Murat KARAKOYUNLU
MENFAAT
“Devletin dostları değil, âli menfaatleri olur” prensibi bilindik bir uluslararası ilişkiler gerçeğidir. Bu gerçek devletleri kimi zaman “ya Sabır” diyerek kabul etmek zorunda kaldıkları pek çok olumsuz durumla yüz yüze bırakır.
Soğuk savaş dönemi boyunca iki kutba ayrılmış olan dünyada “âli menfaatinin” Batı Bloku içerisinde yer almak olduğunu gören Türkiye, pek çok defa bu bloktan gelen salvolara karşı; yutkunan, göz yuman, ya Sabır çeken taraf olmuştur. Devlet idarecilerinin bilinen siyasi görüşlerine aykırı olarak çoğu zaman sergilemek zorunda kaldıkları bu tavır, aslında “döneklik” değil, “devlet menfaatinin” gözetilmek zorunda olmasıdır. Ömrünü siyonizmle mücadeleye adayan bir liderin, İsrail’in de menfaatine olan bir anlaşmayı imzalamak zorunda kalması; “sokakta görse bi kaşık suda boğacağı” bir insanla tokalaşmak zorunda bırakılması, “devleti temsil etmek” vazifesini üzerine almış bireylerin yüz yüze kaldığı tenakuzlardır. 1964’teki Johnson Mektubu, 1975’te uygulanmaya başlayan ABD ambargosu, Avrupa Birliği’nin üyelik süreci boyunca yaşattığı pek çok hayasız tavır, Türk siyasileri tarafından “Devletin âli menfaati” gözetilerek sineye çekilmiş, “ya Sabır” denmiştir.
Zarrab davasıyla gündeme gelen İran ambargosunun delinmesi meselesi de, çakışan iki “büyük menfaatin” gözetilmesinden başka bir şey değildir. Türkiye, ihtiyacı olan ucuz petrol ve doğalgazı, ABD’nin kendi “âli menfaatleri” sebebiyle koyduğu İran ambargosuna rağmen almaya çalışmış ve bu arada da “müttefiki” saydığı ABD’nin menfaatlerini göstere göstere ihlal etmeme yolunu tercih etmiştir. Aslına bakarsanız bu tutum, ortak düşmana karşı aleni açık vermemek adına “etik” bile sayılabilir.
Şöyle ki Türkiye, ABD tarafından İran’a uygulanan bankacılık ve enerji alanındaki yaptırımlara kağıt üzerinde uymuş, alenen petrol alıp para ödemek yerine bunu “altın ticaretine aracılık etmek” suretiyle gerçekleştirmiştir. İran’dan alınan petrol ve doğalgazın ödenmesi gereken ücretleri, banka transferine konu olmadan Halk Bankası’nda İran adına işlem yapabilen isimlerin hesabına aktarılmış, bu hesapta biriken rakamlar belli bir orana yükselince de o paralarla dünyanın farklı bölgelerinden İran adına altın alımı gerçekleştirilmiştir. Zarrab ise, İran adına bu transfere aracılık eden kişidir.
İşi bu derece alenileştiren ve iki devleti karşı karşıya getiren ise, geçmişte kurulan “müttefiklik” ilişkisinin, bitmesidir. ABD yeni dönemde Türkiye ile olan ittifakını bozmuş ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir pozisyona bürünmüştür.
Bu sebeple ABD’de görülmeye başlanan Zarrab davasını salt adalet ve hak arama olarak görmek safiyane bir iyi niyet olur. Bu yüzden de Türkiye’de Zarrab davasından menfaat temin edecek bir iç politika söylemi, milli gayeler içermez. DEVLET yönetimine talip olduğunu iddia eden siyasilerin, devlet çıkarını gözetmek yerine kendi menfaatlerini destekler bir dil ile bu davaya bakmaları iyi niyetli bir tutum, sayılamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.