Hüseyin DERVİŞOĞLU
ÖLÜM TRENİ
Yazıma filmin resmi özeti ile başlayayım. Peter Bower (Adrien Brody), çocuğunu trajik bir kaza sonucu kaybetmiş bir psikologdur. Eşi Carol (Jenni Baird) kaybettikleri kızları Evie’nin yasından dolayı sürekli ilaç almaktadır. Peter ise başkalarının sıkıntılarını dinlemeye devam etmektedir. Gördüğümüz ilk hastası 1987’de yaşadığın sanan bir jazz müzisyenidir ve Peter’ın ona koyduğu teşhis çok nettir: İleriye dönük amnezi. Hastaları çoğaldıkça Peter bir yandan hastalarının dertlerini dinler, öte yandan da henüz ismini dahi anmakta güçlük çektiği kızının acısını kendi psikologu ve hocası (Sam Neill) ile çözmeye çalışır. Evie’nin yaşlarında bir genç kız olan Elizabeth’in muayenehanesine gelmesi Peter’ı hiç beklemediği bir gizemin içine sürükler. Netliğini kaybetmeye başlar. Kızın kendi hayal ürünü olduğuna inanmak istemeyen Peter, Elizabeth dâhil bütün hastalarının hatta psikologunun bile 1987 yılında ölmüş olduğunu fark etmesiyle büyük bir kırılma noktası yaşar. Kendisinin sebep olduğunu düşündüğü tren kazan yüzünden arafta kalan ruhları azad etmek adına suçunu kabullenmek için babası Felix’in (Bruce Spence) yaşadığı çocukluğunun geçtiği kasabaya dönen Peter’ın asıl yolculuğu ise hafızasının derinliklerin doğru olacaktır.
Sinemaseverlerin merakla beklediği Ölüm Treni, yapımcıları tarafından; “6. His’si beğendiyseniz Ölüm Treni’ne bayılacaksınız” şeklinde pazarlandı. Pazarlama taktiği açısından başarılı olduğu su götürmez bir gerçek olan Ölüm Treni film olarak 6. His’si ne kadar yakalar bilemeyiz.
Film beni yıllar öncesine götürdü. 6. His’si ilk kez izlediğim sinema salonuna. (Hâlâ yerinde duruyor mudur bilmiyorum) 6. His filmini Bursa Setbaşı’nda o zaman yeni açılmış ve günümüze göre hayli büyük (belki 1000 koltuk kapasiteli) ve lüks bir sinema salonunda seyretmiştim. Son anda karar verdiğimden film başlamak üzere yetiştim ve ilginçtir en arka sağ koltuk olan son bileti satın almıştım. Koridorun duvar tarafına sandalye atıp seyredenleri bile hatırlıyorum. Sakin başlayan film, 10 dakika araya öyle bir gizem ve korku ile girmişti ki, ışıklar yanınca hiçbir izleyici yerinden kalkamamış, herkes adeta koltuklarına gömülmüştü. İki sıra önümde oturan bir delikanlı salona doğru “Hadi kalkın içecek almaya, alt tarafı bir film” diye bağırınca tek tük insanlar yerinden doğrulmuştu.
6. His’le kıyaslanınca insan ister istemez heyecanlanıyor. Başrolde (benim de çok beğendiğim) Adrien Brody ismini görünce, filmin gerçekten yeni bir heyecan dalgası estireceğini düşünmedim değil. Bence büyük projelerde de yer almasına rağmen istediği rolleri bir türlü alamayan ve oyunculuğu ile kıyaslandığında bir üst sınıfta olması gereken Sam Neill de filmin kadrosu içinde olunca bu beklenti büyük oluyor. Fakat her büyük beklentinin sonucunda olduğu gibi hayal kırıklığının da büyük olması kaçınılmaz bir gerçek maalesef.
Filmin, hayaletler ve gerçek arasında gidip gelen gerilimini, olaylar çözüldükçe ve Peter’ın geçmişe olan yolculuğu gün yüzüne çıktıkça artıracağını beklerken, sebebini çözemediğim bir şekilde çok basit bir yöne savruluyor: Gizemin ve korkunun karanlık yüzlerini gösteren hayaletler, intikam almaya başlayınca film basit bir zombi hikâyesine dönüşüveriyor. O zamana kadar Peter’ın şahsında içselleştirdiğimiz senaryo, inandırıcılıktan çıkmaya yetiyor. Konunun (bence) bilinçli bir şekilde küçük bir kasabaya taşınması final için istenen gizemli ortamı sağlanması amacından başka bir şey değil. Bu ortam filme bir şey katıyor mu? Hayır. Sürekli gece ve yağmur altındaki Peter, doğduğu kasabada hayaletlerin kontrolüne girmekten kurtarılamıyor. Baba Felix’in çok daha derinlerde barındırdığını görebildiğimiz aşırı gizemi, görsel olarak bilgisayar oyunlarından öteye gidemeyen hayalet intikamı karşısında yok oluyor. Bu noktada film asla 6. His’sin açtığı yola yeni bir şey katmadığı gibi, bu yolun gizemlerinden de vazgeçmiş oluyor.
Çok güzel ve önemli bir konu, derinlemesine incelenememesi ve görsel anlamda tatminkâr olamaması yüzünden heba olmuş. Filmin en önemli artısı müzikleri diyor ve sadece türün meraklılarına tavsiye ediyorum.
NOT: Bu sütunu takip edenler bilirler, her hafta bir film hakkında yorum yapmaya özen gösteriyorum. Bu hafta ikinci bir film seyretme imkânı olunca ve büyük bir hayal kırıklığı yaşayınca ikinci filmden bahsetmemek olmaz diye düşündüm.
Hollywood sinemasının en güzel kötü adamı olarak seyretmekten ayrı bir haz duyduğum Gary Oldman ismini görünce Suçlu filmini seyretmek için ayrı bir vakit ayırdım. Son yıllarda bu kadar basit, ucuz, özensiz çekilmiş çok az film gördüm desem abartmamış olurum. Sinemasever okuyucularımdan gitmeyi düşünenler varsa hem vakitlerini hem de paralarını ziyan etmiş olurlar.
Künye
Orijinal Adı: Backtrack
Senaryo: Michael Petroni
Tür: Gerilim
Süre: 90 dak.
Ülke: ABD
Vizyon Tarihi: 15 Nisan 2016
Yapım: Head Gear Films, Metrol Technology, Screen Australia, Bankside Films
Türk Dağıtımcı: Bir Film
Yapımcı: Jamie Hilton, Antonia Barnard, Michael Petroni
Yardımcı Yapımcı: Elliot Ross, Fenella Ross
İdari Yapımcı: Compton Ross, Phil Hunt
Besteci: Dale Cornelius
Görüntü Yönetmeni: Stefan Duscio
Cast Direktörü: Jenny Jue
Sanat Yönetmeni: Sophie Nash
Kurgu: Martin Connor, Luke Doolan
Yönetmen Yardımcısı: Greg Cobain
Oyuncular: Adrien Brody (Peter Bower), Sam Neill (Duncan Stewart), Robin McLeavy (Barbara Henning), Bruce Spence (Felix), Jenni Baird (Carol Bower), Anna Lise Phillips (Erica George), Chloe Bayliss (Elizabeth Valentine), Malcolm Kennard (Barry)
Yönetmen: Michael Petroni
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.