Alkış, Güneydoğu'nun nabzını tuttu
Eğitimci İnsan Hakları Aktivisti Mehmet Alkış, anayasa değişikliğine ilişkin “Evet demek için çok gerekçe var.
Eğitimci İnsan Hakları Aktivisti Mehmet Alkış, anayasa değişikliğine ilişkin “Evet demek için çok gerekçe var. Hayır demek için ortada ciddi bir sebep görünmüyor” dedi. Darbe anayasalarıyla yönetilen bir ülkede, toplumun iradesinin bir anayasa metnine ilk defa yansıdığını belirten Alkış, “Bunu önemli saymak gerekir” diye konuştu.
Gaziantep’te yaşayan Alkış, Güneydoğu’da BDP’nin boykotuna rağmen “evet” oylarının yüzde 50 seviyesinde olacağını öngördüğünü belirtti. Alkış, “Kürtlerin önemli bir bölümü BDP’nin ‘boykot’ tavrını doğru bulmuyor” dedi.
Değiştirilmesi istenen mevcut anayasanın temel yaklaşımı ve olumsuzlukları hakkında neler söylenebilir?
Anayasa, siyasal ve hukuki literatüre modern dönemde girmiş bir kavramdır. Bizde ilki 19. yüzyılın son çeyreğinde yürürlüğe giren ve günümüze kadar birçok değişikliğe uğramış anayasalar, toplum kesimlerinin ihtiyaç ve onayıyla oluşturulmuş belgeler değildir. Tepeden inmeci, baskıcı, totaliter, çoğulculuğa karşı, tek tipleştirici, buyurgan, seçkinci ve ayrılıkçı özellikleri öne çıkan metinlerdir. Dünyadaki pek çok örneğine paralel olarak ülkemizde bugüne kadar oluşturulan anayasalar bu çerçeveyi korumuşlardır. Ulusçuluk ve Din-dışılık (Din karşıtlığı) bu metinlerin temel vasıflarını oluşturmuştur.
Böyle olduğu içindir ki; belirlenmiş bir vatandaş ve toplum tipi dışında farklı özelliklere sahip bireylerin ve kesimlerin varlığına tahammülü yoktur. Asimile etmeden onların yaşamasına izin vermez. Toplumsal hayattan soyutlanmalarının dışında bir seçenek bırakmaz. Çoğulcu bir yapıyı temsil etmediği için de çatışmayı tırmandıran bir karaktere sahiptir.
Modern dönemde Batı’nın tüm dünyada yaygın bir model olmasını özellikle teşvik ettiği Ulus-Devletler, Batı dışı dünyada hep baskı ve askeri güce dayalı rejimler olarak var olagelmişlerdir. Bunun için başta İslam coğrafyası olmak üzere Afrika, Asya ve Güney Amerika’ya göz atmak yeterince fikir sahibi olmamızı mümkün kılar. O kadar ki, Ulus-Devlet; askeri rejim, askeri yönetim, askeri vesayet, kısaca militarizmle eş anlam ifade edecek bir kimlik kazanır olmuştur. Doğal olarak dünyadaki örneklerine paralel olarak bizde de anayasalar askerler tarafından toplumun talep ve ihtiyaçları dikkate alınmadan oluşturulmuştur. Bundan dolayı; toplum sindirilmiş, bireysel hak ve özgürlükler reddedilmiş, farklılıklar dayatmayla tek tipleştirilmeye zorlanmış, devlet kutsal, yönetenler ayrıcalıklı ve dokunulmaz, yoksulluk diz boyu, gelir adaletsizliği uçuruma dönüşmüştür.
Peki, toplumun ihtiyaçlarını, talep ve beklentilerini karşılayacak bir Anayasanın çerçevesi nasıl olmalı?
Farklı kimliklerin ortak mutabakatıyla bir arada yaşamanın şartlarını belirleyecek ve modern dönemin ürettiği anayasa kavramının zaaflarını aşan bir yetkinlikle oluşturulacak bir “Toplumsal Sözleşme” niteliğinde olmalıdır. Farklı etnik yapı ve inançlara sahip toplum kesimlerinin birlikte yaşamasına imkan sağlayacak çoğulcu vasıflara sahip olmalıdır. Bunun için Batı’nın sığ ve yetersiz tecrübesi ile yetinilmemelidir. Kendi tarih ve medeniyet tecrübemizin ortaya koyduğu geniş imkanlardan da yararlanılmalıdır.
Yukarıda çizilen çerçeveye uygun, yani olumsuzluklardan arındırılmış, toplum kesimlerini kaynaştıran bir Anayasa yapılabilir mi?
Toplumsal barışın sağlanması için böyle bir Anayasanın yapılması zorunludur. Buna şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için şartların sonuna kadar zorlanmasından başka çare kalmamıştır. Çünkü Anayasa, en temel mutabakat belgesidir. Bu mutabakat sağlanmadan, bir arada yaşamanın şartları oluşturulmadan, toplumsal barış sağlanamaz ve diğer alanlardaki sorunların çözülmesi beklenemez.
Ulus-Devletin iki temel karakteri olan ve bizim toplumsal şartlarımızdan neşet etmediği için uygulamada derin kırılmalara yol açan Ulusçuluk ve Dindışılık (bizde Din karşıtlığı); Devleti, etnik ve inanç farklılığına sahip olan bütün kesimlerle karşı karşıya getirmiştir. Bu karşıtlık, açık veya gizli sürekli bir çatışma halini almıştır. Etnik farklılığa sahip ikinci büyük kitle olan Kürtlerle, Ulus-Devlet arasında süren çatışma, artık devasa bir soruna dönüşmüştür. Aynı şekilde, ülkenin tamamına yakınını oluşturan inanç gurubu olarak Müslümanlarla yaşanan karşıtlık, giderek katlanan, katlandıkça çözümü güçleşen sorunlara yol açmıştır. Bu iki büyük kitlenin yanında; diğer etnik ve inanç gruplarının da irili ufaklı bir takım sorunlarla karşı karşıya oldukları bilinmektedir. Bu durumun telafi edilemez tarihi sorumluluklar, hesaba sığmaz maddi ve manevi kayıplar barındırdığı artık ayan beyan ortadadır.
Bu sürdürülebilir bir durum değildir. Sürdürülmesi halinde, daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olur. Onun için kısır çekişmelere son verilerek, ortak irade ile, her kesimin rızası ve haklarını kabul eden, baskı ve dayatmadan arındırılmış bir Anayasanın yapılması öncelikli ve ertelenemez acil bir ihtiyaçtır.
Referanduma götürülen kısmi anayasa ne anlam ifade ediyor? Evet mi hayır mı?
Kutsal Devlet mantığına sahip insanların nezdinde, Devleti ayakta tutan temel belge olarak Anayasa da kutsal bir metin hükmündedir ve buna uygun muameleye tabi tutulur. Bu zihin yapısına sahip olanlar, kutsallarına el atanlara karşı güçlü bir direniş gösterirler, zaman zaman saldırgan bir tutum içine de girerler. Statükodan beslenirler. Çıkarlarının zedeleneceği, ayrıcalıklarının ortadan kalkacağı, sahip oldukları güç ve hegemonyanın zaafa uğrayacağını hissettiklerinde beslendikleri düzenin zarar görmemesi için her yola başvururlar. Bunun için her türlü komployu, suikastı, içeride ve dışarıda işbirliğini, illegal faaliyeti, halkın iradesini ipotek altında tutacak ilişkileri meşru ve gerekli kabul ederler. Askeri darbeler de statükonun güçlenmesi ve sürdürülmesi için başvurdukları en etkin müdahale aracıdır.
Böyle olduğu içindir ki; son yıllarda gösterilen bütün çabalara rağmen, seçilmişler eliyle yeni bir Anayasanın yapılması mümkün olmadı. Belki de, buna izin verilmedi demek daha doğru olur. Konunun gündeme geldiği her dönemde, bir kaşık suda fırtınalar koparıldı, engelleyici her türlü mekanizma devreye sokuldu. Toplumda yaygın bir talep olmasına rağmen uzlaşma arayışları sekteye uğratıldı. Sistem dışına itilmiş, dışlanmış, ötekileştirilmiş kesimlerin hak ve taleplerinin Anayasal güvence altına alınması için yapılan bütün girişimler, devletçi/statükocu reflekslerle geri püskürtüldü.
Şartların bu denli namüsait olduğu bir ortamda, seçilmişler tarafından gerçekleştirilmiş bir Anayasa değişikliği, bütün eksiklerine ve yetersizliğine rağmen önemli bir adımdır. Sembolik değeri yüksektir. Statükonun direncini kıran bir hamledir. Anayasanın tümüyle değişmesi için yapılacak girişimlerin önünü açacak bir etkiye sahiptir. Sivil toplumun kendi meselesine sahip çıkmasını, özgüven sahibi olmasını teşvik edicidir.
Darbe anayasalarıyla yönetilen bir ülkede, toplumun iradesi seçilmişler aracılığıyla bir anayasa metnine Türkiye tarihinde neredeyse ilk defa yansıyor. Bunu önemli saymak gerekir.
Değiştirilecek maddelere dayalı olarak bugüne kadar işlenmiş pek çok yanlış, baskı, haksızlık, zulüm ve hak ihlalinin; “evet” denmesi halinde bundan sonra işlenmeme ihtimali bulunmaktadır. “Hayır” dersek bu olumsuzlukların devamından yana tavır almış oluruz. “Evet” demek için çok gerekçe var. “Hayır” demek için ortada ciddi bir sebep görünmüyor.
Muhalefet partilerinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muhalefet partilerinin tutumunda alışkın olmadığımız, beklemediğimiz bir durum yok. CHP; Ulus-Devleti kuran, resmi ideolojiyi geliştiren, çoğulculuğa karşı, baskı ve dayatmayla “yeni bir ulus inşa etme” fikrinin mucidi, statükodan beslenen, din karşıtı laikçi tutumuyla bilinen, katı merkeziyetçi, toplumun değerlerini gerilik olarak algılayan ve daha sayılabilecek benzer öncelikleri olan bir partidir. Değişim, yenileşme, demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi konularda sabıkalı bir geçmişe sahiptir. Sosyal Demokrasiyi slogan seviyesinin ötesine taşıramamıştır.
MHP ile CHP arasında temel yaklaşımlar, devletçi-ulusalcı refleksler açısından önemli bir fark bulunmamaktadır. Sadece MHP, dine karşı olan tutumunda CHP kadar ileri gitmemiş, toplumsal değerlerle kavgasını daha alt seviyede sürdürmüştür.
Bu yüzden MHP ve CHP’nin, Ulus-Devlet İdeolojisini geriletecek her türlü girişime karşı benzer tepki göstermesi, bilinçaltının dışavurumu olarak değerlendirilmelidir. Anayasa değişikliğinde ortak bir tavır göstererek “Hayır” demelerinde yadırganacak, şaşılacak bir durum yoktur.
Güneydoğu’da oylar ne yönde çıkabilir?
Kürt sorunu çerçevesinde siyasi bir mücadele yürüten kesim (BDP), ülkenin en yakıcı ve öncelikli sorunu konusunda, hiçbir maddenin yer almaması nedeniyle değişiklik paketine olumsuz bakmaktadır. Siyasi mücadelesinin varlık nedeni olan bir konuda, çözüme katkıda bulunacak bir adım atılmamasına tepki göstermeleri anlaşılır bir durumdur. Bunu kabul etmek hakşinaslık olur.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, Kürt sorununun çözümü için ilk kez irade geliştiren, adımlar atan, bu yönde siyasi risk alan ve açılımı sürdüreceğini de beyan eden, bu değişikliklerin sahibi olan partidir. Ayrıca bu paket geçtiği taktirde Anayasanın tümünü değiştirmeyi de vadetmektedir.
Bir yanda değişime açık ve Kürt sorununun çözümüne olumlu katkıda bulunmuş Ak-Parti, diğer yanda yukarıda tanıtmaya çalıştığımız, statükocu, ulusalcı (Türk Milliyetçisi) CHP ve MHP bulunmaktadır. CHP ve MHP’nin varlık nedeni mevcut ulusalcı yapıyı korumak olduğuna göre, Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmaları düşünülemez. Hatta şimdiye kadar olduğu gibi, sorunun büyümesi ve şiddetin sürmesinden yana bir tutum içinde olacakları bellidir.
Bu manzara karşısında; BDP’nin bu pakete karşı olmakla birlikte, bu denli katı bir tutum içinde olmaması ve ulusalcı/statükocu partilerin safında yer almaması beklenirdi. “Hayır” oylarının fazla olması halinde, Kürt sorunu çevresinde çatışmanın tırmanacağını kestirmek çok zor olmasa gerektir. Zira böyle bir durumda statüko güç kazanacaktır.
BDP’nin bu tutumuna rağmen Güneydoğuda “evet” oyları, yüzde elli seviyesinde olacak gibi görünüyor. Kürtlerin önemli bir bölümü BDP’nin “boykot” tavrını doğru bulmuyor. Ak Parti’nin oy yüzdesi de dikkate alındığında “evet” oylarının düşük olmayacağı tahmin edilebilir.
Bu anayasa referandumu AK Parti’nin güven oylaması mı?
Kazanan tarafın bunu güven oylaması olarak göreceğine şüphe yok. Kaybeden daha önce ne söylemiş olursa olsun toplum önünde bunun güven oylaması olmadığını, çeşitli mazeretlerin arkasına sığınarak kendini ve toplumu inandırmaya çalışacaktır.
Gerçekçi olmak gerekirse, aslında bir güven oylaması olarak düşünülmesinde yadırganacak bir yön bulunmamaktadır. Daha sonraki siyasal gelişmelere bu referandumun yön vermesi kaçınılmazdır.
KLASGAZETE