Ali Çolak'ın Bayram Hüznü
Kim ne derse desin, İstanbul'da bayramlar, yoksulların şehri bütünüyle 'ele geçirdiği' günlerdir.
Yazar Ali Çolak bugünkü yazısında okurlarıyla bayram düşüncelerini, endişelerini, üzüntülerini paylaşıyor:
Evlatlar, çocuklarını alıp babalarının bayramını kutlamaya gitmiyor. Bizim şehirli okuryazar takımının kabullenilmiş yalnızlığı, bu büyük halkın bayramından, geleneğinden kopuşu adamakıllı hüzün verici...
Bayram namazını kıldığım mahalle camiinin önü hakikaten bayram yeri! Birbirine uzun uzun sarılıp bayramlaşan insanlar, satıcılar, dilenciler, koşturan çocuklar... Maşallah herkes birbirini tanıyor. Fakat benim gibi biraz öteden gelen site sakinleri, ayrık otu gibi ortalıkta kalakalıyor. Giyim kuşamları, acemi tavırları mahalleli olmadıklarını hemen ele veriyor. Etrafa bakıp elini öpecek bir ihtiyar arıyorum. Kim bilir Anadolu'nun hangi köyünden çıkıp gelmiş, buralara yerleşmiş bir pir-i fâni, iki elinde iki baston; yere çömelmiş... Bütün bir halkın, uzakta olup da bayramlaşamadığım bütün akrabaların, bütün büyüklerin ve kimsesiz ihtiyarların elini öper gibi onunla bayramlaşıyorum. Vicdan azabını dindirmenin kolayca bir yolu... Sitenin otoparkına geldiğimde görüyorum ki bütün arabalar yerli yerinde, hiçbiri kımıldamamış. 'Yahu burada kimse bayram namazına gitmedi mi!..'
En iyisi, şehre çıkıp halkın bayramına karışmak... Bakırköy, Sultanahmet, Eminönü, Köprü, Karaköy, Galata, İstiklal... Yeniyetmelik zamanlarımızın bayramlarında, sabahın erken saatinde sokağa fırlar, el öper, para ve şeker toplar, öğleden sonra da şehre inip sinemaların önünde kuyruk olurduk. Bakırköy meydanını dolduran ve gruplar halinde büyük alışveriş merkezlerine akan gençleri görünce o günleri hatırlamadan edemiyorum. Küçüklü büyüklü çocuklar, gençler ışıltılı vitrinlere baka baka AVM'leri dolduruyor. Bayram eğlencesi biraz da vitrinlere bakmak değil midir?
Kim ne derse desin, İstanbul'da bayramlar, yoksulların şehri bütünüyle 'ele geçirdiği' günlerdir. Varlıklılar tatile çıkmıştır; okuyup yazmışlar, entelektüeller, şehirde kalmışlarsa bile evlerinde oturup pineklemeyi, kafa dinlemeyi tercih etmiştir. Normal zamanlarda çıkıp İstanbul'u gezemeyen, istediği mekânlara gidemeyen varoş çocukları, dar gelirliler, yoksullar toplu taşıma araçlarının ücretsiz oluşunu da fırsat bilip 'merkez'e çıkmışlardır. Artık şehrin insan manzarası tamamen değişmiştir! Eminönü'nden Galata Köprüsü'ne doğru akan kalabalığı bir görmelisiniz... Belki de ilk defa buraların tadını çıkaran yaşlı kadınlar, el ele tutuşmuş yeni evliler, ak sakallı dedeler, üzerlerindeki o ezikliği atmış, şehrin gerçek sahipleri gibi az bulunur bir rehavetle, tatlı bir huzurla köprüden geçiyor; bir yere yetişmek zorunda olmamanın sükunetiyle yürüyorlar. Ve elbette turistler, onlar da bugün İstanbul'a bir şeyler olduğunun farkında, onlar da bu huzurdan, dinginlikten, herkesin payına düşen hoşgörüden memnun gönüllerince geziniyorlar.
Köprüden Karaköy'e, oradan Galata Kulesi'ne doğru uzandığınızda, şehrin o değişen insan manzarası kendini adamakıllı hissettiriyor. Sahi bu çocuklar nereden geliyor? Çoğunluğu 13-18 yaş arası kızlı erkekli gruplar, belki de hiçbir zaman olmadıkları kadar serbest, huzurlu, kaygısız bütün sokaklardan akıyor. Giyimleri, saç tipleri, davranışlarıyla 'biz buraların insanı değiliz' diyorlar. O dev binaların, bankaların, turistik mekânların önünden, bir günlük saltanatlarını ilan ederek geçiyorlar. Bayram, belki de üç günlüğüne bütün statüleri, ayrıcalıkları ortadan kaldırıyor, herkesi eşitliyor ve bütün mekânları ortak bir kullanım alanına dönüştürüyor.
Ve İstiklal Caddesi... Yıl boyu daha çok zenginlerin, entellerin, sanatçıların, eyyamcıların hınca hınç doldurduğu o ışıltılı cadde, bayram günü yeni ve pek de alışık olmadığı sakinlerini ağırlıyor. Güneş yanığı yüzleriyle yoksul varoş çocukları, yeniyetmeler, genç işçiler, işsizler, torununun elinden tutmuş hanım teyzeler, kasketli beyamcalar, uzak semtlerden şehre inmiş yeni evli çiftler... Cadde baştan sona bir 'Mesut insanlar fotoğrafhanesi'ne dönüşüyor. Vitrinlerin içi değilse bile dışları bedava nasıl olsa, gezmek, yürümek bedava!.. Fakat yine de bayram, bereketiyle geliyor. Çocukları sevindirecek bir oyuncak, balon, çikolata, kesesine göre herkes kendisini, çocuklarını, torunlarını mutlu edecek, günü bayrama dönüştürecek bir eğlence icat edebiliyor. İstiklal'in 'asli' sakinleri tatil beldelerinden, evlerinden çıkıp gelse ve bu bayramlık kalabalıkla karşılaşsa kim bilir ne kadar şaşıracak...
Evlatlar, çocuklarını alıp babalarının bayramını kutlamaya gitmiyor. Bizim şehirli okuryazar takımının kabullenilmiş yalnızlığı, bu büyük halkın bayramından, geleneğinden kopuşu adamakıllı hüzün verici...
Bayram namazını kıldığım mahalle camiinin önü hakikaten bayram yeri! Birbirine uzun uzun sarılıp bayramlaşan insanlar, satıcılar, dilenciler, koşturan çocuklar... Maşallah herkes birbirini tanıyor. Fakat benim gibi biraz öteden gelen site sakinleri, ayrık otu gibi ortalıkta kalakalıyor. Giyim kuşamları, acemi tavırları mahalleli olmadıklarını hemen ele veriyor. Etrafa bakıp elini öpecek bir ihtiyar arıyorum. Kim bilir Anadolu'nun hangi köyünden çıkıp gelmiş, buralara yerleşmiş bir pir-i fâni, iki elinde iki baston; yere çömelmiş... Bütün bir halkın, uzakta olup da bayramlaşamadığım bütün akrabaların, bütün büyüklerin ve kimsesiz ihtiyarların elini öper gibi onunla bayramlaşıyorum. Vicdan azabını dindirmenin kolayca bir yolu... Sitenin otoparkına geldiğimde görüyorum ki bütün arabalar yerli yerinde, hiçbiri kımıldamamış. 'Yahu burada kimse bayram namazına gitmedi mi!..'
En iyisi, şehre çıkıp halkın bayramına karışmak... Bakırköy, Sultanahmet, Eminönü, Köprü, Karaköy, Galata, İstiklal... Yeniyetmelik zamanlarımızın bayramlarında, sabahın erken saatinde sokağa fırlar, el öper, para ve şeker toplar, öğleden sonra da şehre inip sinemaların önünde kuyruk olurduk. Bakırköy meydanını dolduran ve gruplar halinde büyük alışveriş merkezlerine akan gençleri görünce o günleri hatırlamadan edemiyorum. Küçüklü büyüklü çocuklar, gençler ışıltılı vitrinlere baka baka AVM'leri dolduruyor. Bayram eğlencesi biraz da vitrinlere bakmak değil midir?
Kim ne derse desin, İstanbul'da bayramlar, yoksulların şehri bütünüyle 'ele geçirdiği' günlerdir. Varlıklılar tatile çıkmıştır; okuyup yazmışlar, entelektüeller, şehirde kalmışlarsa bile evlerinde oturup pineklemeyi, kafa dinlemeyi tercih etmiştir. Normal zamanlarda çıkıp İstanbul'u gezemeyen, istediği mekânlara gidemeyen varoş çocukları, dar gelirliler, yoksullar toplu taşıma araçlarının ücretsiz oluşunu da fırsat bilip 'merkez'e çıkmışlardır. Artık şehrin insan manzarası tamamen değişmiştir! Eminönü'nden Galata Köprüsü'ne doğru akan kalabalığı bir görmelisiniz... Belki de ilk defa buraların tadını çıkaran yaşlı kadınlar, el ele tutuşmuş yeni evliler, ak sakallı dedeler, üzerlerindeki o ezikliği atmış, şehrin gerçek sahipleri gibi az bulunur bir rehavetle, tatlı bir huzurla köprüden geçiyor; bir yere yetişmek zorunda olmamanın sükunetiyle yürüyorlar. Ve elbette turistler, onlar da bugün İstanbul'a bir şeyler olduğunun farkında, onlar da bu huzurdan, dinginlikten, herkesin payına düşen hoşgörüden memnun gönüllerince geziniyorlar.
Köprüden Karaköy'e, oradan Galata Kulesi'ne doğru uzandığınızda, şehrin o değişen insan manzarası kendini adamakıllı hissettiriyor. Sahi bu çocuklar nereden geliyor? Çoğunluğu 13-18 yaş arası kızlı erkekli gruplar, belki de hiçbir zaman olmadıkları kadar serbest, huzurlu, kaygısız bütün sokaklardan akıyor. Giyimleri, saç tipleri, davranışlarıyla 'biz buraların insanı değiliz' diyorlar. O dev binaların, bankaların, turistik mekânların önünden, bir günlük saltanatlarını ilan ederek geçiyorlar. Bayram, belki de üç günlüğüne bütün statüleri, ayrıcalıkları ortadan kaldırıyor, herkesi eşitliyor ve bütün mekânları ortak bir kullanım alanına dönüştürüyor.
Ve İstiklal Caddesi... Yıl boyu daha çok zenginlerin, entellerin, sanatçıların, eyyamcıların hınca hınç doldurduğu o ışıltılı cadde, bayram günü yeni ve pek de alışık olmadığı sakinlerini ağırlıyor. Güneş yanığı yüzleriyle yoksul varoş çocukları, yeniyetmeler, genç işçiler, işsizler, torununun elinden tutmuş hanım teyzeler, kasketli beyamcalar, uzak semtlerden şehre inmiş yeni evli çiftler... Cadde baştan sona bir 'Mesut insanlar fotoğrafhanesi'ne dönüşüyor. Vitrinlerin içi değilse bile dışları bedava nasıl olsa, gezmek, yürümek bedava!.. Fakat yine de bayram, bereketiyle geliyor. Çocukları sevindirecek bir oyuncak, balon, çikolata, kesesine göre herkes kendisini, çocuklarını, torunlarını mutlu edecek, günü bayrama dönüştürecek bir eğlence icat edebiliyor. İstiklal'in 'asli' sakinleri tatil beldelerinden, evlerinden çıkıp gelse ve bu bayramlık kalabalıkla karşılaşsa kim bilir ne kadar şaşıracak...
Kaynak: