xxx654
Mesajların anlamı
Dört bir yandan malumat akıyor. Ancak gerçeğin ne olduğunu kavramak kolay değil. Çünkü: 1) Doğru haberlerle yalan/çarpıtılmış haberler iç içe geçiyor. 2) Büyük resmi kurmadan, olup biteni anlamak zor.
Bugün iki olayı anlamlandırmaya çalışacağım. "Yorumlarım doğrudur" iddiasında değilim elbette; sadece "Ben olup biteni böyle okuyorum" diyorum.
Başlayalım.
Konsolosluk saldırısı
ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na saldırıldı. Üç polisimiz şehit oldu. Çok üzüldük.
Herhangi bir ABD'liye zarar verilememesine ve şiddet yoğunluğunun 'düşük' seviyede olmasına bakarak şöyle diyorum: Bu saldırı, 'ABD konsolosluğunu koruyan polislere' yapılmıştır.
Yani "somut hedef" Emniyet, "mesajın adresi" ise öncelikle ABD'dir.
Evet, polislerimiz şehit oldu ama diğer El Kaide eylemleriyle kıyaslandığında aceleye getirilmiş hatta ABD Büyükelçisi Ross Wilson'ın tabiriyle "acemice" bir saldırı var karşımızda.
O halde, saldıranlar 'El Kaideci' olsalar dahi, tipik bir El Kaide eylemi değil bu. (Adamlar kafaya koydular mı kamyon, uçak filan kullanıyor.)
Peki, neler oluyor?
Hatırlarsanız ABD'nin eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, Ağustos 2007'de, özetle, "Dünyada iki Ilımlı İslam ülkesi var, biri Türkiye, diğeri Malezya" demişti.
Adamın kastettiği basitçe, "Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, o ülkelerle ilişkimiz iyi; buralarda bize canlı bombalarla filan saldırılmıyor" diyordu.
Ancak koparılan yaygarayı hatırlarsınız: "Türkiye, Malezya mı oluyor" diye tartıştık durduk.
İşin aslı şuydu: Bir ABD diplomatı olarak Holbrook'un memnuniyeti, 'hükümete destek' demekti.
Ergenekon çizgisinde olup hükümeti devirmek istediği şimdilerde netleşen medya, 'Malezya' kelimesinin üstüne atlayarak, "AKP iktidarında laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor" yanılsamasını pompalamıştı o günlerde.
Bugüne bağlarsak:
* Konsolosluk saldırısı, Michael Rubin türü muhafazakar kılıklı faşistlerin ellerini ovuşturacağı bir eylem.
"Bakın" diyecekler, "biz Türkiye'de de rahat değiliz, çünkü iktidarda İslamcı bir parti var."
* Saldırıyı yaptıranlar ise şöyle diyor: "Ey ABD, hükümeti filan destekleme, bunlar seni koruyamaz, saldırıya uğrarsın."
* Son yıllarda eğitimini ve teknolojisini geliştirerek Ergenekon'u izleyen, ipuçlarını bulan Emniyet'in de bu saldırıyla adeta cezalandırıldığını söyleyebilirim.
Olayı 'siyasi' yorumu bence böyle.
Hilmi Özkök'ün sözleri
Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 'Darbe Günlükleri' ile ilgili olarak şöyle dedi:
"Anılarda geçtiği öne sürülerek gündeme getirilen bu olaylarla ilgili olarak, ne vardır, ne yoktur derim. Başka bir ifadeyle, ne teyit ederim, ne tekzip ederim. Benim söyleyebileceğim budur." (Milliyet, 9 Temmuz)
Askeriyede, "kol kırılır, yen içinde kalır" ilkesi gayet güçlüdür. Kimse "silah arkadaşlarını jurnalliyor" pozisyonuna düşmek istemez.
Ama eğer bir mesaj vermek şart olmuşsa, bu dolaylı biçimde yapılır. Örneğin: Eylül 2007 tarihli 'Eylem Planı' için Genelkurmay, "Komuta kademesi tarafından onaylanmış böyle bir plan yoktur" demişti. Böylece planın varlığı doğrulanmıştı.
Benzeri bir biçimde, Hilmi Özkök de, "Ne teyit ederim, ne tekzip ederim" dediğinde, o dönemde, 'Darbe Günlükleri'nde anlatılan türden fırıldaklar döndüğünü ve bunların Özkök'ü 'hâlâ' rahatsız edecek ciddiyette olduğunu anlıyorum.
Benim yorumum budur
Bugün iki olayı anlamlandırmaya çalışacağım. "Yorumlarım doğrudur" iddiasında değilim elbette; sadece "Ben olup biteni böyle okuyorum" diyorum.
Başlayalım.
Konsolosluk saldırısı
ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na saldırıldı. Üç polisimiz şehit oldu. Çok üzüldük.
Herhangi bir ABD'liye zarar verilememesine ve şiddet yoğunluğunun 'düşük' seviyede olmasına bakarak şöyle diyorum: Bu saldırı, 'ABD konsolosluğunu koruyan polislere' yapılmıştır.
Yani "somut hedef" Emniyet, "mesajın adresi" ise öncelikle ABD'dir.
Evet, polislerimiz şehit oldu ama diğer El Kaide eylemleriyle kıyaslandığında aceleye getirilmiş hatta ABD Büyükelçisi Ross Wilson'ın tabiriyle "acemice" bir saldırı var karşımızda.
O halde, saldıranlar 'El Kaideci' olsalar dahi, tipik bir El Kaide eylemi değil bu. (Adamlar kafaya koydular mı kamyon, uçak filan kullanıyor.)
Peki, neler oluyor?
Hatırlarsanız ABD'nin eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, Ağustos 2007'de, özetle, "Dünyada iki Ilımlı İslam ülkesi var, biri Türkiye, diğeri Malezya" demişti.
Adamın kastettiği basitçe, "Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, o ülkelerle ilişkimiz iyi; buralarda bize canlı bombalarla filan saldırılmıyor" diyordu.
Ancak koparılan yaygarayı hatırlarsınız: "Türkiye, Malezya mı oluyor" diye tartıştık durduk.
İşin aslı şuydu: Bir ABD diplomatı olarak Holbrook'un memnuniyeti, 'hükümete destek' demekti.
Ergenekon çizgisinde olup hükümeti devirmek istediği şimdilerde netleşen medya, 'Malezya' kelimesinin üstüne atlayarak, "AKP iktidarında laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor" yanılsamasını pompalamıştı o günlerde.
Bugüne bağlarsak:
* Konsolosluk saldırısı, Michael Rubin türü muhafazakar kılıklı faşistlerin ellerini ovuşturacağı bir eylem.
"Bakın" diyecekler, "biz Türkiye'de de rahat değiliz, çünkü iktidarda İslamcı bir parti var."
* Saldırıyı yaptıranlar ise şöyle diyor: "Ey ABD, hükümeti filan destekleme, bunlar seni koruyamaz, saldırıya uğrarsın."
* Son yıllarda eğitimini ve teknolojisini geliştirerek Ergenekon'u izleyen, ipuçlarını bulan Emniyet'in de bu saldırıyla adeta cezalandırıldığını söyleyebilirim.
Olayı 'siyasi' yorumu bence böyle.
Hilmi Özkök'ün sözleri
Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 'Darbe Günlükleri' ile ilgili olarak şöyle dedi:
"Anılarda geçtiği öne sürülerek gündeme getirilen bu olaylarla ilgili olarak, ne vardır, ne yoktur derim. Başka bir ifadeyle, ne teyit ederim, ne tekzip ederim. Benim söyleyebileceğim budur." (Milliyet, 9 Temmuz)
Askeriyede, "kol kırılır, yen içinde kalır" ilkesi gayet güçlüdür. Kimse "silah arkadaşlarını jurnalliyor" pozisyonuna düşmek istemez.
Ama eğer bir mesaj vermek şart olmuşsa, bu dolaylı biçimde yapılır. Örneğin: Eylül 2007 tarihli 'Eylem Planı' için Genelkurmay, "Komuta kademesi tarafından onaylanmış böyle bir plan yoktur" demişti. Böylece planın varlığı doğrulanmıştı.
Benzeri bir biçimde, Hilmi Özkök de, "Ne teyit ederim, ne tekzip ederim" dediğinde, o dönemde, 'Darbe Günlükleri'nde anlatılan türden fırıldaklar döndüğünü ve bunların Özkök'ü 'hâlâ' rahatsız edecek ciddiyette olduğunu anlıyorum.
Benim yorumum budur