Av. Fatih ÜNAL
Son Karar Sizin!
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ
ÜLKEMİZ İÇİN BİR İHTİYAÇ MI? SİZ KARAR VERİN…
Demokrasi Serüvenimiz
Gelişmiş ülkelere nispetle Türkiye Cumhuriyeti; yakın tarihinde radikal rejim değişiklikleri ve tepeden inmeci bir yönetim tecrübesi geçirmiş olduğundan, siyaseten olgunluğa ulaşamamış bir ülkedir. 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilanı ile başlayan parlamenter sistem 150 yıldır çeşitli kesintiler olmakla beraber uygulanmaya çalışılmış ancak sistemin bizatihi kendisinden kaynaklanan işleyiş sıkıntıları nedeniyle tam manası ile verim elde edilememiş, uzun soluklu yönetimler kurulamamıştır. Koalisyonlar ile kurulan Hükümetlerin ömrü de, bu nedenle 1 yılı geçmemiştir. Bilindiği gibi parlamenter sistemin ve seküler Cumhuriyet düşüncesinin beşiği sayılabilecek Fransa’da III. Cumhuriyet sırasında dahi 1875-1914 koridorunda 52 Hükümet göreve gelmiş, bunlardan ancak 11’i bir yıldan uzun süre görevde kalabilmiştir. 1 yıllık ömrü olan bir Hükümetin ise uzun vadeli hiçbir ciddi yatırıma başlayamayacağı muhakkaktır. Nadiren de olsa dirayetli liderlerin çıktığı, tek başına iktidarların oluştuğu dönemler, ülkenin kalkınması için en verimli dönemler olmuştur. Ancak bu verimli dönemler sona erdiğinde, ülke yeniden koalisyonlara mahkûm olmuş, kazanımlar kaybedilmiştir.
Seçim sistemi nedeni ile ülkede yaşanan siyasi krizler, koalisyon hükümetlerinin idare konusundaki iktidarsızlığı ekonomiye ve halkın yaşam kalitesine büyük darbe vurmuş. Ülkede güvenlik zafiyetleri oluşturmuştur. Yaşanan güvenlik zafiyetleri neticesinde medya manipülasyonları ile rejim tehlikesi var algısı oluşturulmuş ve 31 Mart Vakasından bu yana kendisine rejimin koruyucusu sıfatını biçmiş olan Silahlı Kuvvetler, Cumhuriyet tarihinde de sivil yönetimlere müdahalelerde ve hatta darbelerde bulunmuştur. Bu darbelerin sonucunda var olan azıcık demokrasi de inkıtaa uğramıştır.
Son iki Anayasamız da darbeler sonucu oluşturulmuş anayasalardır. Özellikle 1961 Anayasası, Çift Meclisli Parlamenter yapıyı öngörmesi bakımından da farklı özellikleri haizdir. Büyük ümitlerle yapılan ve geniş özgürlükler barındıran 1961 Anayasası ve bu anayasanın getirdiği siyasi dönem, siyasi ve ekonomik krizlerin daha çok derinleştiği, hükümetlerin bir türlü kurulamadığı, güvensizlik nedeniyle hükümetlerin düşürüldüğü yıllar olması bakımından, ülkenin kayıp yılları olarak tarihe geçmiştir.
Bu dönemdeki siyasi krizler ve kargaşa ortamı, 1980 darbesinin zeminini oluşturmuştur. 80 Darbesi sonrası yapılan 1982 Anayasası, yürütmenin görece olarak iyileştirildiği, Cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanındığı ve Parlamenter Sistemin esnekleştirildiği bir dönem olmuştur. 1961-1982 koridoru bize göstermiştir ki tam manasıyla uygulanmaya çalışılan bir parlamenter sistem istikrarsızlığın temel sebebidir. Bu sıkıntıları aşmak için anayasa değiştirilmek ve parlamenter sistemi kısıtlayan maddeler, işleyişler oluşturulmak zorunda kalınmıştır.
Ancak bu iyileştirmelere rağmen, sistemsel sıkıntılar yine de devam etmiştir. Bu dönemde, Merhum Turgut Özal, Başkanlık Sisteminin ülkeye yararlı bir sistem olduğunu ve bu sisteme geçmenin zamanı geldiğini defaten dile getirmiştir. Ancak bu düzenlemeleri yapmaya o anki şartlar müsait olmadığı gibi, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de bu işe yanaşmamıştır. Görevde oldukları dönemde Başkanlık Sistemine karşı çıkan, Cumhurbaşkanı Kenan Evren de, Başbakan Süleyman Demirel de, sonraki zamanlarda Başkanlık Sistemini savunan beyanatlar vermişlerdir.
AK Partili Yıllar
Bilindiği üzere Türkiye 2000’li yılların başından itibaren; uzun koalisyonlar ve ekonomik krizlerle dolu bir süreçten geçen seçmenin yeni yüzler ve istikrar arzusu sonucu tek parti iktidarı dönemine girmiştir. AK Parti ve hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte, yönetim anlamında ciddi bir istikrar yakalandığı söylenebilir. Ülke; ekonomide en parlak yıllarını yaşamış, kişi başına Milli Gelir % 400 nominal artış oranına ulaşarak 2.500 Dolardan 10.000 Dolar seviyesine yükselmiştir. Faiz ve enflasyon tek haneli rakamlara gerilemiş, 40-50 yıldır Dünya Bankasına ödenemeyen borçlar bitirilmiştir.
Ekonomik anlamda gelen başarılar sonucu oluşturulan kaynaklar ile hayatın diğer alanlarında da devletin verdiği hizmetin kalitesi gözle görülür oranda artmış ve geçmiş dönemlere göre halkta büyük bir memnuniyet hâsıl olmuştur. Bu memnuniyetin sonucu olarak da toplumun, AK Parti’ye olan desteği günden güne artmıştır. Bu destek sayesinde, AK Parti, 2002 Kasımında İktidarı devraldığı günden 7 Haziran 2015 tarihine kadar fasılasız bir şekilde ülkeyi 13 yıl tek parti iktidarı ile yönetmiştir.
AK Parti, 13 yıllık süre içerisinde bunca hizmete rağmen sistemden kaynaklı sıkıntılara da maruz kalmıştır. Bu sıkıntılardan ilki partinin, iktidarının daha başında kendisini göstermiştir. Hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti’nin iktidara geldiği zamanda geçmiş siyasi tecrübeleri sebebiyle siyasi yasaklı olması hukuki manada liderlik edememesi sonucunu doğurmuştu. Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağı, Partisinin iktidar olmasından sonra ancak kaldırılabilmiş ve Genel Başkanın Milletvekili, ardından Başbakan olabilmesinin önü açılmıştır.
Kronolojik olarak devam edecek olursak, statüko ve mevcut anayasa kaynaklı sıkıntılardan birisi de iktidar olduğu dönemde AK Parti’ye, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatma davası açılmış olmasıdır. Kapatma davası Anayasa Mahkemesinde sadece 1 oyla reddedildi. Böylece mevcut anayasaya dayanarak tek başına iktidar olan bir partinin rahatlıkla kapatılabileceği de gözler önüne serilmiş oldu. AK Parti adına Cumhurbaşkanlığına aday gösterilen Abdullah Gül, 27 Nisan 2007’de şimdiye kadar rastlanmamış 367 toplantı yeter sayısı şartı nedeni ile Cumhurbaşkanı seçtirilmedi. Aynı gece hükümete TSK tarafından muhtıra verildi.
Anayasa Değişikliği ve Referandum
Bu ve buna benzer çok sayıda sistemsel sıkıntıya maruz kalan AK Parti, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi için Anayasa değişikliğine gitti. Değişikliği veto eden, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, değişiklik tekrar önüne gelince, Anayasa Değişikliklerini Referanduma götürmek zorunda kaldı. Referandum sonucunda Anayasa Değişikliği paketi, Halkın %68’inin oyu ile kabul edildi.
Görüleceği üzere, tek başına iktidar olmuş olan bir parti de, hukuki olmayan birçok engellemeye maruz bırakılabilmekteydi. Halkın sevgisi ve ısrarlı desteği, yöneticilerin basireti, sabrı ve gayretleri sonucunda son 13-14 yılda Türkiye, siyasi olgunluk konusunda epey mesafe aldı.
Gelinen nokta itibari ile 2014’te Cumhurbaşkanını ilk defa halkın seçmesi ile bütüncül bir sistem değişikliği olmasa da hukuki düzeyde küçük, ancak fiili düzeyde büyük anlamda yeni bir döneme adım atıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Halkın %52’sinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı oldu. Yeni dönemde halkı da arkasına alan güçlü bir Cumhurbaşkanının, hükümet ile nasıl bir ilişki içerisinde olacağı takip edilecek ve ileride de muhakkak akademik alanda birçok araştırmaya konu olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
Parlamenter sistemin özünde temsili bir devlet başkanı, yetkisi de sorumluluğu gibi düşük bir cumhurbaşkanı bulunmaktadır. Türkiye tarihinde ise bunun tam tersi, sorumluluğu olmadığı gibi yetkilerini de sonuna kadar kullanan bir cumhurbaşkanı profili ile karşılaşmaktayız. Halkoyu ile başa gelmediği halde kullandığı yetkiler itibari ile Başbakan ve Hükümet ile çoğu zaman sorun yaşayan Cumhurbaşkanının, sıfatına bir de halk desteği eklendiğini düşünürsek sistemsel yapı açısından ibrenin Cumhurbaşkanından yana kayacağında şüphe yoktur. Seçilmiş bir Hükümet ve Başbakan da pek tabidir ki yetkilerinden ödün vermek istemeyecektir.
Bu halde Cumhurbaşkanı ile yasamayı arkasına almış Hükümet aynı görüşte iseler Sistem bir şekilde işleyecektir. Şu anda da durum bundan ibarettir. Ancak mevcut fiili durum farklı siyasi cenahlardan gelen Cumhurbaşkanı ve Başbakanın görevde bulunması durumunda büyük çatışmalara gebe bir vaziyettedir. Bu halde yürütmede çift başlılık ve çatışma kültürünün hâkim olacağı rahatlıkla söylenebilir. Özellikle parti liderleri arasında nezaket kültürünün olmadığı bizim ülkemizde, yine eskisi gibi siyasi ve ekonomik krizler baş gösterecektir.7 Haziran 2015 seçim sonuçları örneğinde olduğu gibi koalisyonlara mahkûm olma riski, parlamenter Hükümet Sisteminde her dönemde mümkündür.
Tüm bu tespitler sonrasında geldiğimiz nokta şudur ki; ülkenin güçlü, hızlı ve tek başlı bir yürütme erkine ihtiyacı vardır. Anayasa ve Kanunlarla sınırlandırılmış, gücünü halktan belli süreliğine alacak olan bu yürütme, belli bir süre sonra yine halkın oyu ile koltuğunu bir başka kişiye bırakabilecektir.
Yürütmeyi tamamlayacak ciddi bir yasama kuvvetine, bağımsız bir yargıya da ihtiyaç muhakkaktır. Tüm bu hususları içine alacak demokratik ve sivil bir anayasa ise tüm bu kurumların çatısı hüviyetinde olacaktır.
ABD’den esinlendiğimiz ancak Türkiye’ye özgü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modeli dediğimiz bu yapı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da, her defasında dile getirdiği gibi, tek millet, tek bayrak ve tek vatan ekseni üzerine kurulacak üniter devlet biçiminde olması, Türkiye Cumhuriyetinin yumuşak karnı olan PKK terörü ve FETÖ terörü göz önüne alındığında elzemdir.
Anayasa Değişiklikleri ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Mecliste yeterli çoğunlukla kabul edilmesinden sonra söz sırası Halktadır. 16 Nisan’da yapılacak Referandum sonucunda EVET oylarının, geçerli sayılan oyların %50’nin üzerinde çıkması durumunda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine 3.Kasım.2019 yılı itibariyle veya en geç sonraki 15 gün içerisinde geçmiş olacağız.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine doğru yol aldığımız bu süreçte Referandum sonrası meydana çıkacak tüm muhtemel sorunların muhtemel çözümleri üretilmeli, kurumlar bu sisteme yavaş yavaş entegre edilmelidir.
Kanaatimiz odur ki; Türkiye şanlı tarihinin ve üstünde yaşadığı kadim kültürün de katkısıyla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile aradığı, özlem duyduğu güçlü bir yönetim anlayışına kavuşacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.