A. Semih TORUN
Mukaddesata Dil Uzatanlar
Hayli zamandır “ucube” tartışmaları sürüyor. Başbakan’ın “ucube” diye nitelendirdiği ve orada bulunan tarihi eseri gölgelediğinden dolayı hakkında yıkım kararı verilen heykel, yine ortalığı karıştırdı. Eskişehir’de açılan "Ucube-Ecube"adlı resim sergisinde “Mukaddesat”a dil uzatılması, Müslümanların tepki göstermelerine sebep oldu.
Ucube (U’cûbe) ve ecube (E’cûbe) aynı anlama gelen iki kelimedir.Bu kelime; “hayret edilecek derecede olan kabiliyet” anlamına da gelmekle beraber, genellikle “çok acayip, şaşılacak kadar çirkin olan, acaip, garaip ve hilkat garibesi” manalarında kullanılır. Böyle bir kelimenin, Müslümanların ibadet ettiği bir mekân olan cami için kullanılması ve resimde minarelere heykeller yerleştirilmesi ne maksatla yapılmıştır? Minarelerde mahya kuran ve buralara güzel sözleri inci gibi dizen bir ecdadın torunları olarak, cami için “ucube” sözünün kullanılmasından hiç hoşlanmadığımızı bildiririz.
Kars’ta, heykelin yapıldığı yerin yakınında Ebü’l-Hasen el-Harakânî Hazretleri adına yapılmış bir cami ve türbe bulunmaktadır. Evliyaullahın büyüklerinden olan bu zat, H. 425/ M. 1033 yılında vefat etmiş, Harakânî Hazretleri adına yapılan İçkale’deki bu cami ve türbe, Kıbrıs Fatihi “Lala Mustafa Paşa” tarafından 1579 yılında yaptırılmıştır. Uzmanlar tarafından; caminin yanındaki tepenin üzerinde bulunan 48 metrelik heykelin buradaki tarihi dokuya uymadığı bildirilmiştir.
Heykelin yıkılmasını protesto için bazılarının sanatı kullanarak kutsal değerlere saldırmayı maharet saymaları dikkat çekicidir. Sergideki bazı resimlerde, “cami ve tesettür” ile alay edilmesi, belli kesimlerin protestoda bile ölçüyü tutturamadıklarını göstermektedir.
Tepki alan sergi ile ilgili olarak Tepebaşı Belediye Başkanı Ataç’ın yaptığı açıklamaların inandırıcı olup olmadığı tartışılabilir ama en azından yapılan bir hatadan dönülmüştür. Ataç, açıklamasında şu ifadelere yer vermektedir:
"Ben camiye ve inanç özgürlüklerine aşırı saygı gösteren bir kişiyim. Hiçbir zaman da dinsel inançlara karşı olmadım… Bu resmi, onaylamak mümkün değildir. Sanata sonsuz saygım olmasına rağmen böyle bir resmin sanat adına kabul edilebilir olmadığına açıkça inanmaktayım… İnançlara saygı göstermek hepimizin görevidir.”
Başkanın açıklamalarını okuyup “tabii ki, kutsal değerlere saygılı olmak lazım" diyenler olacağı gibi “ha şöyle, hizaya gel!” diyenler de olabilir. Önemli olan bu açıklamanın yapılması ve “Mukaddesat”a sövülemeyeceğinin anlaşılmasıdır.
İslâm, güneş gibidir; “balçıkla sıvanmayacağı” gibi “tükrükle de sönmez”. Dine ve mukaddesata saldırmaya kimsenin hakkı yoktur. İnsanlar, istediği gibi düşünebilirler ama başkalarının haklarına ve inançlarına, hakaret edemezler. Dinî inançlara müdahale edenler ve manevi değerlere saldıranlar, kendi değerlerini düşürürler. “Rüzgâra doğru tüküren kendine tükürür.”
Kutsal değerleri aşağılamayı hedef alan çalışmalara sanat denilemez. Sanat, ucubeyi, çirkini değil, güzeli ortaya koymaktır. “Haddini bilmek” ve bilmedikleri konularda “çizmeyi aşmamak” güzel hasletlerdendir. Üstat Necip Fazıl, sanat hakkında ne güzel söylemiş:
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...”
Osmanlı Arşivi vesikalarına baktığımızda, mukaddesata vesaireye sövüp başkalarını rencide edenlere “fezahat-ı lisan”dan dolayı ceza verilmekte olduğunu, pişman olup hallerini düzeltenlerin ise affedildiğini görmekteyiz. Fezahat kelimesi, “rezalet, ayıp, alçaklık” manalarına gelmekte olup İslâm toplumunda bu tür kötü sözler söyleyenler kabul görmemiştir.
Mukaddesata saldıranlara karşı milletin hassasiyetini görünce, Abdülhamid Han’ı hatırladım. Siyasi dehası devlet adamlarınca da takdir edilen bu zat, Peygamber Efendimiz’e ve ecdadımıza hakaret eden programları, diplomatik girişimlerle engellemiştir. Marki de Bonnier adlı bir Fransız’ın yazdığı “Muhammed” adlı drama, ulu hakanın diplomatik engeline takılmış, Fransa ve İngiltere’de oynatılamamıştır. Roma’da oynatılmak istenen ve ecdadımıza hakaret edildiği Sultan Abdülhamid Han tarafından haber alınan “Fatih Sultan Mehmed” adlı piyes de engellenenler arasındadır. Abdülhamid Han, dünya basınını iyi takip eden ve gerektiğinde müdahale ederek mukaddesatına sövdürmeyen bir padişahtı. Osmanlı Devleti’nin güçlü olmadığı dönemlerde olmasına rağmen, onun kararlılığı ve gayretleri neticesinde tüm dünya, Müslümanların kutsal değerlerine dil uzatılamayacağını öğrenmiştir.
İstiklâl Marşı Şairi Mehmed Akif, milletin bu konudaki hassasiyetini şöyle ifade etmektedir:
“Biri ecdâdıma saldırdı mı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Mukaddesatına sahip çıkan ve onun uğrunda "feda-yı cân" edenlere selâm olsun!..
Ahmet Semih Torun - Habername
Ahmet Semih Torun - Habername
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.