Dershaneler kapatılsın çocuk parkı yapılsın
Şikayetiniz yoksa, okulları lütfen kapatın. Yok şikayetçiyseniz, gereğini yapın!
Yapılan araştırmalar son on yılda dershanelerin sayısının yüzde iki yüz oranında arttığını söylüyor. Şikayetiniz yoksa, okulları lütfen kapatın. Yok şikayetçiyseniz, gereğini yapın!
Eğitimci-Yazar Tarık Tufan'dan ibretlik bir yazı:
Muğla’da 18 yaşındaki bir genç dershane borcunu ödeyememeleri nedeniyle annesinin cezaevine girmesi üzerine intihar etti.” 03 Nisan 2010 tarihinde gazetelere düşen bir haberde 18 yaşındaki Soner Semih Sipahi’nin intihar ettiği söyleniyordu. Kahvaltı masamızda, üçüncü sayfaların sıradan intiharlarını iki çay arasında geçiştirdiğimiz gibi geçiştirebilirdik bu genç çocuğun öyküsünü. Gözümüz saate kaydığı anda aceleyle gazeteyi katlayıp işe koşturabilirdik.
Olmadı.
Başka bir öykü daha çıktı çocuğun parıltısını kaybetmiş ölü gözlerinden. Soner’in cezaevindeki annesi için, ölmeden hemen önce döktüğü kristal gözyaşları masamızda dağıldı.
Sıradan bir günde aynı kahvaltı masasında bir annenin cezaevi yolculuğunu da bir cinnet öyküsünün arasına sıkıştırıp kalkabilirdik.
O da olmadı.
Çünkü anne, sırf oğlunun dershane parasını ödeyemediğinden dolayı cezaevine atılmıştı.
Ne bir hırsızlık, ne yüz kızartıcı bir suç, ne bir şiddet biçimi, sadece çocuklarının dershane ücretlerini ödeyememe suçu!
Oğlunu ve kızını dershaneye gönderen anne, kocasıyla birlikte bütün çabalarına rağmen ücreti ödeyememiş ve borcun üzerine eklenen faizlerle birlikte iyice zor duruma düştükten sonra Şubat ayı başında cezaevine konulmuş.
İntihar süsü verilmiş cinayet Birileri bize soğukkanlı düşünmemizi salık verse de, bu kadar soğukkanlılığın hayata, insan olma onuruna ihanete dönüştüğünü söyleyip, içimize doğan ilk cümleyi ekleyelim; Soner’i bu devletin eğitim anlayışı öldürüp, sonra da olaya intihar süsü vermiştir. Soner’in ölümü bir intihar değil, cinayettir. Fakat bu cinayetin sistem içi müsebbipleri her türlü akli muvazeneyi kullanarak, kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Yıllardır eğitim sistemindeki sınav algısının nasıl sorunlar ürettiği tartışılıp duruyor. Mesele bu kadar açık olsa da, biz soğukkanlı düşünenler için, eğitim sisteminin planlayıcıları ve yürütücüleri için sabrımızı muhafaza ederek anlatmaya çalışalım.
Bizim çocuklarımız ilköğretim dördüncü sınıfı bitirdikleri andan itibaren bir dershaneye gitmek zorundadırlar. Lise dönemini de katarsak bu yaklaşık sekiz yıl sürüyor. Liselere ve üniversitelere hazırlık adı altında okul hayatının sekiz yılını dershanelerde geçiren öğrenciler var.
Ailelerin ekonomik seviyelerine göre altı yıl, beş yıl veya daha az dershaneye gidenler de var elbette. Ve fakat hiç kimse çocuğunun bir dershaneye gitmemesi durumunda iyi bir liseyi yahut üniversitesi kazanabileceğine inanmıyor.
Bu ifade, yetkililerin kanını dondurmaya yetmeyecektir farkındayım. Sabrımızı bir süre daha muhafaza edip anlatmaya devam etmek gerekiyor.
Sayın Milli Eğitim Bakanı, neden? Neden devletin kurumlarında eğitim-öğretim gören bir öğrenci iyi bir liseyi veya üniversiteyi dershanesiz hayal bile edemiyor? Bu çok karmaşık bir soru olmasa gerek. Olası cevaplar üzerinden gidelim. Öğrencilerin bazıları yeteri kadar zeki veya çalışkan, disiplinli olmadıkları için normal müfredatı okulda öğrenemiyorlar ve takviye edilmeleri gerekiyor. Bu cevap kimsecikleri ikna etmez. Çünkü okulların en başarılı öğrencileri de dershanelerin kapısını aşındırıyorlar.
Yoksulluk kader olmasın diye Bir başka cevap şu olabilir; kontenjanlar kısıtlı olduğu için rekabet artıyor ve bu da dershanelere gitmeyi zorunlu kılıyor. Bu rekabet yüzünden özel dersler, butik dershaneler, kişiye özel uygulamalar vs vs gidiyor. O zaman şunu soralım; oldukça zeki, gayretli, disiplinli, çalışkan ve fakat yoksul çocuklar, diğerleri kadar takviye alamadıkları için bu rekabette geri düşüyorlarsa ne diyeceğiz? Bu çocukların yoksullukları kaderlerini belirliyor ve hakkettikleri halde sınav sisteminin kendine has özelliklerini okullarında yeteri kadar öğrenemedikleri için küçük ayrıntılarla geride kalıyorlar.Devlet açık bir dille, bağıra çağıra, yoksulların nitelikli eğitim hakkından mahrum olduklarını söylüyor. Bir anneyi, zar zor geçinen bir aileyi, göz göre göre, ödeyemeyeceklerini tahmin ettikleri halde, böylesi ağır borç yükünün altına iten duygu nedir? Cevabı çok açık. Devletin söylediklerini duyunca, çocuklarına kendi yoksulluk kaderlerini bulaştırmamak için gözlerini karartıyorlar. Bu yoksul aileler, gözlerinin nuru çocuklarının kör olasıca rekabette geri düşmelerini engellemek için, demir parmaklıkları göze alıyorlar. Verecek paraları olmasa da, cezaevine harcayacak ucuz ömürleri olduğu için, haciz memurlarına bile verecek eşyaları olmadığı halde, parmaklıkların arkasında tüketecekleri hayatları olduğu için gözlerini karartıyorlar, borca giriyorlar.
Eğitim sisteminin bu paralı zorunluluğu nereye kadar devam edecek? Milli Eğitim eski bakanı sınav sistemini değiştirirken, meseleden haberdar olanlar çocukların dershane bağımlılığını arttıracağını söylüyordu. Ancak sayın Bakan ısrarla tersini iddia etti. Gelinen noktada dershaneler önem sırası olarak Milli Eğitim’in önüne geçmiştir.
Yapılan araştırmalar son on yılda dershanelerin sayısının yüzde iki yüzlere varan oranlarda arttığını söylüyor. Bundan şikayetiniz yoksa, ki olduğuna ilişkin hiçbir inandırıcı karine yok, okulları lütfen kapatın. İnsanları daha fazla hayal dünyasına hapsetmeyin. Parası olanların devletin eğitim olanaklarından faydalanabileceğini söyleyin ve bırakın insanlar başlarının çaresine baksınlar. Yoksul aileler, oniki yıl boyunca devletin okullarında dirsek çürüten çocuklarının sırf dershaneye gönderemedikleri için üniversiteye girememeleri durumunda ne yapacaklarını bilemiyorlar. Sistem gereği başka hiçbir yetenekle donanma imkanı bulamamış çocuklar, üniversite giriş sınavında başarısız olduktan sonra, ortalığa bırakılıveriyorlar. Özel üniversitelerin kapıları zengin ailelerin çocukları için sürekli açık olduğun asıl rekabet devlet üniversiteleri için yaşanıyor. Birileri tekrar itiraz edecek; “kardeşim devlet herkes için üniversite açamayacağına göre elbette birileri dışarıda kalacak!”
Öğrencisi, velisi, herkes mustarip
Bu itiraza karşı oldukça anlaşılır olabileceğini umduğum bir cevap vereyim. Kardeşim bu rekabetin ayırt edici ölçüsü para olmasın! Yani devletin okullarında eğitim alan öğrenciler kişisel özellikleri, gayretleri, zekaları, yetenekleri doğrultusunda eğitim süreçlerini devam ettirebilsinler. Devlet ve Milli Eğitim paralı eğitimi sistemin asli unsurlarından biri haline dönüştürmesin. Ailelerin ekonomik seviyeleri, sınıfsal durumları öğrencilerin geleceğini belirlemede başat unsur olmasın.
Ekonomi tanrılarının bu çocukların masum bedenlerini sömürmelerine devlet ön ayak olmasın. Ekonomik farklılıkların öğrencilerin geleceğini belirlemesine vicdanımızla ve aklımızla karşı çıkalım. Adaleti paraya tahvil etmeyelim, demek istediğim budur. Okul öğretmenlerine ve okullara güvenmiyorsanız, dershanelerin binaları okul haline getirin ve öğretmenleri de yer değiştirin. “Devlet bu işin altından kalkamadı” deyin. Okullarınıza ve öğretmenlerinize inanıp, güveniyorsanız paralı eğitim baskısına bir son verin. Yine birileri kalkıp da “ne münasebet sınav başarısı için dershane şart değildir” diyebilir. Yapılan araştırmalarda ailelerin yüzde sekseni bu görüşe inanmıyor. Sırf böyle söylüyorsunuz diye halkın ezici kısmının inancı değişmiyor neticede. Çünkü hakikat herkesin boğazına sıkı sıkıya yapışıyor.
Kendine güvenmeyen sistem
Nasıl bir eğitim sistemine sahibiz ki, tam on iki yıl boyunca büyüttüğü çocukların başarı düzeylerini ancak iki, üç saatlik sınavlarla ölçüyor! Bu çocukların eğitim süreçlerini belirleyecek olanlar bütün sorumluluklarını tek bir sınava indirgeyerek çocukları sıralamaya tabi tutuyorlar.
Biz çocuklarımız yedi yaşından itibaren eğitim sisteminin ellerine veriyoruz. Daha fazla parası olanların, daha çok özel ders almak suretiyle öne geçebilecekleri sistemler üretesiniz diye vermiyoruz masum çocuklarımızı. Çocuklarımızın hayallerini banka hesapları mesafesinde sınırlayasınız diye de göndermiyoruz okul sıralarına. On iki yıl boyunca her türlü zihinsel ve duygusal gelişimlerini takip edip, hak ettikleri yerlere ulaştırasınız diye gönderiyoruz.
Soner’i nasıl gönderdiysek okula öyle de geri dönsün istiyoruz anlayacağınız. Bütün bunları dershanelere, özel eğitim kurumlarına paraları yetmediği için cezaevi sıralarını bekleyen anneler, babalar adına söylüyoruz.
Annelerimiz cezaevlerine neredeyse razı geldiler, hiç olmazsa gencecik çocuklarımızı koruyalım istiyoruz. Haberler doğruysa Milli Eğitim Bakanlığı Soner’in ölümünün ardından dershane borçlarını ödeyip, annenin serbest kalmasını sağlamış. Daha açıkça söylersek halk olayı öğrenince anneyi cezaevinden çıkarmış. Öyle sanıyorum ki Milli Eğitim Bakanlığı’nın halkın vergileri dışında bir gelir kaynağı yok.
Sayın Milli Eğitim Bakanı, benzer durumda olan başkaca aileler varsa lütfen kamuoyuna açıklayınız. Emin olun başka Soner’ler ölmeden merhametli milletimiz, cezaevlerindeki anneleri kurtaracaktır. Ha siz ödemişsiniz ha biz! Hiç farkı yok. Ve fakat sahiden bir şeyler yapmak istiyorsanız eğitim sistemini paraya mahkûm eden anlayışı nasıl değiştirebileceğimiz üzerine kafa yormakla başlayınız. Bunun tüm dünyada başarılı örnekleri var. Buna karşı gelen sermaye grupları varsa ve buna gücünüz yetmiyorsa hiç olmazsa bunları teşhir edin. Başka türlüsünü düşünmek bile istemiyoruz zaten.
STAR-AÇIK GÖRÜŞ