Bu yazı herkese ulaşmalı
Telefonun öbür ucundaki ses, karaya vurmuş ve birileri tarafından denizle buluşturulmayı bekleyen bir yaralı yunusun çıkardığı sesi andırıyor sanki
Analitik bakiş’tan Hamit Kunt kendisine gelen bir telefondan sonra neden böyle bir YAZI YAZDI.
Telefonun öbür ucundaki ses, karaya vurmuş ve birileri tarafından denizle buluşturulmayı bekleyen bir yaralı yunusun çıkardığı sesi andırıyor sanki. Veya apartman boşluğunda itfaiye bekleyen bir kedi yavrusu... Şehrin göbeğinde, binlerce insanın gözü önünde yirmi beş yıldır yaşanan bir dram. Bir kadın… Yalnız kalmış bir anne… Toplum tarafından yalnız bırakılmış değil, devlet tarafından ilgisizliğe terk edilmiş, göz önünde kayıp bir vatandaş.
Aslında bu satırları tekrar yazmak istemezdim. İsterdim ki, devlet, gördüğü ve bildiği bu dramı sonlandırsın. Çünkü devletin vatandaşlık işlerine bakan il müdürlüğü ve genel müdürlüğü, sosyal hizmetler müdürlüğü, sosyal yardımlaşma vakfı il müdürlüğü, belediyesi, kaymakamlığı, ilgili vali yardımcılığı bu dramı biliyor. Hepsinin kayıtlarında var. Hatta özellikle gönüllüler tarafından ilgilenilmiş, valinin halk gününe çıkarılmış, bahsettiğim ilgili makamlarla defalarca görüşülmüş, en sonunda medyaya da “kimliksiz kadının dramı” diye haber olunca bizzat ilgili genel müdürlük tarafından ilgilenilmiş bir konudan bahsediyorum.
Ama yine O, geliyor Deniz Feneri Ege Temsilciliği’ne kollarını gösteriyor. Camiden su taşımaktan çok yorulduğunu, elektriği olmadığı için yemeklerinin bozulduğunu anlatmaya çalışıyor tekrarından usanmadan. Bu anlatış, onlarcasının sondan tekrarı.
Beni soruyor. Ankara’ya taşındığımı söylüyorlar. Telefonla görüşmek istiyor. Şaşırıyorlar, kulağı duymayan, dolayısıyla dili dönmeyen, kendini ifade etmek için Türk lügatinden bir kelime bile bilmeyen bir kadın, telefonla konuşmak istiyor. Kıramıyorlar.
Telefonum çalıyor…”Fatma Azman sizinle konuşmak istiyor” diyorlar. “Nasıl yani” diyorum. “Valla bilmiyoruz, telefonu işaret etti ve sizi tarif etti, biz de kıramadık” diyorlar. “Tamam, verin bakalım” diyorum.
Telefonun ahizesi el değiştirince, ince, kırılgan, titrek, ağlamaklı, mırıl mırıl bir ses… Aynı terennümler devam ediyor dakikalarca. Terennüm diyorum. Çünkü bir yönetmen duysa, ilgilense ve bir kadın dramasının müziğinin içine yerleştirse bu sesi, izlerken yürekler dayanmaz sanırım.
O konuşuyor (sesler çıkarıyor),ben dinliyorum. Her demek istediğini de anlıyorum. Diyor ki, demek istiyor ki, “ sizin buralardan gittiğinize çok üzüldüm. Ben sizi seviyorum. Ayrıca şu bizim kimlik meselesi ne oldu? Benim her gün camiden su taşımaya kollarım artık dayanmıyor. Ne olur…
Ne olur… Yalvarırım ne olur bir şeyler yapın…”
Odamda iş takibi için oturan personel, anlıyor durumun nazikliğini, “Hamit Bey, ben sonra geleyim” diyor. Yalnız kalıyorum. Camdan dışarı bakıyorum dakikalarca. Hayat devam ediyor. Herkesin bir dramı var elbette. Ama böylesi, böyleleri kaç tane var ki?
Vatandaşlık ve nüfus işleri genel müdürlüğünü arıyorum. Hikâyeden bahsediyorum. İstifini bozmayan bir memur sesi, “Dosya emniyet tahkikatında bey efendi” diyor. Ve ekliyor bir cümle daha memur kardeşim. “Bu işler yıllarca sürebilir.”
Anlıyorum. Ama hazmedemiyorum. Böyle kaç hikâye vardır ki? Üstelik İzmir ilinin bilmeyen mülki amiri yok gibidir bu dramı. Üstelik Deniz Feneri personel ve gönüllüleri bizzat takip ediyorlar dosyayı. Üstelik basına konu olunca, genel müdürlükten bu dosyayı acil istiyorlar. Bütün bunlara rağmen, devletin bürokratik kör kuyusunda bekliyor adsız, kimliksiz, rahmetli 25 yıllık eşinin Fatma’sı. Rahmetli ona “Fatma” demişti. Ama devlet bir türlü, bir kâğıt parçasına “Fatma” yazıp eline veremedi.
Bu satırları, istiyorum ki, vatandaşlık ve nüfus işleri genel müdürü okusun. Hatta iç işleri bakanına, hatta başbakana ve hatta cumhurbaşkanına okusun birileri. Çünkü biliyorum ki, hiç birinin yüreği, bu drama “olur” diyemeyecektir. Hiç birinin mantalitesi bu ve benzeri vakıaların bürokratik kör kuyuda beklemesine razı olmayacaktır. Aslında, “bürokratik kör kuyu” tabirime, önce onlar karşı duracaklardır.
Bu olayla ilgili daha önce yazdığım yazının ve basında çıkmış bir haberin linkini de veriyorum aşağıda.
Bu satırlar, çare arayışlarımızın masum serzenişleridir. Zülf-i yâre dokunmuş olabilirim. Ama, yâr da bilsin ki,
Yâr olan dokunur zülfüne yârin.
http://www.yeniasir.com.tr/HayatinIcinden/2010/04/29/kimliksiz_kadina_yeni_bir_yasam
Kaynak: