ASELSAN’da Kaan gibi projeleri gerçekleştiren ekipte yaklaşık beş bin altı yüz mühendis çalışıyor. Öyle kolay değil. Böyle bir düğme bile, elbisenin cinsi bile fezaya giderken, ateş alabilir, sürtünme olabilir, çatlayabilir, patlama olabilir, o kadar. Beş bin İslam âliminin olduğu İslam akademisi, ilimler akademisi gibi bir şey, uluslararası İslam Araştırmaları gibi bir şey, var mı? Kur’an-ı Kerim için tahsis edilmiş müzeler, buluntular, coğrafyalar, resimler var mı? Yok, öyle bir şey, değil mi? Yani cami, vaiz, vaaz, nasihat eyvallah. İmam, müezzin eyvallah. Ben başka bir şeyden bahsediyorum. İslam’a doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. Bazıları kızıyor buna ama Mehmed Akif Ersoy fıkıhı inkâr etmiyor, hadisi inkâr etmiyor. Yani asrın idrakine İslam’ı söyletecek. Bütün dünyayı İslam’a davet etmek için bir mekanizma, metot, kabiliyet, eğitim, öğretim, lisan, üslup, bilgi, teşkilat, para lazım. Paraların buraya gitmesi lazım değil mi? Suudi Arabistan’da petrol kuyuları var. Suriye’de var. Irak’ta var, her yerde var. Orada yaşayan insanların babalarının malı değil ki o petroller. O petrol kaç asırdan beri oluşmuş değil mi? Ümmetin malı. Yüzde onunu, yüzde yirmisini versinler İslam İşbirliği Teşkilatı’na. Suudiler niye onun tepesine oturuyorlar? Olur mu? Irak’ta neden onun tepesine oturuyorlar, yiyip içiyorlar? Halbuki o petroller ümmetin malı. Ümmet diye bir şey var ya. Müslümanlar dünyada ümmet, icabet var, ümmeti davet var. Yani bütün insanlar ümmet. Davet ediliyor, icabet ediyor, kabul ediyor, etmeyen etmiyor. Ama o da ümmet. Onlara da ulaşmak için. Var mı böyle bir şey? Yok. Yani sosyal, dini, İslam dava ve tebliği, İslam’ın ulaştırılması lazım her köşeye. Çin’de iki milyar insan İslam’ı duymamış. Öyle şey olur mu? Efendim beş, altı asır Hindistan’da kalmışız. Yüzde sekseni Hindu. Öyle şey olur mu? Kimseyi zorlamayacağız. Ama oralara gidilmemiş, örnekler yok. Güney Amerika kıtasında Brezilya’dır, Venezuela’dır, Arjantin’dir. İslam gitmemiş. Öyle bir şey olur mu? Müslüman temsilci gidecek. Anadolu evliyaları gibi. Anadolu’ya gelmişler, Ermenileri kılıçtan mı geçirdiler, hayır. Oflular Grekçe konuşur. Pontus devletinden kalma, ama Arapça hocam benim, evinde Oflu, Terzi Ahmet Efendi, Adapazarı’nda. Evinde Grekçe konuşurlar. Niçin? Pontus devletinden kalma, Müslüman olmuşlar. Zorla mı oldular? Hayır. Yani İslam’ı tatlı, sevecen, örnek olarak, ceketini verecek, onu yedirecek, ihtiyacını karşılayacak. Ondan sonra kendisi olmazsa oğlu Müslüman olacak. Yani dava, tebliğ yapmamışız. İslam’ı tebliği yapmamışız. Oradan oraya geçtik, buraya kadar geldik. Sosyal hususlarda ve din hususunda zayıf kaldığımızı düşünüyorum.
Muhterem Hocam, böyle güzel bir söyleşi için fırsat verdiğiniz ve zaman ayırdığınız için teşekkür. Dualarınızdan da bizleri eksik eylemeyin. Allah razı olsun.
Cezmi Koç, benim sınıf arkadaşım, dostum Zübeyir Koç’un yeğeni. Merhum Zübeyir Koç, Kore İmamı idi. Ben de size teşekkür ederim. Siz delalet ettiniz, bu kısa söyleşiyi yaptık. Sizden, huzzardan, bu yazıyı gören, okuyan zevat-ı muhteremden ricam odur ki, fakire ve eşime, çocuklarıma ve torunlarıma ve damatlarıma dünyadan nöbet gelince, dünyadan şehadet makamıyla göçmek ve salihin grubuna dâhil edilmek lütfunda bulunması için Cenab-ı Mevlâ’ya, Zât-ı ecelli Âlaya dua buyursunlar. Ara sıra bu duayı tekrar etsinler. Ricam odur, dileğim odur, teşekkür ederim. Yusuf Ziya Kavakçı. Selamünaleyküm.
İşte o röportajın videolu hali:
Part 1:https://www.youtube.com/watch?v=UkSBrpDFqp8
Part 2:https://www.youtube.com/watch?v=-AO9ZLCsrfs
Part 3:https://www.youtube.com/watch?v=iZKRNgyLUb8
Part 4:https://www.youtube.com/watch?v=G64kLjdExc4
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.