Sebahattin BİLGİÇ
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA!
(Rodoplarda Bir Köy. Demirören)
Batı Trakya bizim sevdamız, özlemimiz, hemen yanı başımızda kadim bir memleket. Orası bir Türk diyarı. Köyleri, beldeleri, şehirleri, dağları, bayırları, ovaları, nehirleri, dereleriyle her karışına elimizin değdiği, terimizin ve kanımızın aktığı diyar. Beraber yaşadığımız yıllar, ayrı kaldığımız yıllardan çok daha fazla. Şimdilerde Meriç Nehri hüzünlü akışıyla aramıza sınır olmuş, bizi ayrı düşürmüş.
Defalarca gittiğimiz Batı Trakya’da hep şehirleri dolaştık. Arzu ediyoruz ki hemen sınırımızda olan köylerimizde dahil olmak üzere soydaşlarımızın geçmişte ve halen yaşadığı köyleri görelim. Her ne kadar Pazarkule Sınır kapısına yakın yerlerde Türk nüfusu boşaltılmış olsa da oralarda unutulmaz hatıralar var.
Yunanistan ile aramızda 212 kilometrelik bir sınır var. Sınırın 191 kilometresini ise Meriç nehri oluşturuyor. Edirne’nin kenarından, Saroz körfezine kadar nice komşu köylere ve akrabalıklara sınır olmuş Meriç. Sınırın bir yakasında Doyran, Serem, Akçadam, Karayusuflu, Küplü, Subaşı, İpsala… , öbür yakasında Kavli, Orestiyada, Dimetoka, Mandra, Bıdıklı, Sufli, Ferecik… hepsi aynı güneşle ısınıyor, aynı Meriç’ten toprağını suluyor.
Batı Trakya’nın halis evladı Vacip Serdar’la uzun yıllardır tanışırız. Edirne’ye 100 kilometre mesafede Rodopların içinde bir dağ köyünde oturuyor. Vacip Beye hayalimizden bahsediyorum. Bizi köyüne davet ediyor. İki günlük bir tur planlıyoruz. Bir gece köyde misafir olacağız.
Mayıs Ayının son günü Cuma sabahı yola çıkmak üzere bisikletlerimizi hazırlıyoruz. Her yurt dışı turumuzda olduğu gibi Selimiye Camiinin önünde buluşuyoruz. Bu turumuzda dört kişiyiz. Cuma Namazını Sofulu yakınlarında Ahrempınar Köyünde kılmayı planladığımızdan yola çıkış zamanını ayarlamamız lazım. Köye kadar önümüzde yetmiş kilometreye yakın yol var.
Sabah erkenden gümrük kapısından geçiş yapıyoruz. Ne Türk tarafında ne Yunan tarafında oyalanma olmadan çabucak geçiyoruz. Her defasında olduğu gibi Yunan Polisi yine nereye gittiğimizi soruyor. Sofulu’ya gidiyoruz deyip köy ziyaretimizden bahsetmiyoruz. Zira Yunan Hükümeti Türk bölgelerine ziyaretten pek memnun olmuyor.
Sabah serinliğinde rahat bir şekilde Orestiyada’ya ulaşıyoruz. Sağımızda Rodopların silueti, Meriç Nehri havzası boyunca ova içinden pedallıyoruz. Orestiyada’da nefeslenip yola çıktığımızda artık güneş kendini hissettirmeye başlıyor. Ama biz sıcakta sürmeye alışığız. Aslında pedallarken rüzgârı hissettiğimizden, bisiklet üzerinde iken sıcağın etkisi çok hissedilmiyor. Fakat bu durum rampalarda hiç geçerli değil.
Bizim bu güzergâhta yeterince tecrübemiz bulunuyor. Dimetoka’ya yaklaşıldığında uzun ve yorucu bir rampa mevcut. Rampada pedallamaya devam ederken yanımızdan geçen kırmızı bir minibüs bize korna çalıp, biraz ilerleyip duruyor. Yaklaştığımızda görüyoruz ki bize ev sahipliği yapacak olan Vacip Serdar bizi karşılamaya gelmiş. Muhabbetle kucaklaşıyor, biraz ilerdeki benzinlikte buluşmak üzere hareket ediyoruz.
Vacip Kardeşim bize bu sıcakta acıdığından mı, yoksa bu yolu çıkaramayacağımızı düşündüğünden mi bilmem ısrarla bizi arabasına alıp götürmek istiyor. Biz özellikle sürmek istediğimizi söyleyip ısrarlarını nazikçe geri çeviriyoruz. Zar zor ikna edip Ahrempınar köyünde buluşalım diye sözleşiyoruz. Her ne kadar sözleşmiş olsak ta o bizi yol boyunca asla yalnız bırakmıyor. Biz de minibüsün refakatinde Dimetoka’ya uğrayıp yola revan oluyoruz.
Batı Trakya Bölge Vaizi Abdürrahim Kuzu’ya daha önce telefon edip güzergâhta nerede Cuma namazı kılabileceğimizi sormuştuk. Ahrempınarın büyük bir köy olduğunu Sofulu da dahil olmak üzere bölgeden Cuma namazı için bu köyde toplanıldığını öğrenmiştik. Cuma namazına bir saat kala köye giriyoruz. Formalarımızda Türk bayrağını gören okul bahçesindeki çocuklar bize koşup balkan şivesiyle sesleniyorlar. Çocuklarla hoş sohbet ederken Yunan öğretmen çocuklara çıkışıp okula geri döndürüyor. Cami önünde aynı zamanda din eğitmeni olduğunu öğrendiğimiz köyün muhtarı ile karşılaşıyoruz. Muhtar hem bu köyün hem hemen yakındaki Yunan Köyünün muhtarlığını yaptığını söylüyor. Muhtar köy hakkında bizi bilgilendirip bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyor. Canı gönülden teşekkür ediyoruz.
Mübarek çağrı yüz yıllardan beri olduğu gibi gök kubbede yankılanırken köyden ve çevreden toplanan cemaatle Allah’ın evine misafir oluyoruz. Müezzin güzel sesiyle sanki Selatin Camilerindeyiz hissini uyandırtıyor. Namaz sonrası cemaat dağılmıyor. Bir süre beraberce sohbet ediyoruz. Bizi görmekten ve ziyaretimizden memnuniyetlerini ifade ediyorlar. Ayrı da düşsek bu kadim yurda hasretimizin bitmesi mümkün değil.
Artık yola çıkma zamanı. Köyden çıkıp Rodopların eteğinden dağın içine doğru tırmanmaya başlıyoruz. Demirören Köyü karşıda gözüktüğünde rahatlıyoruz. Mayıs Ayının bu son gününde kızgın güneşin altında bu saate kadar pedallamak hem yordu hem de acıktırdı. Demirören Rodoplarda meşe ağaçlarının arasında büyük ve güzel bir dağ köyü. Köylülerin geçimlerini büyük ölçüde hayvancılıkla sağladığını öğreniyoruz.
Ev sahibimiz son derece nazik, candan ve cömert. Mükemmel bir öğle yemeği akabinde köyün içinde gezintiye çıkıyoruz. Köy içerisinde yeni inşa edilen evler manzara odaklı villa tipi yapılmış. Yol kenarlarında mevsim meyvesi erik ve kiraz ağaçları var. Köyün ortasında Kafe ise kapalı. Cami bahçesinde bir gurup köylüyle hasbihal ediyoruz. Bisikletlerimizle geldiğimizi öğrenmeleri onları şaşırtıyor. Köylülerin her zamanki “buraları boş bırakmayın” isteklerinden hem duygulanıyor hem de vazifemizin önemini bir kere daha anlıyoruz.
Komşu köy Büyükderbent’de bizi bekleyen dostlarımıza gitmek üzere hazırlanmışken bir köylü ısrarla “ size bahçemde kiraz ikram etmeden salmam” deyince mecburen kiraz bahçesine giriyoruz. Çeşit çeşit kirazlardan tadınca iyi ki davete icabet etmişiz diyoruz. Maşallah kirazların aroması harika. Dalından toplayıp tadına vara vara bu güzel nimetten nasipleniyoruz.
Yunanistan’da meyvecilik bir hayli fazla. İklimi ve arazisi meyvecilik için son derece uygun. Zeytin üretiminde dünya sıralamasında ilk üç ülke arasında. Kilometrelerce uzunlukta çeşitli meyve bahçelerini de görmeniz mümkün.
Gideceğimiz köy sanırım 10 km civarında bir mesafede, Rodopların içinde kasabayı andıran büyük bir köy. Ev sahibimiz bizi aracıyla kestirme ama toprak yolu tercih ederek kâh bayır inip dere içlerinden, kâh tepe çıkıp zirvelerden geçirerek, kâh çeşmelerinden su içirip, çay kenarında manzara seyrettirerek, kâh yamaçlardaki kekikleri toplatarak köye ulaştırıyor. Meşe, çam ve birçok ağaç çeşidinin arasından geçmek, enva-i çeşit çiçekleri temaşa etmek bize günün yorgunluğunu unutturuyor.
Köyün manzarası güzel. Bu köyde ekip arkadaşımız Zekeriya Bey’in Edirne İmam Hatip Lisesinde beraber okudukları okul arkadaşları var. Eskimez dostlarla buluşmanın tadı her zaman başkadır. Dostlar buluşunca eskilere dayalı muhabbet uzayıp gidiyor. Öğreniyoruz ki dönem arkadaşları her ramazan iftar sofrasında buluşup dostluklarını pekiştirmeye devam ediyorlar.
Caminin bahçesi güzel tezyin edilmiş. Cemaatin vakit geçirebileceği banklar, masalar yerleştirilmiş. Köy gayet bakımlı ve dağın eteğinde olması nedeniyle de manzarası güzel. Akşam yaklaştıkça dağ köyünde olduğumuzu daha da hissetmeye başlıyoruz. Serinlik kendini hissettiriyor. Buradaki köylerin en büyük sorunlardan biri su sorunu. Nitekim çeşmelerde bir damla su yok. Vacip Bey de evinin su ihtiyacını karşılayabilmek için kendi imkânlarıyla 200 metre ilerden su getirdiğini ve depoladığını söylemişti.
Dostlardan ayrılmak zor ama her güzelliğin bir sonu var. Köye geri dönüp Vacip Beyin konağında istirahate çekiliyoruz. Yarın yüz küsur kilometrelik bir etap bizi bekliyor.
Vacip Serdar çalışkan, samimi ekmeğini taştan çıkaran bir Batı Trakya evladı. Pazarcılık yaparak, hayvanlarına bakarak geçimini sağlıyor. Evin bahçesinde seraları mevsimin ilk ürünlerini vermeye başlamış. İki çocuğu da maşallah pırıl pırıl. Burada yaşamanın hakkını bütün ailecek veriyorlar. Abi kardeş aynı avluda yan yana konaklarında oturuyorlar. Az yukarılarında ise babasıyla diğer abisi oturuyor.
Yola çıkmadan önce kahvaltı sofrasında buluşuyoruz. Evin bahçesinde açık havada kahvaltımızı yapıyoruz. Kendi arılarından sağdığı meşe balını ilk defa tadıyorum. Macun gibi koyu bir bal ama tadı damağımızda kalıyor. Kahvaltıya ev sahibimizin kardeşi Hamza da iştirak ediyor. İki kardeş maharetli, çalışkan ellerinden her iş gelen, adeta ekmeğini taştan çıkaran cinsten insanlar. Gönüllerinin güzelliği yüzlerine de aksetmiş. Kahvaltı sofrasında çevre köylerin ve soydaşlarımızın durumlarını teferruatlı bir şekilde dinliyoruz.
Yola çıkma vakti geldi. Evin hanımına ve Vacip Kardeşimize misafirperverlikleri için teşekkürlerimizle vedalaşıyoruz. Temiz dağ havası bizi dinlendirmiş, kendimizi zinde hissediyoruz. Köyün çıkışında böbrek taşlarına iyi geldiğini öğrendiğimiz çeşmenin başında suyundan kana kana içip, mataralarımızı doldurarak tekrar rampaya tırmanmaya başlıyoruz. Demirören köyü Sofulu’ya 22 km mesafede. Güzel manzaralar eşliğinde bazen tırmanarak, çoğu zaman salınarak Sofulu’ya ulaşıyoruz. Şehre yaklaştığımızda kalabalık bisiklet gurubuyla karşılaşmamız ise bizi sevindiriyor. Yollarda yalnız değiliz. Selamlaşarak pedallamaya devam ediyoruz. Öğrendiğimize göre Dedeağaç’tan itibaren iki yüz kilometrelik bir etap tamamlama etkinliği düzenlenmiş. Gruplar etabı tamamlama telaşındalar.
Haziranın ilk günündeyiz. Hava saatler ilerledikçe ısınıyor. Dimetoka’ya ulaştığımızda her zaman durduğumuz benzinliğe kendimizi atmanın sevincini yaşıyoruz. Dinlenmeyi hak ettik doğrusu.
Orestiyada’da su takviyesi için markete uğramamız gerekiyor. Yunanistan’da marketlerde fiyatlar bizdeki gibi hareketli değil. İki sene önce aldığımız su fiyatı yine aynı. Bizde fiyatlara yetişmek nedense mümkün değil. Sanırım sorun büyük ölçüde pahalılık değil, pahalılaştırma olsa gerek.
Pazar kuleye ulaştığımızda vakit henüz günün yarısını geçeli çok olmamış. Vakitlice ve başarılı bir şekilde turu tamamlamanın mutluğu ile Yeşilbis ekibi vedalaşıyor. Önümüzde uzun bir yaz ve planlanmış rotalar var…
Sebahattin BİLGİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.