Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

Tarihçi Kadir Mısırlıoğlu'nun Müslümanlığı

Altını çöpe atsan değerin kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsan çeyrek altın eder mi?..
Yaşadığı süre içerisinde devrinin en kodaman siyasileri, ilim adamları, basın yayın dünyası, üniversite gençliği, ulul elbab din adamlarıyla bırakın sadece kuru bir tanışıklığı bizzat onlarla iç içe yaşamış bir mücadele adamı Ustad Kadir Mısıroğlu!
Allah onu 86 sene yaşatmış, bir asırlık Türkiye Cumhuriyeti tarihini adeta bünyesinde barındırmış! Yani Osmanlı'nın yıkılıp üzerine Cumhuriyet Türkiye'sinin bina edildiği dönemde yaşadığı için onun hayatı say ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi olmuş. Tarihçi yazar olması hasebiyle de bütün olanları yazmış çizmiş.
O kadar çok yönlü bir kişi ki… bunları ayrı ayrı makaleler halinde yazmak isterdim! Fakat öncelikle onun Müslümanlığını yazmak istiyorum. Bu yüzden, youtubeda çok sayıda videoları var; bazılarını dinleyip notlar aldım. Onun hakkında söylenenleri ve Kadir Mısıroğlu'nun kendi yazdığı kitaplarından gene kendisini tahlil etmeye çalıştım. Bunu yaparken de niyetim Allah'ın hoşnutluğu olsun istedim! Ben küçük bir sesim; bir hazinenin varlığından haberdar etmeye çalışan! Kısık bir sesim lakin İbrahim'ine:
" Sen çağır, ben herkese duyururum diyen" Rab Teala'nın bir küçük kulu! Hakikat yolunda duvara bir taş da ben koyabilsem!..
Bu kez Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu'nun İslami yönünü araştırdım. Kitaplarından, sohbetlerinden, onun yakınlarının söylemlerinden yola çıkarak bol alıntılı bir yazı hazırladım.
Neden derseniz…
86 yıl yaşamış olan bu kıymetli insanımızın değeri bilinmiyor. Üstelik bazı çevreler onu iftiralarla küçük düşürmeye çalışıyor. Bizim insanımızın çoğunluğu verilen haberlerin aslını okuyup araştırmaz. Düz mantık gider. Ben Kadir Mısıroğlu'nu biraz araştırınca şaşakaldım. Bu 86 yıllık ömründe öyle şeyler yapmış ki; mücadele, araştırma ve 60'ın üzerinde kitap yazmış, hem de belgeleriyle!
Size şunu söyleyeyim; böyle bir insan paha biçilmez altındır! Türkiye'nin çok önemli bir değeridir. Ve birgün bunu herkes anlayacak!
Onun cesaret ve azmine bakıyorum!.. Eğer davası batıl bir dava bile olsa cesaret ve azminden dolayı ben bu adamı gene tebrik ederdim! Onun mücadele ve azmi bir efsane gibi!.. İnanılacak gibi değil! İnsan 86 yaşındayken bile 15 yaşındaki davasına sahip çıkar mı? İşte bu kararlılığa hayran kaldım!
Şimdi gelelim onun Müslümanlığına...
Üstad Kadir Mısıroğlu'nun Müslümanlığı Nasıldı?
Belki onun İslama ve şer'i düzene bu kadar tutkululuğu çocukluğunda yaşadıklarından tahlil edilebilir.
Kadir Mısıroğlu hatıralarını yazdığı, Geçmiş Günü Elerken-1 adlı kitabında çocukluk günlerini şöyle anlatıyor:
"Benim çocukluğum, kemalist inkilapların en sert tatbikatı (uygulanışı) yıllarına rastladığından dini hayat üzerindeki baskılar her vesile ile hissedilirdi. Evlerinde küçük çocuklara elif-be okutmak bile bir cesaret işi idi. Böyleleri küçük bir ihbar üzerine basılırdı. Şehirde erkek hafızlardan çocuk okutan yoktu. Ne hadlerine!.. Ancak mahalle aralarında birkaç hoca hanım bunu yapmaya çalışıyordu. Böyle hoca hanımlardan kesik kesik, birkaç merhalede az çok okuyabildim ve ancak bir hatim indirebildim.
Annemin ders aldığı Şeyh Muhammed Efendi'nin köyden şehire indiği günlerin gecelerinde el fenerleri ile mahalleler arasında endişeli ve kaçamak gidip gelmeler olur ve hatm-i haceler yapılırdı. Annem bu korkulu toplantılara beni de götürürdü."
Görüyoruz ki, Kur'an öğretmek suç! Kur'an alfabesi dahi suç! İbadet etmek suç! (Allah'ın, müslümanlar tarafından topluca anılması, hatırlanması, zikredilmesi demek olan Hatm-i hace için toplanmak suç!..)
Böyle bir ortamda; büyüklerinin tutkuyla yapmak istediği ibadetlere zorla engel olunduğu bir ortamda, bir çocuk ruhu nasıl gelişir sizce?
Böyle bir toplumdan ya korkak insanlar çıkar ya da Kadir Mısıroğlu gibi gözünü daldan budaktan sakınmayan insanlar çıkar!
Ustad Kadir Mısıroğlu, çocukluğunda, gizli gizli de olsa İslam dininin yaşanmasına ve öğretilmesine vesile olmuş olan insanlarla böylelikle bir arada bulunmuştur. Feyz aldığı bu kişilerden biri de Mısıroğlu'nun memleketi Akçaabat'ta kalaycılık yapan Kalaycı Ali'dir. Anlattığına göre Kalaycı Ali, ihlas sahibi kıymetli bir insandır ve Kadir Mısıroğlu'nun hayatında derin izler bırakır.
Geçmiş Günü Elerken- 1, sayfa 32.
"Son zamanlara kadar yaşamış olan Kalaycı Ali'nin mesleği kalaycılıktı.
Ben mesleğimden çok memnunum üstüm başım kirli, istesem de kibirli olamam!.. diyordu. Halbuki kalaycılık gibi bir mesleği olmasına rağmen üstü başı tertemizdi.
Kalaycı Ali cahiliyet devrinde, (Kişinin, İslamiyeti bilmezden önceki haline cahiliyet devri demek adettir. Yazar sanırım bunu kastediyor.) o günkü aklına göre bir hanımla evlenmişti. Erkek gibi küfreden bu haşin kadından da mesleği gibi şikayet edecek yerde memnundu. Son günlerinde hastalanmış evden dışarı çıkamıyordu. 1978 yılında onu annemle ziyarete gitmiştik. Akçaabat'ın haftası olan salı günüydü. Köyden ziyarete gelenler kapı eşiğini kirletmişlermiş. Bu mübarek adama ayak uyduramamış olan hanımı onlar hakkında en çirkin kelimelerle söyleniyor ve adeta bir erkek gibi sövüyordu. Bunları bizimle birlikte duyan ve ihtimal her gün duymaya da alışmış olan Kalaycı Ali sakin bir şekilde:
Hanım, güneş batmadan ne iyi ettin de o ağzını açtın! Bugün akşam oldu da defterime sana sabretmemin sevabını yazdıramadım diye üzülüyordum. Sağol sağol!.. dedi.
Kalaycı Ali işte, böyle kamil, kalp gözü açık bir insandı. Anlatılması gerekmez pek çok keşif ve kerametine şahid olmuşumdur. İbadet için kendine hususi bir oda yaptırmıştı. Buraya herkesi almazdı. Ben imtiyazlı idim. Çok erken yaşlarımda, akşamları sadece ona gitmek için evden çıkmama müsaade edilirdi. Benimle büyük bir insanmışım gibi konuşur memleketin başına gelem küfür belasını izah ederdi. Geleceğe dair ümitler verir ve sohbeti en canlı yerinde keserek:
Haydi şimdi biraz çalışalım… derdi. Onun dilinde çalışmak, bitip tükenmek bilmeksizin namaz kılmaktı. "
Kadir Mısıroğlu, 1950'li yıllarda Trabzon lisesinde okumaktadır. Namaz kılmayı çok sevmektedir. Fakat o yıllarda da namaz, irtica hareketidir diye kurum ve kuruluşlarda engellenmeye çalışılır. Kadir Mısıroğlu ise namaz kılanları çoğaltmak ister. Bunun hikayesini kitabında şöyle anlatır:
"Daha ilk gün, mektep dahilinde namaz kılacak bir yer aradım. Hademelerden soruşturma yaptım. Dediler ki, müdürümüz namaza pek zıttır. Onun için yatak odalarımızda gizli gizli kılıyoruz.
Alıp beni bodrum kata indirdiler. Bu kat, kalorifer dairesi, dolap haneler, kapalı spor salonu, mutfak, erzak deposu ve hadame yatakhanelerini ihtiva ediyordu. Kırktan fazla hademe vardı. Bunlardan aşçı hariç hepsi de namazlarını muntazaman kılıyorlardı.
Halbuki muallimler de kırktan fazlaydı. Onlardan sadece ikisi namaz kılarmış.
Hademeler bu haberi verdikten sonra yataklarının altında sakladıkları namaz tahtalarını gösterdiler ve:
Şuracıkta namazını kıl ve hemen savuş! Aman kimse görmesin dediler. Endişe etmekte ne kadar haklı olduklarını çok geçmeden öğrenecektim.
Ertesi gün öğle yemeği için büyük salona dolduğumuzda müdür Sırrı Dadaş Bilge, çatalla elindeki bardağa vurarak sükuneti sağladıktan sonra:
Yemeğini yiyen kalkmasın! Konuşma yapacağım, dedi.
Yemekten sonra vadettiği konuşmayı yaptı. Bu mektepte riayet edilecek hususlara dair beylik bir konuşma idi. Sözünü bitirdikten sonra:
Bir arzusu olan veya bir şey soracak kimse var mı? dedi. Parmak kaldırıp söz istedim ve dedim ki:
Hepimiz dinen mükellef olduğumuz bir yaştayız. Bize namaz kılacak bir yer tahsis etmenizi istiyoruz!
Başka namaz kılan var mı, diye sordu. Üç yüz elli kişinin içinden benden başka iki kişi daha el kaldırdı.
Üç kişi için bir yer tahsis edemem!.. dedi ve meseleyi kapattı. Bu bir beynamaz özrü idi. Hakkında hademelerden bilgi edinmiş olduğum için onun derununu (iç dünyasını) kavramakta güçlük çekmedim.
İçimden, ben sana gösteririm dedim. Ona ne gösterebilirdim. Namaz kılanları çoğaltarak elinden bahanesini almayı düşünmüştüm. Hakikaten öyle de yaptım. Kolları sıvadım. Hafta sonu Akçaabat'a gittiğimde biriktirdiğim ne kadar Büyük Doğu, Sebilürreşad, Serdengeçti ve emsali mecmua varsa bir bavula doldurup mektebe taşıdım. Birer birer arkadaşların nabzını yoklayarak müsait gördüklerime bunlardan verip okutmaya başladım. Diğer taraftan olanca kuvvetimle arkadaşları namaza teşvik ettim. Bazılarının içinde cevher varmış, çabucak uyandılar. Bazıları da esasen daha evvel kılıyorlarmış. Gündüz bahçede, akşam teneffüslerde koridorla gezinerek arkadaşlara -adeta- vaaz ediyordum."
Kadir Mısıroğlu Trabzon lisesinde, namazlarını gizli gizli kılmaya devam etmektedir. Bu durumunu hatıralarının devamında şöyle anlatır:
"Ben o sırada namazın zevkine doyamazdım. Geceleyin, iki karyola arasında, herkes uyurken ibadet galiba bana nefsani bir tatminkarlık da veriyordu. Günün birinde müdüre mutlaka yakalanacaktım."
Onun 1954'te girdiği İstanbul Hukuk Fakültesinde okurken, Fakülte bünyesinde açılan Mukayeseli Hukuk Enstitüsünde İslam hukukunu, hocalarına karşı savunuşu dikkate değer hadiselerdendir. Kendisi bunu şöyle anlatıyor.
"... Fakülte bünyesinde bir, Mukayeseli Hukuk Enstitüsü vardı. Bunun müdürü Hüseyin Nail Kubalı idi. Bir gün orada seminere gittim ve dersin sonunda:
Madem burası Mukayeseli Hukuk Enstitüsüdür. Neden hep batı hukuklarından bahsediyorsunuz? Biraz da İslam Hukukunu anlatsanız olmaz mı? diye ortaya bir sual attım. Hüseyin Nail Kubalı bu suale savsakladı ve tam o sırada zil çaldığından, gel bunun cevabını vereyim, diyerek dershaneden çıktı. Onunla odasının kapısına kadar yürüdük. Yolda bana dedi ki:
Türkiye'de bir hukuk inkılabı olmuş. Bu henüz yenidir. Eğer biz İslam Hukukunu okutsak, herkes Mecelle (İslam Hukuku kitabı) taraftarı olur.
Demekki İslam Hukukunun üstünlüğünü hepsi de biliyordu. Bir emrivaki ile karşılaşmışlar ve siyasi otoriteye boyun eğmişlerdi. Ruhumda İslam Hukuku alimi olmak hevesi uyandı. Sahaflar çarşısına koştum. Ali Haydar Efendi'nin Mecelle şerhini satın aldım. Sonra baktım bu çok geniş. On beş yirmi cilt… Derslerime engel olacak. Atıf Efendi'ninkini buldum. Onu adamakıllı okudum. O zaman Sahaflar çarşısında böyle İslam harfleriyle matbu kitaplar hem bol hem de ucuzdu."
Kadir Mısıroğlu 1956-57 yıllarında, İmam Hatip Liselerinin Kurucusu olarak şöhret bulmuş olan Celaleddin Ökten hocanın derslerine de devam eder. Geçmiş Günü Elerken adlı kitabında ondan övgüyle söz eder. Halbuki şimdiye kadar okuduklarımda Mısıroğlu, çok az kişiyi övücü kelimeler kullanır.
Kitabında onunla ilgili şu hatırasına yer verir.
"Celaleddin Ökten bize, üniversite kantinindeki münakaşalarımızda ve hatta hayat boyu lazım olacak öyle ciddi bilgiler vermişti ki; bunların yazılmamış olduğuna üzülmemek elden gelmez.
Hoca, mecburi felsefe muallimi olup da bu dersi okutmaya başlayınca, temelde ihtisası, ilm-i kelam olduğundan bu felsefi cereyanları İslamiyet önünde hallaç pamuğu gibi savuruyordu. Bütün sapık felsefi cereyanları en ince bir surette tahlil eder ve islami telakilerin onlar karşısındaki üstünlüğünü kolay kolay reddedilemeyecek bir katiyyetle ortaya koyardı.
Cumartesi günü Soğanağa Camiinde Ihya-ı Ulumiddin okuturdu. Bu derslerin zevkine doyamazdım. Hoca, beni karşısında gördüğü zaman normal tercüme ve tefsiri daha da genişleterek dinsizlere karşı mücadelede işime yarayacak fikri ve felsefi malumatlar ilavesiyle, dersini genişletir, derinleştirirdi. Her hafta dersten sonra beraber yürüyerek Beyazıd, Kapalıçarşı, Mahmudpaşa tarikiyle Eminönü'ne gelirdik. Kışları ders verdiği camiye yakın oturduğu halde yazları Boğaz'da Çubuklu'da Şeyhülislam Yalısı denilen yoldan üstte ahşap bir binada otururdu. Oraya gitmek üzere Eminönü'nden vapura binerdik. Vapurun bodrumunda seyahat ederdi. Yol boyunca kendisine aklıma gelen her şeyi sorardım. Vapurdan inince Dalgıç Mektebinin önünden üç yüz, beş yüz metre yürünüyordu. Bu yolu da beraber yürür, onu kapısına kadar getirirdim. Kapı önünde elini öper, ayrılmak için müsaade isterdim. Hep içimden geçirirdim ki:
Buraya kadar yoruldun, gel bir kahve iç de sonra gidersin, desin. Maksat kahve içmek değildi. Sohbetine doymadığım için onun devamına sebep olacak bir şeyler arardım. Lakin o, her defasında teşekkür eder ve içeriye beni buyur etmezdi. Bu bende öyle bir tiryakilik haline gelmişti ki, bazen kanuni mahzurlarına rağmen İmam Hatip mektebinde bile derslerine girerdim. Onun da muhabbeti bana aynı derecede idi. Bir hafta derslerine gitmesem dersten sonra Seyhan Talebe Yurduna (Kadir Mısıroğlu'nun işlettiği yurt) gelir beni arardı."
Kadir Mısıroğlu böylece, devrinin önemli ilim adamlarıyla görüşmüş, ulul emr alimlerin defaatle sohbetlerine karışmıştır. Nurettin Topçu, Yahya Kemal, Mükrimin Halil İnanç, Hacı Muzaffer Ozak görüşüp konuştuğu, sohbetlerini dinlediği kişilerdir. Hatta Ziya Nur, Ahmet Yücel, Refik Demir ve Mehmet Yazıcı ile kendilerine has bir topluluk kurduklarını belirtir ki sanırım bundan kastı dini meselelerdir.
Kadir Mısıroğlu, Risale-i Nur derslerine de katılır. Hatıralarında bunu şöyle anlatır:
" Bu yıllarda ben, Seyhan Talebe Yurdunu çalıştırıyordum. Seyhan Talebe Yurdu Bozdoğan kemerinde Kirazlı Mescit sokağında idi. Aynı sokakta biraz daha ileride harap bir binada bir Nur Dershanesi vardı. Burada bilhassa cumartesi akşamları ders yapılıyordu. Sık sık yurda uğrayan Ali İhsan Yurd, bazen bu derslere beni de götürüyordu. Osmanlıca'ya hakim olduğum için, her gittiğimde Risale-i Nur'u bana okuturlardı."
Zamanın, Nakşibendi Dergahı postnişini Mehmed Zahid Kotku'dan da nasiplenir. Her ne kadar ona intisab etmese de M. Zahid Kotku, çok sık uğrayıp geldiği yerdir. Mısıroğlu, hatıra kitabında Kotku rahmetullahi aleyh'den şöyle bahseder:
"Bu yıllarda en çok gidip geldiğim yerlerden biri de Zeyrek Çırçır'da Ümmü Gülsüm Camii şerifiydi. Oranın hocası merhum M. Zahid Efendi Hazretleriydi. Bursa'dan yeni gelmişti. Selefi Aziz Efendi'ye yetişememiştim. 1954'ten itibaren M. Zahid Efendi ve etrafındaki topluluk ile sıkı temasta idim. Bir çok ev sohbetlerine katılmışımdır. Böyle olduğu halde ona intisab etmedim. Bu husustaki istiharelerim hep menfi çıkmıştır. Benim nasibim başka kapıda imiş. Sonradan Efendi Hazretlerinin cemaati ile İskenderpaşaya intikalinden sonra bir teberrük dersi almışımdır.
M. Zahid Efendi'nin teveccühüne mazhardım. Sebil'i (K. Mısıroğlu'nun çıkardığı gazete) bizim gazete diye yad eder, her hafta baştan sona okutur dinlerdi. Bazen bir müridini göndererek beni aldırır iltifatlara gark ederdi. Rahmetullahi aleyh!.."
Buraya kadarki bilgilerden sonra Kadir Mısıroğlu'nu, şimdi birde onun eşi Aynur Mısıroğlu'ndan dinleyelim. Zira bir kişiyi en iyi tanıyanlardan biri de eşidir. Kadir Mısıroğlu'yla 59 yıllık bir evlilik geçiren Aynur Mısıroğlu, vefatının 1. senei devriyesinde katıldığı bir programda eşi Kadir Mısıroğlu'nu şöyle anlatmış.
"Biz, aynı fakültede okuyorduk. Birbirimizi fakülte camiasında pek tanımıyorduk… ben onu tanıyordum fakat o beni tanımıyordu. O zaman 28 Nisan olayları yani 60 ihtilalinden sonra vakalar sebebiyle Kadir bey'i bir güzel dövmüşler ve gastelere çıkmıştı.
O şekilde ismi hakkında bir bilgim vardı. O, daha ziyade kantinde oturan bense umumiyetle kütüphanelerde ve dershanelerde bulunan biri olduğum için böyle bir karşılaşmamız yoktu. Fakat o sırada ben Hamidullah beyin Edebiyat Fakultesi binasında olan dersleri takip ediyordum. O dersleri takip eden tek kız bendim. Ve tesettüre riayet eden bir tip de değildim. Yani İslami şuur uyanmamıştı, çok yavaştı. Sadece bir meraktan ibaretti. Kadir bey beni orada görmüş.
Bir gün annesi İstanbul'a gelmiş. Trabzonludurlar. Bir arkadaşımın vesilesiyle okulda bir tanışma meselesi oldu. Amma bu evlenme meselesi olarak değil de herhangi bir konuşma gibi geçti.
Sonra bir gün Heybeliada'da bir arkadaşım vardı, ona gidiyordum. Tesadüf kendisi de Yalova'dan Bursa'ya geçecekmiş. Aynı vapurda karşılaştık. Karşılaşınca daha evvel tanımış olduğum için geldi yanıma oturdu. Kitaplardan, şundan bundan bahsetti. Böylece orada daha bir yakınlaşma gibi bir durum hasıl oldu. Daha sonra da buna (evlilik) tevessül etti. Fakat benimle evlenmeyi düşündüğü zaman, bana teklif verdiği zaman henüz okulum bitmemişti. Benim aile yaşayışım onların aile yaşayışından çok farklı olduğu için bunun mümkün olamayacağını veya çok zor olacağını hissettiğim için… şurdan burdan duyduğum bilgilerle evlenmek istemedim.
Hani şurda konuşalım burda konuşalım, dışarıda umumi yerlerde… Birkaç görüşmemiz olsun, ben sizi tanımaya çalışayım siz de beni tanıyın dedim. Fakat Kadir bey, ben katiyyen dedi, bir kızla gezip tozamam dedi. Hiçbir şekilde dedi. Bu iş ya evet olacak ya hayır olacak! Bir yerde oturup konuşamam, bütün konuşacaklarım bundan ibarettir.
O zaman kendisine hayran oldum, beğendim! Fakat bunlar çok kısa zamanda olduğu için itimat etmek istemedim. Benim halamın oğluna sordum; dedim böyle bir durum var, bana izah et! Bu Kadir Mısıroğlu, herkes söylüyor biliyor ama nedir?..
Dedi ki:
İyi tarafları var, kötü tarafları var!
Sen dedim, nasıl olsa iyi taraflarını inşallah görürüm zamanla… lakin sen bana bunun kötü taraflarından bahset de ona göre ayağımı denk alayım!
Bana dedi ki kötü taraflarından; bu dedi öyle çok Allah'tan bahseder ki artık bıkarsın dedi. Çıldıracak hale gelirsin! dedi. Başka bir şey demez; Allah der, Peygamber der! Sonra dedi; bu insan gibi gezip tozmayı bilmez dedi. Zevk hayatı, sinemaydı, şuydu buydu; böyle şeyleri bilmez dedi.
Bana bunları anlattı. Eğer bunlarsa dedim kötü tarafları!.. Hani bilgili, aklı başında bir kimse gördüğüm kadarıyla. Beğenilecek bir kimse!.. Ben bu kötü taraflarına tahammül edebilirim diye düşündüm bu şekilde.
Kadir bey, evlenmek için doğrudan doğruya anneme müracaat etmek istedi. Lakin annem… annemi ayarlamak çok zor oldu!
Kadir bey çok beceriklidir. İstediği yerde her şeyi… Bizim ailede onun kafasıyla olmamakla beraber aradaki insanları buldu. Mesela benim ailemin çok hürmet ettiği, çok sevdiğimiz bir avukat abimiz vardı. Bu, Kadir beyin çok yakın arkadaşıymış. O vasıtasıyla bir yakınlaşma oldu. Bekir bey abim ( bahsedilen avukat) tahkikatını yapmış oldu. Böyle, bir arkadaş Ankara'da Kadir bey'i tanıyordu. Böylelikle arada iki tarafında anlaşacağı kişileri Kadir bey buldu. Böylece ailemi ikna etti. Bu şekilde de evlilik zuhur etti yani biz de kabul ettik.
Annem mektebi bitirmeden ne nişan ne nikah hiçbir şey yapamam dedi. Bunu da o şekilde hallettik. Nişan, nikah sonraya kaldı. Ben mezun olduktan sonra oldu.
Bunu ibret alınması için söylüyorum; gençler geziyorlar tozuyorlar. Kadir bey, ben teklif ettiğim halde gezme ve tozmayı, kat'i surette reddetti, kabul etmedi. Gezemem dedi, bir kızla dedi. Bir bakıma hoşuma gitti. Bir bakıma da şaşırdım tabi.
Kadir bey bana evlilik teklif ettiği zaman kendini bana izah etti; ben dedi davamla evliyim! Benim cihad aşkım vardır! Şu anda çok sıkışık durumdayız; bunun için bundan daha özge bir şey düşünemem dedi. Mutlak surette ikinci olmayı… Ben dedi cihad için savaşacağım; siz ikinci olmayı kabul ediyorsanız hayatımda, buna bu şekilde girin! Birinci arzum, isteğim, hevesim cihaddır dedi. İslamiyettir dedi. Ve bunu tebliğ etmektir dedi. İkinci olmayı kabul ediyorsanız!..
Böyle bir davanın ikincisi olmak bana şeref verir! Bundan dolayı memnun niyetle kabul ettim. Hiçbir itirazım olmadı. Tabi bu yükü taşımak da kolay olmadı! Büyük bir davanın yükünü, büyük bir adamın yükünü!.. Kiminle evlendiğimin farkına vardım! Demek ki tahsilimin, okumamın da bana bir faydası oldu ki kim olduğumu daha kolay keşfedebildim.
Bu süreç içerisinde ikincisi olarak aramızda; Kur'an hükmedecek dedi. Ne sizin sözünüz ne benim sözüm hiç bir şey geçmez! Biz dedi okumuş adamlarız; bakarız Allah'ın hükmü bu mevzuda ne ise ben şimdiden amenna ve saddakna inandım! Siz de dedi mademki inanan bir insansınız Allah ne dediyse onu olduğu gibi kabul edip onu öyle tatbik edeceğiz hayatımızda dedi. Bu bizim nefsimize ağır da gelse, güç de gelse bunu tatbik edeceğiz dedi.
Ve bu da bana uygun geldi. Onun için bu mevzularda hiç bir şekilde anlaşmazlık olmadı. Hatra hayatımız bir safa içinde geçti, güzel oldu. Şurdan burdan yemekten bahsetmekten ziyade tarihten, edebiyattan, dinden bahseden bir hayatımız oldu ki ben bunu böyle istiyordum. Hayatımız boyunca da bu seviyeyi tutturduk elhamdülillah!"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum