Ulvi SEVECEN
TÜRKİYE “VEKÂLETEN DEVLET “ OLMAK İSTEMİYOR
Ülkemiz hem iç hem de dış politik dengeler noktasında oldukça kritik bir süreçten geçiyor. Yakın tarih itibariyle, yurt içinde bir yandan 1980 öncesinde ve 1990’lı yılların ortalarında yaşanılan öfke ve nefret ateşinin tekrar ve misliyle yaşatılma gayretleri diğer yandan devlet yönetimi arasına sokulmaya çalışılan nifak kampanyaları, halkın devletine karşı güven duygusunu zedeleyecek nitelikte terör saldırıları, dışarıdan ise komşularımızın beklenmedik “buda mı olacaktı?” dedirten politik tavırları Türkiye’nin başının ağrımasına neden olmaktadır.
Bölgemizde İran, Irak, Suriye özellikle de İsrail ile ilişkiler dostluk ve komşuluk boyutunda eski çizgisinden uzaklaşmış durumdayız. Merkezi hükümet Bağdat’la arası bozulmuş ancak kuzeyde Erbil’le kurmaya çalıştığı ilişkilerle bunu dengelemeye çalışırken, BM’in ambargolarına karşı hep savunduğu İran’dan da umulmadık darbeler yemeye devam ediyor.
İlk bakışta aleyhte gibi görünen tüm bu gelişmeler, güçsüz bir Türkiye ve diğerleri tarafından kuşatılması izlenimi verebilir. Ancak böylesi bir durumun, güçsüz ve figüran bir ülke imajından daha ziyade bulunduğu bölgede birbirleriyle çatışmayan fakat "vekil devletler" aracılığıyla savaşan, büyük devletlerin paylaşım savaşında vekil devlet statüsünü kabullenmeyip direk pazarlık masasında olmak istemesinden kaynaklandığını açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz.
Geçmişte Türkiye’nin, büyük devletlerin senaryolarını gerçekleştirmede vekil ülke olduğu dönemlerde hiçbir ülke bunu sorun olarak kabul etmemekteydi. Hatta 1950’de Kore’de, 1993’de Somali’de en zinde güç olarak savaştığında hep takdir görüyordu. Şimdilerde “locada bulunma” isteği olunca işler değişi verdi birden.
Artık bölgesel siyasetin her bir ülke tarafından en ince ayrıntılarıyla türlü şekillerde oynandığı bu alanda Türkiye, tüm dünyanın ilgi alanına girmeyi başarmış görünüyor. Her bir süreçte - özellikle Suriye – büyük devletlerle tabiri caizse aşık atmaya kalkan bir Türkiye var, bu ise pazarlık masasındaki ve de bölgede aynı şekilde liderliğe oynayan İran ve İsrail’i son derece endişelendirmektedir. Sadece bu iki devletle de sınırlı kalmayacak belki de ileriki süreçte bu etkinlik çabalarıyla Batı eksenli diğer devletler de endişelerini gizleyemeyeceklerdir. Yani Türkiye her iki tarafın da kaygılarını arttıracak korkulu bir rüya olmaya başlamıştır.
Özellikle Suriye’de Ankara’nın isteği bir iktidar değişikliği olursa, İsrail çerçevesinde Tel-Aviv hükümeti, Şam ve Kahire’deki iki ayrı İhvan-ı Müslimin arasında kalacaktır. Dahası yeni yapı, Golon Tepeleri’ni geri bile isteyecektir. Bu sebepler noktasında İsrail Ankara’nın eskisi gibi figüran yahut da vekil/yardımcı oyuncu olarak kalacağı bir değişimden yana isteğini ortaya koymaktadır.
Eğer Türkiye’nin yönlendirmeleriyle Suriye’de siyasi ve idari bir dönüşüm yaşanırsa bu başarı Türkiye’yi “bölgesel güç” statüsünden alıp, “küresel güç” statüsüne çıkaracaktır. Fakat bu sonuca ne İsrail, ne İran ve ne de bunları destekleyen güçler (Rusya ve Çin) sessiz kalmayacaklardır…
Türkiye artık Esed’in gitmesini istiyor. Rejimi muhatap görmek istemiyor. Gelecekte kendini bağlayacak olumlu veya olumsuz şartlar ile deklare edilen Suriye politikası da bu istek üzerinden devam ediyor. Temel düşünce ise, uluslararası toplumun da taraftar olduğu, savaşan tarafların öncelikle savaş hukukuna riayet etmelerini temin ve bir an önce şiddetli savaşın sona erdirilmesini çabalarını destekleyerek sivil halkın korunmasını sağlamaktır.
SURİYE İÇİN DİPLOMASİ ÇÖZÜM MÜ ?
Bölgesel sorunlarda sorunların çözümünde dış müdahaleden ziyade o bölgedeki ülkelerin bir araya gelip sorunları halletmeleri en makul yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla - diğerlerinin arabulucu olma rolü kabul edilebilir – bu gün Suriye krizinde çözümün diplomatik yollarla tarafların son derece realist ve samimi bir düşünce ile müzakere masasına oturmalarından geçtiğine inanmalarından geçmektedir.
Bunu başarabilmek için de Suriye’de Esed rejiminin artık meşruiyetini kaybettiğini, baskı ve zor kullanmalarla bunu kabullenmelerini sağlamak gerekmektedir. Fakat rejimin hala şiddet kullanarak muhalefeti bastırabileceklerini düşündüğü bir dönemde – devam eden çatışmalar bunu destekliyor- rejim temsilcilerini diplomatik müzakerelere çekilip, olumlu sonuçlar alınması ihtimali son derece az görünmektedir.
Şu aşamada diplomasinin bir çözüm mercii olup olmadığı sorusuna evet diyebilmek oldukça güç. Esed rejimi gidici ama zamanını kimse tayin edememektedir. Rusya ve Çin ‘in desteği devam ettikçe bizler de tahmin edemiyoruz.
Bu süreçte ;
Esed sonrası ülkeyi nasıl bir gelecek bekliyor?
Demokrasiye geçiş gerçekleşecek mi?
Gerçekleştiği takdirde siyasi hizipleşmeler hangi çizgide oluşacak?
Dini ve etnik grupların endişeleri izale edilebilecek mi? gibi sorular aklımıza gelmiyor da değil.
Muhalefetin kendi içlerinde bile bir birlik oluşturamadığına, son zamanlarda kendileri için terör estiriyorlar nitelemelerini doğru çıkartacak şiddetlere başvurduklarına bakıldığında Esed sonrası süreçte ciddi zorlukların yaşanacağını kestirebilmek hiç de zor değil…
Mübarek Kurban Bayramı'nızı en samimi duygularımla tebrik ediyorum. Bu bayram nasip olursa Tacik kardeşlerimizle beraber olacağız. İzlenimlerimi sizlerle de paylaşacağım inşallah.
ulvi_sevecen@hotmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.