Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Politikadaki Çıkmaz Sokak
Biliyorum; güncel bir konu değil, ama dikkat çekmediğini bildiğim halde politikaya değil, ‘insana’ dair şeyleri daha fazla önemsiyorum. Günlük hadiseler çok daha etraflı bir şekilde uzman olan-olmayan, taraflı-tarafsız birçok medya organı tarafından mercek altına alınıyor ve suyu çıkıncaya kadar konuşuluyor zaten… Tam bir zihinsel hengâme… Bu tür gündem konuları saman alevi gibi parlıyor, sonra sönüp gidiyor; pop gibi… Türk sanat müziği öyle mi… İki yüz küsur sene önce yaşamış Dede Efendinin filanca bestesi hala dillerdedir, ama parlayan ve sönen popçunun haddi hesabı yok… Bizim talip olduğumuz Türk Sanat Müziği...
Aslında eskilerde bu tür konuları konuşur-tartışırdım. Kendimce paylaşımlarım da olurdu. Ben mi öyle görüyorum yoksa siyasetteki çürümeden midir bilinmez ama, çok hayati olmadıkça hem gündelik hayatımdan hem de paylaşımlarımdan çıkardım bu tür konuları… Sonu gelmez tartışmalar vücut kimyamı bozuyor. Ayrıca tartışmanın kazananı da olmuyor… Gönülleri kazanmak, tartışmayı kazanmaktan daha önemli olmalı… ‘Müzakere’ başka bir şey tabii… Müzakere kültürüne sahip birilerini bulabilirseniz elbette…
Bir de tabi ifade etmeliyim ki; siyaseti işe yaramaz bir müessese olarak filan görmüyorum. Zaten sorun siyasette de değil, politik bakışta… Yani parti angajmanında, politize olmakta… Yoksa biiznillah millet, memleket, ümmet deyince akan sular durur nezdimizde... Politik angajman deyince aklınıza ne geliyorsa artık… Benim aklıma rant ve ranta dayalı kokuşmuşluk, ahbap-çavuş ilişkisi ve işe yaramaz bir çuval dolusu laf geliyor… Üstelik vitrine-tribünlere oynayan… Oysa marifet, hakikatin ifadesi olmalıdır ve de iltifatı, teşekkürü, beğeniyi gerektirmez. İşte bizim siyasetten kastımız ve politikadan ayırdığımız kısım burası…
Siz zannediyor musunuz ki, bütün bunları görebilmek iyi bir şey... Vücut kimyasının bozulmasının nasıl bir şey olduğunu hissettiniz mi hiç... Ruhsal acı yani sorumlu olmanın getirdiği ağırlıktır. Yoksa her canlı acı duyuyordur kendi halince… Tolstoy özetlemiş aslında; “acı duyabiliyorsan canlısın, başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın.”
Politik bakış açısında bunların hiç birisini bulamazsınız. Hangi (politik) taraftan bakıldığı da önemli değildir. Sürekli yaşanan şey vehim ve buna dayalı suizan... Hatta politik bakışla söylenmiş bir söz doğru da olsa kıymetsizdir. Çünkü niyet hakikate ulaşmaya dönük değildir. Politik angajmanı olanların buradaki inceliği görme şansları da yoktur. Kastettiğim sorun da bu zaten...
Şahsi gözlemime göre günümüz insanının çok önemli bir sorunu, bu politik zeminde zanna-dedikoduya dayalı hüküm vermeleridir. Tek çözüm mercii de politika değildir bir taraftan... Eğer sizi harama sürüklüyorsa bir sorun var demektir. Dedikodu da zan da bu kapsama girer. Ben şahsen politik bir bakışın bu alana çok açık olduğu kanaatindeyim.
Siyaset bilimi okutulan bir bölümden (kamu yönetimi) mezun olmama ve siyasi konularda hala heyecan duymama rağmen, lise sonrası ‘politik’ anlamda siyasetle ilgilenmedim desem yeridir. Örneğin en son bir parti mitingine üniversite öğrencisi iken (1991 seçimlerinde) katıldım. Bu tarihten sonra birincil düzeyde politika ile de hiç yakınlık kurmadım. Bürokraside de bulundum sayılmaz. Çok küçük bir deneyim birçok şeyi görmemi sağladı ve 'eyvallah' dedim geçtim.
Kimsenin de umurunda değilim zaten… Bu da beni memnun etmiyor desem yanlış olur doğrusu… Nev’i şahsıma münhasır olmam, kimsenin ‘umurunda’ olmak gibi bir derdimin olmaması, görünürde bazı kayıplara neden olsa da; esas kazandırdığı şey insana dair; bedensel ve ruhsal özgürlük… Sabahattin Ali’nin ifade ettiği gibi;
Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim.
Kimseden akıllı, kimseden güzel, kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok.
Kimse için en değilim. Daha değilim.
Bu devasa iddiasızlığın bana verdiği özgürlüğün hastasıyım.
İçimden de hemen herkesle ilişkimi maslahatgüzarlık seviyesine indirmek geliyor. Belki kontrol dışı olan kısım hariç, nefsi de değil… Sebebi işte yukarıda bahsettiğim sorumluluk hissiyatındaki ağırlık... Zira şöyle bir geriye çekilip baktığınızda neredeyse herkesin kendisine ‘tadımlık içmesine izin verilen sudan’ (2/249) yani dünyaya dair olandan şişene kadar içtiğini ve olduğu yere çakılıp kalıverdiğini görmek çok güç olmuyor. Bu da acı veriyor elbette...
Söyleyecek o kadar çok şey var ki; toplumsal ya da bireysel karşılığı olmaması bunları ifade etmemizi engelliyor. Büyükler bazen kırk yıl beklerlermiş bir sözün muhatapta karşılık bulabilmesi için... Nasıl olsa bir gün önümüze gelecek her biri... ‘Ikra’ kitabek…’ (17/14) dendiğinde ‘işlediği (amel) ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını (onu görmemeyi) arzu edecek (3/30)’ ve ‘keşke bana kitabım verilmeseydi, ‘hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim, ‘keşke o (ölüm,) her şeyi bitirmiş olsaydı!” (69/25-27) dememek için…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.