En Önemli İbadet
Namaz Gönüllüleri Platformu sözcüsü Abdullah Yıldız, Özgün Duruş`tan D.Demirağ`ın söyleşisi:
Namaz Gönüllüleri Platformu sözcüsü Abdullah Yıldız “Peygamberimiz (sav)`in, 23 yılda, cahiliyenin en dip çukurundaki bir toplumu tarihin en örnek toplumu haline Kur’an ve namazla getirdiğini” belirtti. Özgün Duruş`tan D.Demirağ`ın söyleşisi:
Namaz Müslüman’ın hayatındaki en önemli ibadet. Namaz Gönüllüleri Platformu ile birlikte topluma Namaz Bilinci vermeye çalışan yazar Abdullah Yıldız, Namaz’ı bir eylem biçimi olarak tanımlayarak Namaz’a ilişkin farklı yorumlar geliştiriyor. Kendisiyle Namaz ve namazın anlamı üzerine konuştuk.
Öncelikle, sizin 1990’larda Türkiye insanının gündemine namazı farklı biçimde taşıyan kitabınızın ismi ile başlayalım. Namazı bir “Tevhid Eylemi” olarak ortaya koydunuz. Neyi vurgulamak ya da namazın hangi yönünü vurgulamak istediniz?
Müslüman olmanın ilk şartı Tevhîd akîdesine yani “Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve rasûlü olduğuna” iman etmektir. Bu ilk şartın ardından ise namaz emri gelir.
“İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar.” (İbrahim 31)
Yüce Rabbimiz, Hz. Musa’ya peygamberlik verir ve şöyle seslenir: “(Ey Musa!) Kuşkusuz Ben Allah’ım! Benden başka ilah yok! O halde Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl” (Tâhâ 14)
Demek ki; önce Tevhid, sonra Namaz geliyor.
Peygamberimiz (s.), 23 yılda, cahiliyenin en dip çukurundaki bir toplumu tarihin en örnek toplumu haline Kur’an ve namazla getirdi. Onların kalplerini, ruhlarını yıkayıp arındıran, zihinlerini, düşünce kodlarını, davranış kalıplarını, değer yargılarını değiştirip yeni bir forma sokan, tevhid boyasıyla boyayan elbette Kur’an’dı. Ama Kur’ân’ın ve Peygamber’in (s) Tevhid’den sonra emrettiği ilk amel de “Tevhîd eylemi” olan namazdı. İlk müminleri sürekli diri ve dirençli tutan, önce iki vakit, Miraç’tan sonra beş vakit omuz omuza kıldıkları namazlar ve Kur’ân ayetleri idi. Yani İslami pratiğin omurgası başından beri namazdı. İmandan sonra emredilen ilk farz olması itibariyle, bütün zaman ve mekânlarda Müslümanların öncelemesi ve önemsemesi gereken ilk esas namazdır...
Oruçtan önce, Zekâttan önce, Hacdan çok önce namaz! Tesettürden önce namaz! İçki ve faiz yasağından önce yine namaz! Demek; insanlar önce imanın tadına erecek, Tevhîd’in hakikatini kavrayıp hayatlarının merkezine Allah’ı koyacaklar, hemen ardından Tevhîdin pratiği olan namazla Tevhid şuurunu sürekli zinde tutacak ve İslam’ın hukuk ilkelerini peyderpey, aşama aşama yaşayacaklar. Böylece, müminlerin bütün iş ve ilişkilerinin merkezine Kur’ân ve namaz yerleşecek ve halka halka zekâtla, oruçla, hacla tüm hayatlarını İslam’ın güzellikleri şekillendirecektir.
Namazsız bir mümin ve namazsız bir İslâm toplumu düşünülemez. İslâm medeniyeti, bir anlamda “Namaz Medeniyeti”dir. Müminlerin hayatından namazı çekip alırsanız, geriye hiçbir şey kalmaz. İslâmî hayat tarzının merkezinde namaz yer alır. Ezan, abdest, cami, cemaat ancak Namazla anlam kazanır. Kur’ân’da namazla zekât hep birlikte emredilir. Namaz olmazsa zekât ve infak da olmaz. Namaz “mihrab”da nefis ve şeytanla cihad etmektir, Rağıb el-Isfahani’ye göre. Peygamber aleyhisselâmın cihad, istişare, eğitim dâhil tüm faaliyetlerinin merkezi cami idi. Yani cami/mescitte cemaatle kılınan namaz, bütün bu sosyal faaliyetlere damgasını basıyordu. Kısaca, bir tevhid eylemi olan namaz olmazsa, Müslümanlıktan da Müslüman toplumdan da söz edemeyiz, vesselam.
Namazın kötülüklerden arınmış temiz bir toplumun inşasındaki rolü nedir?
Rabbimiz “Muhakkak ki namaz, fahşâ ve münker’den alıkoyar” (Ankebut 29/45) buyurur.
Burada namazın engellediği “fahşâ” ve “münker” terimlerini iyi anlamak gerekir:
“Fahşâ”: Sözlükte "çirkin ve aşırı olmak" anlamına gelir. İslâmî literatürde, kelimenin sözlük anlamıyla da bağlantılı olarak, aşırı derecede çirkin söz ve davranış, büyük günah, edeb ve ahlâka aykırı olup dinen yasaklanan her türlü kötülük ve çirkinlik anlamında kullanılır. Kur`ân`da bu kökten türeyen fahşâ, fahişe ve fevâhiş kelimeleri çok sık geçer. İlginçtir; cimrilik de fahşâ kapsamına girer.
“Münker”: Sözlükte "çirkin, kötü, yadırganan şey" anlamına gelir. İslâmî bir kavram olarak, Allah`ın razı olmadığı, İslâm`ın çirkin, kötü, kabahat, günah ve haram olarak bildirdiği davranışlardır. Münker, maruf’un zıddıdır. Kur’ân ve Peygamber (s.) maruf’un emredilip münkerin nehyedilmesini emreder.
Kısaca gereği gibi namaz kılan her mümin, Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durmaya ve onlara yaklaşmamaya çalışır. Çünkü namazla bu tür olumsuzlukları bağdaştırmak mümkün değildir; ateşle barutu bir arada tutmak nasıl imkânsızsa, namazla fahşâ ve münkerin aynı kişide ve toplumda bulunması da öylesine imkânsızdır. Namaz kılan bir kimse, en azından namaz kıldığı süre içinde haramlardan uzak kalacak demektir. Bu da, fahşâ ve münkeri tamamen terketmek için ilk adım sayılır.
Namazın, toplumsal hayatın bütün katmanlarına müdahale eden ve insan ilişkilerini tümüyle fahşâ ve münkerden arındıran yönü, Hz. Şuayb’ın (s.) namaz tecrübesinde çok belirgindir.
Sizin Hz. Şuayb / Namaz, Ticaret, Adalet kitabınız da bu tecrübeye ışık tutuyor. Oradan devam edersek…
Evet. Hz.Şuayb (a.s) kavmini, öncelikle ilâh olarak yalnız Allah’ı tanıyıp O’na kulluk etmeye çağırır; sonra da işledikleri günahlara ve en büyük cürümleri olan vurgun ve soygun düzenine son vermelerini tavsiye eder; aksi halde dünyada ve ahirette büyük bir felaketin kendilerini beklediğini ikaz eder:
“Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin O’ndan başka ilahımız yok. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın; zira ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın! İnsanların eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesat çıkararak fenalık etmeyin!...” (Hûd 11/84-86)
Medyen ve Eyke halkının bu samimi çağrı ve nasihate verdikleri tepki gerçekten anlamlıdır:
“Ey Şuayb, dediler; senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Sen ki, yumuşak huylu, akıllı (bir insansın).” (Hûd 11/87)
Demek ki Hz. Şuayb’ın namazı, onu sosyo-ekonomik hayata müdahale etmeye ve sömürü düzenine başkaldırmaya sevkeden bir namazdı. Esasen; namazını dosdoğru ve gereği gibi -Şuayb (a.s) gibi- kılan müminler, etliye-sütlüye karışmayan, kimsenin tavuğuna kış demeyen, ‘bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın’ diyen edilgen bir bireyler değil; aksine haramlara, fuhşa, ahlaksızlığa, çirkin ve iğrenç işlere bulaşmayıp onları ortadan kaldırmaya çalışan, iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak hayata olumlu anlamda müdahale eden aktif şahsiyetlerdir.
Hz. Şuayb, “Ben size yasakladığım şeyleri (kendim yaparak) çelişik davranmak istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar (sizi) düzeltmek istiyorum” (Hûd 11/88) diyerek özü-sözü bir örnek mümin ve model kişilik olduğunu da ortaya koyuyor.
Şimdi soralım: Acaba Hz.Şuayb’ın kavmi, neden onun namazını boy hedefi haline getirmişti?
İşte onun namazı, hem onu, hem cemaatini, hem de halkını fahşâ ve münkerden nehyediyordu. Medyen ve Eykeliler Hz.Şuayb’ın tebliğini, hayatındaki değişiklikleri ve kendi hayat tarzlarına müdahale gayretini doğrudan namazla ilişkilendirmişlerdi. Onlar, kendilerini “atalar dini”nden ve sömürü sisteminden vazgeçmeye çağıran Şuayb’ın hayatında, belirgin bir değişiklik görmüşlerdi: cemaati ile birlikte omuz omuza kıldığı namaz... Şu halde; onu, kavmine karşı böyle davranmaya iten, hayatlarına karışmaya yönelten şey işte bu namazdı. Onun için bütün faturayı namaza yıktılar.
Namazın günde beş kez kılınması, Tevhid bilincini ve hayata müdahaleyi sürekli diri tutması bakımından ayrı bir anlam taşıyor değil mi?
Elbette. Namaz bir anlamıyla sürekli bir devrim; beş vakit inkılâp! Namazın beş vakit olması, müminlerin, günlük hayatın akışını beş kez durdurarak Allah’ın divanına durmaları, hallerini, sıkıntılarını O’na arz etmeleri ve nefislerine, şeytana ve şeytani güçlere karşı direnmeleri için O’ndan güç almaları, iman tazelemeleri anlamına gelir. Dikkat edilirse; Hacc, imkânı olan bir mümine ömürde bir kez farz kılındı. Zekât, nisap miktarından fazla parası olan müminlere senede bir kez; Oruç, sağlıklı olan müminlere yine senede bir ay olarak farz kılındı. Ama Namaz, günde beş vakit olarak farz kılındı.
Şüphesiz namaz, diğer tüm ibadet biçimlerini içine alan en "bütünleşmiş" ibadet biçimi ve yüce Allah`ı anmanın en mükemmel yoludur. Çünkü namaz sırf Allah`ı anma amacına yönelik olduğu belli olan, başka her türlü yan etkiden ve amaçtan arınmış olduğu tartışmasız olan bir ibadet biçimidir. Namaz, insanların vicdanlarını bu amaca yönelmeye hazırlar ve yüce Allah ile ilişki kumalarını sağlar.
Haydarpaşa’dan Adapazarı’na bilet alıp tren kompartımanında Kur’ân öğreten Süleyman Hilmi Tunahan rahmetullahi aleyhi, ilk imam-hatip kursunun açılması için yeterli öğrenci sayısını bulamayınca, hamalların günlük kazancını maaşından ödeyip onları öğrenci kaydederek İmam-hatiplerin temelini atan Celal Hoca rahmetullahi aleyhi, ayrıca her biri birer kahraman olan Esad Erbilî, Ali Haydar Efendi, Konyalı Hacı Veyiszâde, Gönenli Mehmet Efendi, Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Muhammed Raşid Erol, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Said Çekmegil, Said Ertürk ve daha nice büyüklerimizi rahmetle ve dua ile yâd ediyoruz. Samanlıklarda, dağ başlarında, hatta kızıl ağaç tepelerinde siyah üzüm toplama görüntüsüyle hafızlı yapanların çilelerini, aziz hatıralarını unutmadık, unutmamalıyız!
İnanıyoruz ki, ümmetin yeniden dirilişi; Kur’ân’ı gereğince okuyup anlaması ve onun şaşmaz ilkelerine ve Yaşayan Kur’ân olan Rasûl-ü Ekrem’in sünnetine sımsıkı sarılıp, namazın ikâmesi başta olmak üzere vahyi, bir hayat tarzı haline getirmesi ile gerçekleşecektir.